Bebekler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bebekler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Nisan 2019 Pazar

Birer Birer Artıyor Birer Birer Azalıyor...

Günaydın dostlar…

İlk doğduğumuz anda sadece birkaç hareket yaparak doğuyoruz. Yaşamsal fonksiyonları bir yana bırakırsak, muhtemelen ilk yaptığımız şey ağlamaktır. En fazla aynı anda bir de kollarımızı, bacaklarımızı oynatırız.
Tek bir hareketle başlayan liste, süratle artmaya başlar. Süt emmeyi öğrenir, etrafa bakmayı öğrenir, gaz çıkartmayı öğrenir, kucağa alınmayınca ağlamayı öğrenir, uyumayı öğrenir, şımarıklık öğrenir ve tatlılığını size karşı kullanmayı öğrenir.


Her gün yeni bir şey öğrenir ve yapmaya başlar. Yavaş yavaş emeklemeye başlar, yürümeye başlar, günün birinde de sizi deli edinceye kadar evin içinde koşmaya başlar. En önemlisi de konuşmayı ve soru sormayı öğrenir.

Hep süt içerek beslenen bebek zamanla katı mamaya geçer. Bu büyük bir adımdır. Gelecek kırk yıl içinde katı mamaların sayısı artar da artar. Cici Bebe’den tutun da, cici olmayan bebeye kadar her şeyi yer.

Yeme, içme başlayınca bunlarla beraber çok sağlıklı olmayan yiyecekler de gelmeye başlar. Allah Baba o kadar güzel ayarlamış ki, yemeyi içmeyi çok sevdiğimiz ne kadar şey varsa, hepsinin belli oranda zararı var.
Her zaman “Abartılmadığı müddetçe” veya “Kararında içildiği sürece” gibi cümleler duyarız ama ufak bir sorun var. Biz abartmayı severiz. Her zaman ölçülü davranan, daha doğrusu davranabilen çok az insan var.
Bütün ömrü boyunca, her gün yemeklerden sonra bir tane sigara içmeyi başarabilen kaç tane insan vardır? Bizim dede, benim bildiğim zamanlarda öyleydi ama gençliğini bilemem. Gençliğinde çok içmiş olabilir.

Dediğim gibi; yararlısıyla, zararlısıyla, gereklisiyle, gereksiziyle yeme içme konusu tavan yapar. Doğduğumuzda bir tane değişik şey yapabiliyorken, geçen yıllar içinde bu rakam yüzlere çıkar. Aslında düşündüğünüz zaman çok da fazla şey yapmıyoruz. Bir insan en tepe noktasında kaç değişik şey yapıyordur? Yiyordur, içiyordur, geziyordur, televizyon izliyordur, araba kullanıyordur, ders çalışıyordur, işe gidiyordur, spor yapıyordur vb. hepsini alt alta sıralasak toplam rakam kaç eder?

İnanın toplam rakam binlerce, on binlerce değil. Yüzlü rakamlarla ölçülebilecek bir toplamdan bahsediyoruz. Gerçekten de hayatımız aslında bu kadar basit ve sınırlı. Kuş gibi uçamazsın, balık gibi suyun altında yaşayamazsın. Sana verilmiş birkaç yüz hareketle yaşamın sınırlıdır.
Birkaç yüz de olsa, yaptığın ve yapabileceğin şeyler tavan yapar ve yavaş yavaş yapamadığın ve yapmaman gereken işler safhasına gelirsin. Artık koşmak senin için çok uygun olmayabilir. Doktorlar tempolu yürüyüş tavsiye eder. Gençliğinde barlardan doğrudan okula gittiğin günler olur, yaşlanınca, kaç bar baskıyı taşıyabileceğin günün konusu olur.

Uzun uykular da yoktur artık. Altı, yedi saat senin için çok bile.Birer birer azalanların arasına uyku saatlerinde eklenir. Zaten de uyuyamazsın. Sen, yapılabilecek şeyler dağına çıktın ve artık arka tarafından inmeye başladın. Dağa çıkarken görmediğin, öğrenmediğin şey kalmadı. Bütün bu öğrendiklerin ve gözlemlediklerin zaten uykunu kaçırmaya yeter. Ülkenin durumundan tutun da, dünyanın gidişatına kadar her şey kafanıza takılır. Tabii Fenerbahçe de.

Tepe noktasında belki beş yüz, altı yüz  değişik şey yapıyordunuz ama artık azalma zamanı geldi. Artık herkes peşinizdedir. Doktorlar “Sigara içmek yasak” der, evdekiler “Artık sebze yesek çok iyi olur” demeye başlarlar. Sigara gitti, et gitmek üzere, alkol zaten yasak, tatlı zararlı, beyazdan uzak dur, hamur işi kesinlikle yasak, akşam televizyonun karşısında bir şeyler yemek içmek de yasak; ne kaldı geriye? Hepsi birer birer gitti. Su içip etrafa sırıtmaktan başka alternatif kalmadı.

Liste gittikçe küçülür. Her geçen gün bir alternatifi yok eder. Elli yaşından sonra, “Hadi ben atletizme başlayıp olimpiyatlarda ülkemi temsil edeyim” diyemezsin. O tren kaçmıştır artık. “Her şeyi zamanında yapacaksın” diye bir laf var ya, aslında o çok doğru bir laf. Zaten stresten de uzak durman gerekiyor.
Her ne yapmak istiyorsanız, başlamak için bugünden daha güzel bir gün olmayacak. Yarın trenin kaçması için zamanınız bir gün daha azalacak. Tren kaçtıktan sonra, değil Everest Tepesi’ne, mahalledeki tepeye bile çıkamayacaksınız.

