3 Haziran 2020 Çarşamba

Hayat Bayram Olsa...

Günaydın dostlar…

Ne yazık ki hayat bayram değil. Hele de bugünlerde hiç değil. Avusturalya’da aylarca süren yangınlarla başlayan yıl, yüz yılda bir kere görülen bir virüs salgınıyla devam ediyor. Ülkemizde 4.500’den fazla vatandaşımızı kaybettik, dünya bazında da toplam rakam 380.000’i geçti. Bunlar da kayıtlara geçebilen rakamlar.
Çok sıkı önlem aldığımız günler bu hafta başında bitti. Kısıtlamaların çoğu kalktı, kapalı mekân da hemen hemen kalmadı. Bir anda bayram havasına büründük ama şu anda sokaktaki hayat hiç de bayram değil. Biz sadece virüs bitmiş, bayram gelmiş gibi yapıyoruz. Anlayacağınız mahsusçuktan yapıyoruz.


Bayram eninde sonunda gelecek. O gün yarın olmasa da bir gün bu virüs de bitecek. Ya bulaşma özelliğini kaybedecek, ya da bir çare bulunacak. Önemli olan o günlere minimum hasarla ulaşabilmektir.

Hepimiz için en sıkıntılı parametre bu sürecin ne kadar süreceği hakkında hiçbir fikrimizin olmaması. Beş gün mü sürer yoksa beş yıl mı hiç kimse bilmiyor.  

Çok bulaşıcı ve kolay kolay gitmeye niyeti olmayan bir virüsle yaşadığımızın bilincinde olup her türlü tedbiri almak bizim görevimiz. Kimseden çok daha fazla bir şey beklemenin de bir anlamı yok. Yönetimler yapabileceğini yapıyor, gerisi bize kalmış. Bir yerler açıldı diye gitmek zorunda değiliz. Allah kullanalım diye akıl vermiş.

Çok sevdiğim bir arkadaşım, “Bir işyerinin gerekli tedbirleri almadığını görürsek kime şikâyet edeceğiz?” diye sordu. Dostlar çözüm çok basit; şikâyetle uğraşmaya gerek yok, gitmeyin. Salgını bahane ederek fiyatları ikiye mi katlamış? Gitmeyin.

Her yer açıldı, sokaklar çok daha kalabalık. Sokaklardaki insan sayısı artıyorsa biz de aynı oranda önlemlerimizi arttırmalıyız. Artık çok daha fazla önlem alma, çok daha dikkatli olma zamanı.
Yukarıda da belirttiğim gibi, bu salgın bir gün bitecek. Eninde sonunda bu virüsle başa çıkacağız. Burada sorulması gereken en önemli soru, başa çıkamayacağımız sorunlar gelince ne yapacağımız.

O hiç umursamadığımız çevre var ya, bir gün başımıza altından kalkamayacağımız dertler açacak ve onların altından kalkmak laboratuvarda aşı geliştirmeye çalışmak kadar kolay olmayacak.
Dünyanın bir bölgesi bir anda gölgede 70-80 derece hava sıcaklıkları ile boğuşmaya başlarsa ne yapacağız? Önlenemez yangınlar aylarca devam ederse ne yapacağız? Laboratuvarlarda atmosfer parçaları üretip yama yaparak bu işi çözemeyiz. Yaratabileceği zararı düşünmek bile istemiyorum. İstanbul’da en son ne zaman kar yağdığını hatırlayan var mı? Görülüyor ki, beton yağmur ve kar bulutlarını çekmiyor.
Bir gün sular 10-15 metre yükselirse kaç şehir sular altında kalır biliyor muyuz? Ben de bilmiyorum ama rakamın korkunç bir seviyede olabileceğini tahmin edebiliyorum. Mevsimler şimdiden ileriye doğru kaydı. Yaz sezonu artık 1-1,5 ay geç başlıyor ve kasım ayında hava 30 derece oluyor. Aralık ayında doğmuş bir insan olarak, her zaman “Ben kış çocuğuyum” derdim ama artık sonbaharda doğdum demem gerekecek.

Bunlar gibi yüzlerce örnek verebiliriz. Nehirlerin kurumasından tutun da şiddetli depremlere kadar her şey karşımıza çıkabilir. Görülmemiş boyuttaki yanardağ patlamaları bazı şehirleri hatta ülkeleri haritadan silebilir. Binlerce yıldır bizimle beraber olan buzullar dünyayı terk ettiler.

“Bir musibet bin nasihatten iyidir” demişler. Boşuna da söylememişler. Musibet şu anda bizlerle beraber yaşıyor. Hatta kendi yaşarken bizi yaşatmıyor. Bu yaşananlardan ve kaybedilen canlardan çıkardığımız dersleri muhakkak çevresel sorunlara da yansıtmalıyız.
Hepimiz gördük ki, doğanın şakası yok. Aynen virüs de olduğu gibi, yaşam şeklimizi bugün değiştirmezsek, yumurta kapıya geldiğinde hiçbir şeyi çözemeyiz.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder