Bilgisayar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bilgisayar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Mayıs 2016 Perşembe

Kıskanırım Seni Ben...

Günaydın dostlar…

Bilgisayarların yapısı ve çalışma şekilleri bizim ahlakımızı bozdu diye düşünüyorum. Bilgisayarların üzerinde yapılan bir işlemin, sonradan gidip geri alınabilme özelliğini, hayatımızın diğer parametrelerine de aktarmaya çalışmaya başladık.
Dün televizyonda izlediğim “hayatı sıfırlama” talebi, benim çok ilgimi çekti. İnsan hayatının fabrika ayarlarına dönebilmesinin, akıllı telefonlar kadar kolay olmayacağını anlıyor olabilmemiz gerekiyor diye düşünüyordum.


Günümüzde, hemen hemen her programın bir “geri al” butonu var ama ne yazık ki hayatımızda böyle bir seçenek yok. Artı eksi yaşanan her şey, bütün yol boyunca sepetimizde bizle beraber geliyorlar. Herkes kendi sepetinin ağırlığını ömrünün son gününe kadar taşıyor.

Geri al butonunu, ben özür dilemek olarak algılıyorum. Yapıyorsun bir hata, sonra hemen “Özür dilerim” diyerek, hatandan dönüyorsun. Bilgisayarların en iyi tarafı da kindar olmamaları, diye düşünüyorum. Ne hata yaparsanız yapın, özür dilediğiniz zaman hemen unutuveriyor. Bir daha da hiçbir zaman gündeme getirmiyor.

Bilgisayarlarda, toptan sıfırlama şansınız da var. İşleri iyice çorba ettiğiniz zaman, baktınız ki olmuyor; bilgisayarın sabit diskini toptan sıfırlıyorsunuz. Sıfırlama işlemi artı eksi her şeyi götürüyor ve bembeyaz bir sayfa açıyor.

Bu sabah bu konuya girmemize neden olan genç kız, “Senin geçmişte hiç kız arkadaşın oldu mu?” diye, genç adama bir soru sordu. Tecrübesiz çocuk, “Evet oldu” diyerek, ikinci sorunun gol pasını hazırladı. “Senin için önemli miydi?” şeklinde gelen penaltı vuruşu da, çocuğu bitirdi.

Haklısınız, kız arkadaşı olduğuna göre, tabi ki onun için önemliydi ama bunu bir kadına söylediğin an, senin hayatının kırılma noktalarından biri olur. Hiçbir kadın, 1300 sene önce başka bir kadının da senin için önemli olmuş olması bilgisini kaldıramaz. Böyle bir cevapla, gelecek 100 sene boyunca, en beklemediğin anlarda gündeme getirilmek üzere, şahane bir konu yaratmış olursun. Yoğun bir günden sonra, tam yastığınla bütünleşeceğin sırada, “Sen zaten 1300 yıl önce de Ayşe’yi de sevmiştin” şeklinde veya başka huzurunuzu bozacak şekillerde gündeme gelebilir.
Bütün erkekleri, bu tip toplara girmemeleri konusunda bir kere daha uyarıyorum. Sonra gelip bana ağlamayın. Bu tip sorulardan en zararsız şekilde sıyrılmaya çalışmak, gelecek günlerdeki huzurunuzun da teminatı olacaktır. Dişi kediye bile, başka bir dişi kediye değer verdiğinizi söylemeyin.

Aylin’in liseye gittiği dönemlerde, rehber öğretmen ısrar kıyamet beni okula çağırmıştı. Konuşma esnasında, ben de, “Kızlar, bir arkadaşlarının başka bir arkadaşlarıyla daha samimi olmalarını kaldıramıyor” gibi bir şey söylemiştim. Kadının bana cevabı da, “Doğrudur, ben de öyleyim” olmuştu.

Öyle diyoruz ama bu çocukcağız golü yedi bir kere. İşin daha da enteresan yanı, kızın sürekli olarak “Ben bunu kaldıramam” demesiydi. Bir şekilde git ve bu yaşadıklarını geri al, bir daha da (geçmişte bile olsa) herhangi bir kadının senin için önemli olduğunu duymayayım demek istiyor.

Ayrıca şunu da çok iyi biliyoruz ki, bilgisayarın mimari yapısı ile kadınlarınki çok farklı. Bilgisayarda sıfırlarsın gider ama kadınlarda sıfırlasan da gitmez. Her münakaşa ortamında, “Sıfırlamadan önce geçmişte sen o kıza değer vermiştin” şeklide gündeme gelir.
Hayat, uzun bir yolculuktur. Yaşanan her tecrübe de bu uzun filmin kareleridir. İçinde mutlulukları da barındırır, hüzünleri de, sevgileri de barındırır, nefretleri de. Kanunlarımıza uyduğu sürece, yaşadığınız hiçbir şeyden pişman olmayın ve geçmişinizi yok sayma çabaları içine de girmeyin.

Siz bilgisayar değilsiniz, fabrika ayarlarına dönemezsiniz. İçinizdeki işletim sistemini beğenmeyen, gitsin kendininkini yazsın…
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

3 Aralık 2014 Çarşamba

Yağmurlu Bir Gündü...

Yağmurlu bir gündü, tıpkı bugün gibi, kaybetmiştim seni, taştı gözyaşım, karıştı yağmura. Ne güzel sözler değil mi? Nedendir bilmiyorum ama sabahtan beri bu şarkıyı mırıldanıyorum ama bugünkü konumuz bu değil.

Hepinizin bildiği gibi, eski bilgisayarımın beni terk etmesinden sonra, yeni bir bilgisayar ile yepyeni bir ilişkiye başladım. Pazar sabahı buluşmaya giderken de aynen bu sabahki gibi yağmur yağıyordu. Mırıldanmalarımın nedeni, belki de pazar sabahının da böyle yağmurlu bir gün olması olabilir.
 
İnanmayacaksınız ama bu sabah sizlerle paylaşmak istediğim konu, bilgisayar alımı da değil. Asıl söz etmek istediğim konu yağmurlu pazar sabahında sokaklarda olan alışık olmadığımız türden insanlar.
Şaşkınbakkalda’ki dar demiryolu köprüsünü hepiniz bilirsiniz. Yağmur yağdığında o köprünün altındaki yolun su dolduğunu da buralarda yaşayan herkes çok iyi bilir. Siz kenardaki 13 cm genişliğindeki kaldırımdan geçmeye çalışırken, suyun içine son hız dalan arabalar sizi donunuza kadar ıslatır. Yağmurda o köprünün altından geçmeye çalışmak riskli bir iştir.

Ben arabayla köprüye doğru giderken, tam karşıdan gelen arabanında böyle bir iş yapacağını düşünüyordum ki, araba birden yavaşladı ve sakin bir sandal edasıyla geçti köprünün altından. Kendilerini çamurlu su banyosu almaya hazırlamış insanların da hevesi kursağında kaldı. Kim bilir belki de şifalı bir çamurdur ve insanlar bilerek yapıyorlardır. Uyku sersemi bu ince düşünüş beni şaşırttı ama çok ta üstünde durmadım.

Atatürk Caddesi’nin köşesindeki yaya geçidinin oraya geldiğimde bu sefer de arabanın teki geçitteki yayalar için durdu. Artık çok fazla olmaya başladılar. Kamera şakası filan mı acaba diye etrafıma bakınmaya başladım. Rüya olmadığından eminim ama yine de bir terslik var. Yoksa uyurken bir anda bir Orta Avrupa ülkesine filan mı gittim?

Şaşkınlıklarımı üzerimden atıp, Meydan alışveriş merkezinde 1300 tane bilgisayarın yan yana dizildiği mağazada aldım soluğu. Bakmadığım bilgisayar kalmadı. Millet sokaklara dökülmeden erkenden gideyim diye düşündüğüm içinde içeride neredeyse benden başka kimse yoktu. Kimse olmayınca çalışan çocukların bütün ilgisi benim üzerimde. Hepsi nasıl ilgili ve bilgili inanamazsınız. Ağabey diye etrafımda dört dönüyorlar ama bu kadarı da fazla artık. Yola çıktığımdan beri maruz kaldığım medeni ve iyi niyetli davranışlar sinirimi bozmaya başladı.

Lafı uzatmayalım sonunda bir markaya karar verip alımı gerçekleştirdik ama bir de içine programların kurulması gerekiyor. Bunun için de aşağıya inip, kasada ödeme yapıp, bilgisayarı teknik servise vermek gerekiyor. Biliyorsunuz günümüzdeki bilgisayarlar artık çok küçük ve hafif ama satışı yapan çocuk, “Ağabey sen yorulma ben taşırım aşağıya kadar.” dedi.

Fazla iyilik, her zaman can sıkıcıdır. İki ihtimal var. Ya benim lokum kutusu büyüklüğündeki kutuyu aşağıya kadar taşıyamayacağımı düşünüyor, ya da çocuk gerçekten iyi niyetli. Lokum demişken, tabi ki Sahi İstanbul lokum kutusundan bahsediyorum. 20 TL yükleme parasını da vermedim. Bu kadar alım yaptım hayatta vermem deyince aralarında hallettiler.

Bilgisayarın kurulması bir zaman alacak, oldu olacak şuradaki kahveciye gireyim dedim. Kahvenin parasını ödedim, tam öbür tarafa gidip kahvemi alacakken, orada çalışan çocuk, “Ağabey sen otur, ben getiririm.” dedi. Haydaaa, kesin rüyadayım, kesin.
Gazeteler bazen, “Pazar sabahı Kadıköy’de ne oldu?” gibi başlıklar atıyorlar ya, gerçekten ne olduğunu ben de bilmiyorum. İyi niyetli, medeni, nazik insanların hepsi bana denk geldi. Belki olacağı vardı, belki de öküzcükler uyanmadan sokağa çıktığım için hiçbirine rastlamadım.

Aslında ne olduğu çok ta önemli değil, önemli olan bu ülkede (sayıları giderek azalsa da) halen birçok güzel insanın olduğudur. Kimse öküzcükler yüzünden insanlığa olan inancını kaybetmesin…

1 Ağustos 2014 Cuma

Allah Kimseyi Bilgisayarından Ayırmasın...

CCI’da çalıştığım günlerde sabahın köründe çocuğun biri geldi “bilgisayarını değiştireceğim, yenisini vereceğim” dedi. Yeni bir bilgisayar hiç de fena olmaz, dedim “Allah razı olsun”... Dedim “iyi güzelde bu iş ne kadar sürer?” Dedi “bir buçuk saat kadar sürüyor”. Dedim “harika”.

Bir müddet sonra aradılar ve “hazır bilgisayarını almışken seni Outlook’a da geçireceğiz” dediler... “Güzel olur ama o ne kadar sürer” deyince 1,5 saat de o sürer dediler. Matematiğimde iyi ya hemen başladım hesap yapmaya. Ulan dedim 1,5 + 1,5 = 3 saat eder hadi bilemedin 3,5 saat eder. “Tamam, değiştirin ulan” dedim.  Zaten sabahleyin benimde toplantılarım filan var idare ederiz diye düşündüm.
 
Öğlen oldu yemek yedik, kahvemizi de içtik ama bilgisayardan haber yok... Kendi kendime dedim sabah sabah adamın biri geldi bilgisayarını değiştireceğim dedi bende verdim bilgisayarı aldı gitti. Allah bilir adam aldı bilgisayarı kaçtı. Ne sordum ne ettim... Tanımam etmem kendi ellerimle verdim gitti. Bir de akıllı geçinirim... Kimdi bu adam... Allah bilir bizim poğaçacı amcanın arkadaşıdır. Belki de sokaktan geçen biriydi sabah sabah binada benden başka kimse olmadığı için, geldi benim bilgisayarı aldı gitti.
Madem dedim bilgisayarsız kaldım canımda sıkıldı dedim bunları da biraz huzursuz edeyim. Açtım telefonu “Filiz Hanim dedim biri geldi bilgisayarımı aldı yok oldu gitti.

“Kimdi” dedi.  Dedim “bilmiyorum”, “galiba poğaça işindeler”...

“Ben bir pesine düseyim” dedi. Filiz hanım öğleden sonra 3:00 gibi bilgisayarın izini buldu ve “saat 4.00 te getireceklermiş” dedi. Aldı beni bir heyecan. Saat daha 3:00. Nasıl geçecek bu bir saat? Daha tamı tamına 60 dakika var.

Neyse heyecan içinde gözüm kapıda poğaçacının akrabasını bekliyorum ama saat 4:00 oldu ne gelen var ne giden. Akrabalarına küsüp de 35 sene sonra televizyon programlarında barışanlar gibi gözüm kapıda kalbim küt küt atıyor bekliyorum. Kapı açıldığında acaba poğaçacının akrabası elinde bilgisayarımla içeri girecek mi?

