Sinemaya çok fazla
gitmediğim için, “Bohemian Rhapsody” filmini de bu güne kadar izleyememiştim.
Bütün arkadaşlarım, dostlarım gitti ama ben bir türlü gidememiştim. Malum çok yoğunum…
Filmi çok beğendim. Bu
filmi halen izlememiş arkadaşlar varsa, “Bir dakika bile beklemeyin” derim. Su
gibi akıp gitti. Uzun da bir film olmasına rağmen çok çabuk bitti. Bir yandan
da, “Müslüm” filminin İngilizcesini seyrediyormuş gibi hissettim. Çok farklı
hayatlar olmakla beraber (Müslüm Baba’nın hayatı çok daha çileliydi) çok fazla
ortak yanlar da vardı. Biz hiçbir zaman bilmeyeceğiz ama şöhret böyle bir şey
galiba.Ortaokul ve lise yıllarında sürekli bu tip grupları dinlerdik. Ben en çok Deep Purple dinlemeyi severdim ama Queen de en sevdiğim gruplar arasındaydı. 1969 yılında yayınlanan King Crimson’ın “In the Court of the Crimson King” albümü bizim için bir milattır. Gerçekten de plakçıya gidip aldığımız ve yıllarca dinlediğimiz ilk albümlerden biridir.
"Plakçı" demişken Ankara Kızılay’daki Soysal Pasajı’ndaki Cemil Plak Evi’nin sahibi sevgili Cemil ağabeyi de buradan saygıyla anıyorum. Bir şekilde bu albümleri bulup getirirdi. Para biriktirip Cemil’den albüm almak, çok büyük bir zevkti.
Hatırladığım bir diğer
albüm de, 1971 yılında piyasaya çıkan Led Zeppelin IV albümüdür. Bu yıllardan
sonra muhteşem albümler arka arkaya gelmeye başladı.
1971’de yayınlanan
Jethro Tull’ın Aquaulung albümü, 1972’de yayınlanan Deep Purple’ın “Made in
Japon” albümü, 1973’te yayınlanan Pink Floy’dun “Dark Side of The Moon” albümü,
1974’te yayınlanan Camel’ın “Mirage” albümü ve 1975’te yayınlanan Queen’in “A
Night at The Opera” albümü aralıksız dinlediğimiz albümlerdi. Her birini
yüzlerce kere dinlemişizdir ve hala da dinlerim.
Tabi bu arada yine
1975’te yayınlanan Pink Floyd’un “Wish You Were Here” albümünü ve Renaissance'ın “Scheherazade & Other Stories” albümünü de
unutmamak lazım.Daha sonra Amerika’da yaşadığım yıllarda bu grupların birçoğunun canlı performansını izlemek şansım oldu ama Queen konserine hiç denk gelemedim.
1985 yılındaki “Live
Aid” konserlerini bütün bir gün boyunca televizyondan izlemiştim. Çok önemli
bir organizasyondu ve nerdeyse bir Queen konserine dönüşmüştü. Bu filmde de
Live Aid’e çok uzun yer ayrılmasına çok mutlu oldum. O konserin öncesinde ve
sonrasında Queen adına yaşananları çok iyi bildiğim için, filmin bu kısmı beni
çok duygulandırdı. Gözlerim dolarak, zevkle izledim.
Tahmin ettiğiniz gibi,
eve gelince “A Night at The Opera” albümünü baştan sona bir kere daha dinledim.
Filmde sözü edilen “You’re My Best Friend” şarkısı da bu albümde ve çok güzel
bir şarkıdır.
“Bohemian Rhapsody”
filminden çıkarmamız gereken bir ders de, takımı bozduğunuz zaman bir yere
varamadığınızdır. Ne kadar iyi müzisyenleri bir araya toplarsanız toplayın,
takım ruhunu kaybettiğiniz zaman hiçbir zaman başarılı olamazsınız. Sadece
Freddie Mercury değil, Deep Purple’ın efsane solisti Ian Gillan da dahi olmak
üzere birçok solist solo kariyerler için gruplarından ayrıldılar ama
gruplarının yarısı kadar bile başarılı olamadılar.
Kendini herkesin çok
üstünde görmeye başladığın zaman, tehlike çanları da çalmaya başlıyor. Ne kadar harika olduğunu senin değil başkalarının düşünmesi gerekiyor. İnsanlar
müziğini dinlemediği zaman bir anda dibe vuruyorsun. Freddie gibi Ian Gillan’ın
da çok ciddi içki ve sigara sorunları vardı ve yıllar içinde onun da efsane
sesinden eser kalmadı. “Jesus Christ Superstar” rock operasındaki muhteşem
performans da artık sadece anılarımızda ve plaklarda kaldı.
İnsan böyle bir film
izlerken, “Keşke Aşkı Memnu Beşir gibi öksürmese” hissine kapılıyor ama her
şeyi o kadar çabuk tüketiyorlar ki, hayat da buna paralel yol alıyor. Erişecek
hedef kalmayınca insanoğlu değişiklik, farklılık aramaya başlıyor. Her iki filmin (Müslüm ve Bohemian Rahapsody) bir diğer ortak yanı da, çok fazla içki ve sigara tüketilmesiydi. O kadar çok içiyorlar ki, insan içkiden soğuyor. Hatta kendin içmiş gibi susuzluk yaratıyor. Eve geldiğimde yün donuma kadar sigara kokusu sinmiş hissediyorum.
Freddie Mercury, değişik bir insandı ve yaptığı müzikler de bütün geçmişini ve hayatının parametrelerini yansıtırdı. Şımarık ve bencil tavırları yüzünden ona kızıyoruz ama işin gerçeğini de göz ardı edemeyiz. Queen demek, Freddie Mercury demekti. Zaten ayrılık olduktan sonra, onlar da tek başlarına bir yere varamadılar.
Kendi doğrularıyla, kendi inandıklarıyla, kendi tarzıyla, kendi günahları ve sevaplarıyla yaşadı ve erkenden gitti. Rest In Peace Farrokh Bulsara…
Sağlıklı kalın, mutlu
kalın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder