Güzel ülkem derin bir
uykuya daldıktan sonra otelin lobisine iniyorum. Lobinin sakin kafe ortamında,
iki teyze ve bir amca oturmuş bağıra bağıra dertlerini ortaya döküyorlar. Yaşları
muhtemelen benim yaşıma yakın olan bu insanların sıkıntıları çok büyük. Milletin
ne konuştuğunu hiç dinlemem, hiç de merak etmem ama samimi bir ortamda,
konuşmalar da yüksek sesle olunca ister istemez her söyleneni duyuyorsunuz.
Önce sarışın teyze alıyor sazı eline.
Teyzemin derdi otoban
bağlantı yolları ile alakalı. Birçok ülkede olduğu gibi Amerika’da da büyük
otobanların, yoğun trafik olan bağlantı noktalarında otobana giriş ışığı var.
Trafiğin yoğunluğu otomatik olarak ölçülüyor ve akışın hızına göre otobana
girecek olanlara yol veriliyor.
Işık belirli
aralıklarla yeşil yanıyor ve her yeşilde bir araç otobana dâhil oluyor. Bizde
olsa kaç araç girebileceğini düşünebiliyor musunuz? Yoğunluk azaldıkça da yeşil
ışık daha sık ve daha uzun yanmaya başlıyor. Doğal olarak bunun nedeni de,
anayolu sürekli akar bir halde tutup, içinden çıkılmaz bir düğüm haline
getirmemek.Bizim teyzenin sıkıntısı da bu noktada başlıyor. Buraların göbeğinden geçen 495 numaralı otobanda, yeşil ışık yanma sürelerinin trafik yoğunluğu ile çok da uyumlu olmadığını düşünüyor. Kadının sıkıntısına bakın; oturmuş bunları düşünmüş. Allah başka dert vermesin. Masalarına gidip, “Bizde de her gün trafik kazalarında 20 kişi ölüyor” demek istiyorum.
Teyzem, iki bira içim süresi kadar bir zamanda bu konu ile ilgili bütün sorunlarını dile getirdikten sonra, söze öbür teyze giriyor. Onun derdi de itfaiye araçları. Amerika’da her şeye itfaiyeciler koşuyor. Günde 20 defa siren sesleri duyuyorsunuz. Bizden farklı olarak, buradaki itfaiyeciler can kurtarma işi de yapıyorlar. Biz de o işleri ambulans ile gelen sağlık personeli yapıyor.
İyi güzel de sıkıntı nerede? Durun bir dakika, hemen anlatacağım. Bu itfaiye araçları bütün ışıklarını ve sirenlerini açıp yollarda giderlerken, teyzemi ürkütüyorlarmış. Aynadan kocaman bir aracın bu şekilde üstüne geldiğini görünce, teyzem ne tarafa kaçacağını şaşırıp, bulunduğu şeridin ortasında duruyormuş. Aslında belki de en iyisini yapıyor.
Amerikalıların bir iyi
tarafı vardır. Gidip de problemlerini başkalarının kucağına atmazlar. Muhakkak
problemleri ile ilgili olarak bir de öneri getirirler. Teyzemin önerisi de,
itfaiye araçlarının sadece yan taraflardaki ve arkadaki ışıklarını açarak
hareket etmeleri yönünde. Allah başka dert vermesin. Masalarına gidip, “Bizde
de geçen gün köprünün yüksekliğini hesap edemeyen itfaiye aracının merdiveni,
köprüyü yıktı” demek istiyorum.
Biralar bitiyor,
Amerikalının derdi bitmiyor. Kadınların 4 saatlik seansından sonra sıra zavallı
amcama geliyor. Amcamın derdi saat 17.00 – 19.00 arası 5 Dolara satılan
biraların neden daha sonraki saatlerde fiyatının arttığı konusu. “Bence hiçbir mantığı yok” diye söze başlıyor sevgili amcam. Bira aynı bira, mekân aynı mekân; ne değişiyor da bira fiyatı artıyor? “Saat 19.00’dan sonra biraya zam mı geliyor, vergisi mi artıyor, ne oluyor?” diye soruyor bizim amca. Sorularına cevap bulabilir mi bilmiyorum ama beni çok güldürdüğü kesin.
Her şeyi bilen teyzeler, “Belli saatlerde müşteriyi buraya çekmek için fiyatları ucuzlatıyorlar” diyerek izah etmeye çalışıyorlar ama bizim amca oralı bile olmuyor. “Ucuzlattıkları saatlerde zararına mı satıyorlar?” diye sorunca beni bitirdi. Allah başka dert vermesin. Masalarına gidip, “Bizde de zaten üzerinde 70 çeşit vergi olan biranın vergi oranları arttırıldı” demek istiyorum.
Gördüğünüz gibi
dostlar, Amerika’nın (ve Amerikalının) her şeyi farklı olduğu gibi, sıkıntıları
da farklı. Görülüyor ki, sıkıntılar büyük olmayınca, küçükler hemen onların
yerini dolduruveriyor. Allah, bize de itfaiye araçlarının hangi ışıklarını yakacakları
konusundan başka hiçbir derdimizin kalmadığı günler göstersin.
Hepimizin sıkıntısız
günler görmesi dileği ile ilk defa Türkiye dışında bir yerlerde yazdığım sabah
yazımı noktalıyorum.
Sağlıklı kalın, mutlu
kalın…
Emin Bey Merhaba,
YanıtlaSil"Allah başka dert vermesin" bence bu en doğru cümle :D