Birer birer artar, birer birer azalır. Tek bir hareketle ağlayarak başlayan yolculuk, tek bir hareketle son nefesin verilmesiyle son bulur.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

19 Haziran 2014 Perşembe

Has Survivor...

Dün gece maçları seyrederken ve de kanallarla oynarken yine kanalların birinde Survivor vardı. Yanılmıyorsam, final akşamıymış. İnanmayacaksınız ama artık bitiyormuş. Okullar bitti, Survivor halen bitemedi.


Düşünüyorum da, bu oyun %99.9 zengin bir ülkede icat edilmiştir. Muhtemelen de Amerika’da ortaya çıkmıştır. Tam böyle, zenginlikten, rahatlıktan ne yapacağını şaşırmış insanların ortaya çıkarabileceği bir oyun gibi durmuyor mu? “Bir oyun yapalım, insanlar gönüllü olarak gidip orada aç susuz yaşamaya çalışsınlar, bizde, Kardashian’ların evi gibi bunları filme çekip her gün televizyonda yayınlayalım” fikri cazip gelmiştir

Fakir bir Orta Afrika ülkesinden Survivor fikri çıkmaz. Onlar en fazla, eski araba lastiklerini yollarda yuvarlayıp, patlak toplarla futbol oynarlar. Hayat, onlar için zaten her gün Survivor’dır.

Bugün, Survivor’ın hası, Dominik Cumhuriyetinde veya Panama’da değil, bu coğrafyada Irak’ta, Suriye’de yaşanıyor. Başta Türkmen kardeşlerimiz olmak üzere, herkes bir var olma mücadelesi veriyor. Devlet otoritesinin sıfır olduğu, 70 çeşit örgütün cirit attığı topraklarda gerçek bir yaşam savaşı var.
İnsanlar korumasız, gidecekleri bir yer yok, şikayet edebilecekleri bir merci yok. Ne ordu var, ne polis. Yanına bir bavulunu alan, çocuğunun eline en sevdiği oyuncağını tutuşturan kaçıyor. Üstelik de, çoğu nereye kaçtığını bilmeden kaçıyor. Gazeteci soruyor, nereye gidiyorsunuz diye, Erbil’e diyorlar. Erbil’de yakınlarınız mı var deyince, “yok” diye cevap veriyorlar.
Yaklaşan ve de ne yapacağı belli olmayan bir terör örgütünden kaçıyorlar, ölmemek için kaçıyorlar. Allah kimseye vermesin, evini barkını her şeyini bırakıp, bir iki günlük eşyayı bir bavula ve bir çamaşır sepetine koyarak kaçmak ne kadar korkunç bir durum. Döndüğünde, evin yerle bir olmuş da olabilir veya hiç de dönemeyebilirsin.

Ellerdeki, kucaklardaki minik çocukların üzgün, durgun, yaşlı gözleri,, bütün bilmek istediklerinizi size anlatıyor. Annesi iki bebeğini birden almasına müsaade etmediği için, bebeklerinden birini garip bir belirsizliğe bırakmak zorunda kalan minik Ayşe’nin gözyaşlarını kim silecek? Çıktığı bu belirsizlik yolculuğunda, bir elinde sarı saçlı bebeği, diğer elini annesi çekiştirirken, onun aklı, üşümesin diye kendi yatağına yatırıp, üstünü örterek, geride bırakmak zorunda kaldığı siyah saçlı bebeğinde kaldı. Gözyaşları minicik yanaklarından aşağılara süzülürken, içinden kendi kendine söz veriyor minik Ayşe ve “üzülme siyah saçlım benim, bir gün mutlaka geri gelip seni alacağım” diyor.

İnsanlar korkuyor, kaçıyor, 50 derece sıcaklıkta, aç, susuz yollara dökülüyor. Yarını belli olmayan yolda, takım oyunları yok, oylamalar yok, iletişim oyunu hiç yok, hediye yiyeceklerde yok. Belirsizlik var, korku var, ölüm var. Dokunulmazlık da kazanamıyorlar. Gelenler, kim dokunulur, kim dokunulmaz, dinlemiyor. Burası Dominik Adası değil, hayatın ta kendisi.

Ne yazık ki, minik Ayşe’nin Survivor’ı, Acun’un Survivor’ı kadar ilgi çekmiyor. Irak’ta yaşanan insanlık dramına ilgi çekebilmek için, Acun’un, Survivor’ı Irak’tan mı yapması gerekiyor? Yüce rabbim, kimseyi evini, barkını bırakıp, belirsizliklere kaçmaya mecbur etmesin. Böyle bir acıyı ve korkuyu ancak yaşayan bilir, başkalarının tahmin bile edemeyeceği bir hayattır bu.

Kimse evini, son defa toplayıp, yatakları yapıp, bulaşıkları yıkayıp, kapı önündeki ayakkabıları dizip bırakıp gitmek zorunda kalmasın. Son defa sokak kapısını kilitleyip, elindeki anahtarın, bir daha gerekli olup, olmayacağını bilmeden giderken, yatak odasının penceresinden size “beni bırakmayın” gözlerle bakan, siyah saçlı bebekler üzülmesin.
Bundan sonra minik Ayşe’ye bin tane de bebek alsanız, Telafer’in dar sokaklarındaki, minik evdeki, minicik yatağında, üzerinde yemek lekeleri olan, minik pembe battaniye ile üzerini örtüp, bıraktığı, siyah saçlı bebeğini unutabilir mi?