Boş gözlerle kapıya baktım durdum ama gelmedi. Saat 4.00 oldu, 4:30 oldu, 5:00 oldu poğaçacıdan eser yok. Umutlarım iyice azaldı artık. Mesai bitti gözlerim koridorlarda bilgisayarımı aradı ama nafile, ne gelen var ne giden... Koridorlar sessiz koridorlar karanlık... Herkes şen şakrak evine giderken ben dolu gözlerle bos koridorlara bakıyorum... (bu arada da kendi kendime geri zekalı Emin keşke güvenmeseydin adama diyorum)
Umutsuz çaresiz gözlerimde yaşlar evin yolunu tuttum... Tahmin edeceğiniz gibi akşam hiç uyuyamadım. Ne zaman gözümü kapatsam gözümün önüne hep bilgisayarım geldi Gecenin karanlığı bitmek bilmedi...
Sabah bir umutla erkenden geldim ama gelen giden yok, saat erken ve poğaçacı uyuyor.

IT departmanındaki sevgili kardeşlerimin hepsi bilgisayarın peşine düştü ve tabi ki de Filiz Hanim. İnanmayacaksınız ama saat 10:30 gibi bilgisayarım geldi.

O ani hiç unutmayacağım, gözlerimde sevinç gözyaşları bir müddet öylece kalmışım. Kendimi toparladığımda bilgisayarla göz göze gelemiyordum ama kısa bir süre sonra yine alıştık birbirimize.
Allah kimseyi bilgisayarından ayırmasın....

4 Nisan 2014 Cuma

Michigan'da Bilgisayar Okumak

Günaydın Dostlar,

Bu güzel cuma sabahında artık hepimizin güncel olaylardan çok sıkıldığını düşünüyorum. Gelin bırakalım 2014’ün İstanbul’unu, 1970’lerin Michiganı’na gidelim. Yıl 1978 - 1979. Emin’in 19 20 yaşlarında Michigan’da üniversiteye gittiği yıllar.


O günlerde çok revaçta olduğu ve de çok yeni bir konu olduğu için ben de bilgisayar okumaya karar vermiştim. Bu konuya epeyce bir merakım da vardı. Sevgili arkadaşım, kardeşim Bülent ile beraber yıllarca Michigan’ın kışın averaj -25 -30 derece olan havasında uğraşıp durduk. Bülent hep yanımdaydı. Benden birazcık küçük olduğu için beni çok sever, sayardı. MBA yaptığımız yıllar da hep beraber geçti. Çok şey yaşadık sevgili Bülent’le. Ne yazık ki Türkiye’ye döndükten kısa bir süre sonra sevgili Bülent Ankara’da bir trafik kazasında vefat etti. Üzerinden yirmi yıla yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen seni hiç unutmadım, mekanın cennet olsun sevgili kardeşim.

Michigan’da şartlar zor. Paramız yok denecek kadar az. Okullarda, şu andaki dizüstü bilgisayarlar kadar hafızası olmayan ama ağırlığı on üç ton gelen bilgisayarlar var. Bilgisayarı kullanabilmek için günler önceden iki saatlik bir saat dilimini rezerve etmen gerekiyor. Fortran programlarının tek tek delikli kartlara yazıldığı dönemler. Hemen hemen hiçbir paket program yok.. Biz tam okulu bitirirken yavaş yavaş Lotus 123, Word Perfect gibi programlar ortaya çıkmaya başlamıştı.
Sevgili Bülent ile birlikte genelde biz gece gündüz ayaktaydık. Biraz uyuduksa da saati sabahın 03.00’üne, 04.00’üne kurarak kalkıp okula gittiğimiz çok olmuştur. Dışarısı -30 derece iken kalkıp, giyinip okula gitmek hiç de kolay bir iş değildir. Tabii yün donsuz olmaz. Michigan’da yaşayan herkes en az yılın altı ayında yün don giyer. Kış bitince de bir anda yaz gelir. İki hafta içinde sıcaklığın -30 dereceden +30’a geçtiğini hatırlarım. Yün donunu çıkarmayı unutursan bu seferde kurdeşen dökersin.

Bütün gece ayakta olan insanların karnı da acıkır. O zamanın Michiganı’nda o saatlerde sadece arabaya servis kısmı açık olan Burger King vardı. Rahmetli Bülent gece yarısı beni arar ve "Burger King alıp geleyim mi ağabey?" derdi. Gece saat 01.00 de şu anki Okan Bayülgenlerin, Beyazların örnek aldığı David Letterman’ın programı başlardı. Burger Kingleri yerken muhakkak oturup onu izlerdik. Bu bende öyle bir alışkanlıktır ki muhakkak en az ayda bir kere canım, Burger King ister. Sevgili kardeşim Mutlu hatırlayacaktır, yıllar önce bir gün Mersin’de “Ne yiyelim?” dediğinde Burger King diye tutturmuştum. Bu arada David Letterman da bin yaşına gelmiş ama halen programı devam ediyor.

Program bitiminde yine yazılmış programlar yerlere saçılır ve neresinde hataları olduğu bulunmaya çalışılırdı. Bir şeyleri değiştirdin, gittin denedin ve yine olmadıysa belki bir dahaki denemeni ancak 15 20 saat sonra yapabilirsin. Her dakika terminaller elinin altında olmadığı için eline geçirdiğinde deneme şansını çok iyi kullanman gerekir. Bunlar tabii bir de normal terminaller. Grafik işi iyice sakattı. 45 50 bin öğrencisi olan okulda sadece iki tane grafik çizebilen terminal vardı. Onlara da neredeyse lisedeyken rezervasyon yaptırman gerekiyordu.
Bitirme projesi olarak bana Saginaw – Michigan’daki at yarışlarının programının yazılmasını vermişlerdi. Aylarca üzerinde uğraştığım çok zor ve detaylı bir projeydi. At yarışlarını bilenler bilir, çok çeşitli oynama şekilleri var. Burayla tamamen aynı mı bilmiyorum ama orada, tek bir yarışta bu at birinci olacak diyebiliyorsun veya ilk üçe girecek diyebiliyorsun ya da bu birinci bu ikinci olacak diyebiliyorsun vs vs. Hepsinin ayrı ayrı kazanma oranları var. Ben, hayatımda hiç at yarışı oynamadım ama işin nasıl yürüdüğünün detaylarını iyi bilirim.

1980 başlarında, içinde 8085 – 8088 mikroişlemci bulunan IBM PC’ler piyasaya çıkmaya başladığında artık bizim işimiz hemen hemen bitmişti. Ulan uçuyor bunlar keşke bizim zamanımızda da olsaydı filan diye konuşuyorduk. Sevgili Bülent “Bunlardan bir tane eve aldığımızı düşünebiliyor musun?” derdi. Doğru hatırlıyorsam 5 Mhz civarı da bir hızları vardı. Günümüzde oyuncaklarda bile çok daha hızlı işlemciler var.

Michigan’da zor, kısıtlı ama güzel bir hayatımız vardı. Diplomayı alana kadar herkes gibi biz de çok uğraştık. Gecenin ortasında buldum buldum diye yataktan kalktığımız çok olmuştur. Programın neden çalışmadığını buldum zannedersin, giyersin yün donunu, gidersin okula, denersin ve yine olmaz. Halbuki otuz dokuz dakika önce yatakta sana çok mantıklı gelmişti. Kafamızda devamlı yazdığımız programlar, yaptığımız projeler vardı. Yatakta, uykuda, Burger King’te her yerde hep yazmaya çalıştığımız programların mantığını düşünürdük.

Bütün programlarımı, projelerimi saklamıştım ama Türkiye’ye dönerken mecburen atmak zorunda kaldım. Bugün artık her şeyi yapan o kadar çok paket program çıktı ki bizim üç gün uğraşarak, bir program kodu yazarak yaptığımız işleri bu programlar bir saniyede yapıyor. Günümüzde artık alt seviye dillerin bile yazılması, anlaşılması daha kolay. Alt seviye, üst seviye bütün diller zaman ilerledikçe kullanıcılar için daha kolay (user friendly) bir hale getirildi.
O günlerden ne programlar kaldı ne de bilgisayarlar. Çöpten çıkartıp kullandığımız yataklar da yok. Michigan’da kışlar bile o kadar soğuk olmuyor artık. Emin’in kalbinde tek kalan anılar ve sevgili kardeşi Bülent’in hiç değişmeyecek olan yeri.

Hemen belirteyim, resimdeki arkadaş Bülent değil.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın...