İyi Niyeti Kullanmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İyi Niyeti Kullanmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ekim 2018 Pazar

Tanrı İstemezse...

Günaydın dostlar…

Bu sözler Sezen Aksu tarafından mı yazılmıştır bilmiyorum ama tanrı istemezse gerçekten de yaprak düşmez. Kabul ediyorum, rahmetli Müslüm Baba da çok güzel söylüyordu. Ondan dinlemenin de başka bir tadı var.
Allah bize akıl vermiş ve “Aklını kullan” demiş. Neden yapmış bunu? Doğru ile yanlışı ayır, rüzgârın yönünü doğru anla, iyi bir insan ol diye yapmış. “Her şeyden önce de iyi niyetli ol” demiş.


Sen aklını kullanma, hiçbir şey yapma, en ufak bir tedbir alma her şeyi Yaradan’a bırak, böyle bir dünya yok arkadaşlar. O zaman bizlere akıl vermesine gerek yoktu. Sen elinden geleni yap, gerisini Allah'a bırak…

Bunlar tamam da, gene de şarkıda da belirtildiği gibi, tanrı istemezse hiçbir şey olmaz. Ne yaprak düşer, ne de insan düşer. Tarihinde kasırga yaşamamış bir denizde kasırgalar oluşmaya başlıyorsa kesinlikle tanrı istediği içindir. İnsanların aklını kullanmayıp doğanın içine etmesinin de payı var mıdır? Kesinlikle…

Gariptir rüzgârlar; kasırgaları da sana getirebilir; o hep beklediğin, olabileceğine bile inanmadığın kızı da.

Rüzgâr getirir ama tanrı istemezse, dünyanın en güzel ve özel kızı karşına çıkmaz. O bir hediyedir ve Allah istediği için karşına çıkmıştır. Rüzgâra onu verip de sana yollayan tanrıdır. Durup dururken 7 milyar kişinin yaşadığı bir ortamda senin karşına çıkıyor olabilmesi için g….den bal akıyor olması gerekir. O kadar ballıysan git ırmağa gir de balık takılsın.

Tanrı istedi, kızı karşına çıkardı. Sen ne yaptın? Kıymetini bilmedin, rüzgârlara uydun ve öküzcük tavırlarınla kaçırdın kızı. “Ben öküzcüğün tekiyim, kötü rüzgârlara uydum” der miyiz? Tabii demeyiz, “Tanrı istemedi” veya “Kader böyleymiş” gibi bin çeşit arabesk laf hemen imdadımıza yetişir. İşin komik tarafı; bırakın başkalarını, bu duruma kendimiz de inanırız.
Tanrı istemediği için, Fenerbahçe de bir tane bile maç kazanamıyor. Rastgele vurulmuş, orta mı, şut mu olduğu belli olmayan bir top gidiyor doksana takılıyor. Tekrar düşündüm de; bunun nedeni tanrının istememesi değil. Yukarıda da bahsettiğim gibi aklını kullanamayan, rüzgârın estiği yöne göre hareket eden insanların 24 yıl boyunca “Her şeyi ben bilirim”, “Hep benim dediğim olacak” diyen adamı başkan seçmeleri. Böyle bir yönetim tarzının bir organizasyonu nasıl maddi ve manevi olarak dibe vurdurduğunu hep beraber canlı olarak izledik.

Ne demiş tanrı? Aklını kullan, aklını…

Bu sene kış sert geçecek diyorlar. Kış bir yerlerde sert geçerse, Eskişehir’de iki kat sert geçer. Kışın soğuk olması tanrının istemesidir, yün donlarını hazırlayıp tedbir almak sana verilen akılın neticesidir. Unutma, yün donsuz Eskişehir rüzgârlarına dayanamazsın.

Sen derslerini yapma (benim gibi), sokakta oynayan rüzgâra uy, sınavlara çalışma sonra da “Allah’ım bildiğim yerlerden gelsin” diye dua et. Sınav başarısız geçip, ayıptır söylemesi girince de “Tanrı istemedi” diye herkesi inandırmaya çalış. Senin tembelliğinin bir eseri olabilir mi?
Tanrı ister; bugün böyle konuşanlar üç ay sonra başka türlü konuşurlar ve bir anda sokağın akışı değişir. Ne oldu ya? Herkesin hafızası bir anda yerine mi geldi? Tanrı böyle bir şey istemez. Kim ister? Onu da bu işin uzmanı dostlarıma bırakıyorum.

Sen dik durmazsan, çabalamazsan, her esen rüzgârla gidersen, iyi bir şeyler yapmazsan, çok çalışmazsan; şans da sana yardım etmez. Şans her zaman iyi olanın yanındadır. Elinden geleni yap, sonra da işini önce Allah’a sonra da rüzgârlara bırak.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

2 Nisan 2017 Pazar

Senin Savaşın Değil...

Günaydın dostlar…

Üstümüze vazife olmayan savaşların ortasına dalmak gibi bir huyumuz vardır bizim. Ne olduğunu anlayamadan, bir anda kendimizi savaşın ortasında buluveririz. Başkasının başlattığı ve kendi takvimine hizmet eden savaş, kısa bir süre içinde bizim savaşımıza dönüşür. Bir an kenara çekilip de, “Yahu ben bu savaşın içinde ne yapıyorum?” diye de düşünmeyiz.
Suriye’de canlarını feda eden kahraman askerlerimizin savaşından söz etmiyorum. O savaş üstümüze vazife miydi, değil miydi konusu başka bir sabah yazısının konusu. Bizler için canlarını feda edenlere borcumuzu hiçbir zaman ödeyemeyiz. Kahraman şehitlerimizin mekânı cennet olsun…


Bizim buradaki savaşımız, günlük hayatımızda karşımıza çıkan savaşlar. Sokakta kavgayı çıkarıp, sonra da kavgayı senin üstüne yıkıp çekip giden tiplerden bahsediyorum. O evinde mışıl mışıl uyurken sen halen neden içinde olduğunu bilmediğin bir kavgayı sürdürür durursun. İnsanların bir kısmı da bu konuda çok başarılıdırlar. 2 kelime, 2,5 hareketle seni bir anda kavganın içine çekerler.

Bunun ilk örneklerini okul yıllarımızda yaşarız. Çeşitli konular üzerine kulis yaparak insanları etkileme çalışmaları okulların vazgeçilmez yaşam şeklidir. Yapımız da bu yönde olduğu için, kendimizin sevmediği bir insanı, başkaları da sevmesin isteriz. “Ben ona küsüm, sen de onunla konuşma” ruh hali bu topraklarda çok yaygındır. Güzel diyorsun da sevgili kardeşim, senin küs olduğun şahıs bana bir kötülük yapmamış, ben neden küsüyorum? Olmaz; samimi arkadaşımsan küseceksin.

Başkalarını kendi kavgana alet etme durumu, iş hayatına başlamanızla beraber zirveye çıkar. Her iş yerinde masadan masaya dolaşan ve kulis yaparak insanları kendi kavgasının içine çekmeye çalışan tipler vardır. Biz bunlara kısaca “minik zehirli örümcekler” diyoruz. Sen masanın üzerinde derdini anlatmaya çalışırken, o masanın altından bacağını sokuverir. Minik oldukları için de ruhun duymaz.

Yavaş yavaş damarlarında dolaşmaya başlayan zehir, sana haklı bir kavganın içindeymişsin hissi verir. Örümcek bir kere soktu mu,  artık bir daha kurtulamazsın. Bu zehir engerek zehrinden daha etkilidir. Kılıcını eline alıp, Malkoçoğlu gibi gidersin.

Zamanının çoğunu masalarda, odalarda, sigara mekânlarında, kafeteryalarda, içeride, dışarıda; kısacası her yerde kulis yaparak geçiren şahıslar, şirketlerin en tehlikeli çalışanlarıdır. Genelde hiçbir iş yapmadıkları gibi, bir de etrafı zehirlerler.
Minik zehirli örümcekler genellikle uzun yıllar boyunca o şirkette çalışan insanlardır. Bu işin bir evrimi vardır ve kısa süre içinde bu seviyeye gelemezsiniz. İşin püf noktası; yüzüne gülerken, bacağından ısırarak onunla hiç alakası olmayan bir kavgayı, onun dolaşım sistemine aktarabilmektir.
Zehir aktarıldıktan sonra siz artık geriye çekilebilirsiniz. Ön saflara artık Malkoçoğlu geçer ve sizin kavganızı sizden daha etkili bir şekilde götürmeye başlar. Bu aşamada minik zehirli örümceği bir daha da ön saflarda göremezsiniz. Onun görevi bitmiştir artık. İnsanları zehirlemiş olduğuna göre, artık tadını çıkarma zamanıdır.

Orada, burada, çarşıda, pazarda, okulda, işyerinde yanınıza sokulup; sizleri olmadık bir savaşın içine çekmeye çalışan minik zehirli örümceklere karşı uyanık olun. Bir savaşa girip kalbinizi ortaya koyuyorsanız, en azından kendi savaşınız olduğundan emin olun.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…