Bilgisayarımda ve
telefonumda yıllardır biriktirdiğim resimleri düzenlemek gibi aslında hiç
başlanılmaması gereken bir işe kalkıştım. Binlerce resimle uğraşmak tam bir
deli işi. “İğneyle kuyu kazmak” tabirine tam da uyan bir durumun içindeyim.
Rahmetli babam:
“Başlamak bitirmenin yarısıdır” derdi ama ben hiç yolun yarısına gelmiş gibi
hissetmiyorum. İki aydır yapıyorum, daha mahalleden çıkamadım. Yay burcu
olduğum için; sadece gruplamakla kalmıyorum, bir de altlarına tek tek ne
olduklarını yazıyorum. Bulamadıklarımı günlerce araştırıyorum, soruyorum.
Çok sıkıcı bir iş
olmakla beraber, bir yandan da çok güzel yanları var. Bir anda eskilere dönüyorsun.
Aklın o günlere gidiyor. Şu anda düşündüm de işin yavaş yürümesinin bir nedeni
de resimlerdeki anılar. İnsanı oyalıyorlar.İş için veya gezmek için yaptığım bütün seyahat resimleri tek tek karşıma çıkıyor. Uzun uzun bakıyorum, “Ne güzel dostlar, anılar biriktirmişim” diyorum. Pakistan’dan Suriye’ye kadar her yerde çok güzel vakit geçirmişim. Bugün dahi hepsiyle irtibat halindeyim.
Bütün bu ülkeler çok
güzeldi, çok da severdik ama bir ülke vardı ki orada kendimizi evimizin
dışındaki evimizde hissederdik. Orası bizim de evimizdi, dostlar kardeşimizdi. Orayı
çok sevmemizin nedeni Sulu Tepe’deki bina değildi. Başka bir bağımız vardı.
Lisanımızın çok yakın
olmasından tutun; konuşma tarzımıza, espri anlayışımıza, vücut dilimize kadar
her şeyimiz aynıydı. Bütün Orta Asya Cumhuriyetleri arasında dili bize en yakın
olan Azerbaycan’dı. Hemen hemen hepsi bizim konuştuğumuz Türkçeyi bile gayet
pekiştirmiş durumda.
Dizileri bizden iyi
takip ediyorlar, gittiğiniz mekânlarda Tarkan’ın, Serdar Ortaç’ın şarkıları
çalıyor (Otto’da Duman şarkıları çalıyordu ama o ayrı bir konu), Türkçe kitaplar
her yerde, dostluk zirvede; daha ne olsun?
Azerbaycan bizim iş
için gittiğimiz bir ülke olmasına rağmen; tamamen işten bağımsız olarak, sadece
oradaki dostlarımızı görmek için bir seyahat organize etmiştik. Vardığımızda
büyük bir kavuşma, ayrılırken de çok büyük bir burukluk vardı. Kimse beraberlik
bitsin istemiyordu. Kahvaltı bittikten sonra havaalanına gitmek üzere yola
çıkacağımızı bildiğimiz için, kalkmamaya yönelik çay sayısı arttıkça artıyordu.
Bu ziyaretin üzerinden sekiz yıl geçmiş olmasına rağmen halen her ortamda
konuşuyoruz.
Hazar Denizi’ne karşı
balık yediğimiz yer de çok güzeldi, parkta dondurma yediğimiz yer de. Boşuna
dememişler “Mekânlar çok önemli değil” diye. Sevdiğin insanlarla olunca her yer
güzel geliyor.
Bizi o kadar güzel
ağırladılar, o kadar güzel gezdirdiler ki hepsinin tadı damağımızda kaldı.
Misafirperverlik zirvesi vardı. Bakü Havaalanı’na vardığımız andan ayrıldığımız
ana kadar her detay düşünülmüştü. Üç gün kuş gibi uçup gitti. Zaten bir şey çok
çabuk bitiyorsa anlayın ki çok güzeldir.
Düşünün ki, hiçbir
işimiz gücümüz olmadığı halde sadece arkadaşlarımızı, kardeşlerimizi görmek
için, cebimizden para harcayarak Bakü’ye gittik. Üstelik görmediğimiz bir yer
de değildi. Resimlerden de gördüğünüz gibi sayımız da az değildi. Ayrılık çok zor
oldu. Üç gün daha kalma imkânımız olsa hemen kalırdık.
“Azerbaycan bizim
komşumuz, dostumuz” diyorlar. Komşularımızı severiz, yakın da oluruz ama
Azerbaycan ile komşuluktan öte bir bağımız var. Biz kardeşiz. Kardeşin komşun
olabilir ama her komşun kardeşin olamaz.
Efsane bir seyahatti
ama bütün dünya bilir ki, bizim dostluğumuz, kardeşliğimiz birkaç günle veya
bir seyahatle sınırlı değildir. Bu dünya durdukça bizim kardeşliğimiz de,
beraberliğimiz de her zaman baki kalacaktır.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder