Sevilmek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sevilmek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ocak 2018 Pazartesi

Uğur Dündar...

Günaydın dostlar…

Birçoğunuzun yaşı tutmaz ama bizim zamanımızda Orta Okul Mezuniyet Sınavları diye bir şey vardı.  Okullar kapandıktan sonra, haziran ayı içinde cebir, geometri, edebiyat, kompozisyon ve fen veya sosyalden bitirme sınavlarına girilirdi.
Ben de bu durumdan nasibini almış ve yanlış tercih yapmış bir öğrenci olarak, (detayları bu sabahın konusu değil) 10 dersten bitirme sınavına girme durumuyla karşı karşıya kaldım. Düşünün haziran ayı içerisinde, arka arkaya 10 tane sınava gireceksiniz ve mezun olabilmek için hepsinden geçmeniz gerekiyor.


Bunun pek mümkün olmayacağını, benim de çok iyi bir öğrenci olmadığımı bilen rahmetli babam, “Sınavların hepsinden geçersen seni arkadaşlarımın oğullarıyla beraber İngiltere’ye lisan kursuna yollarım” şeklinde bir taahhüt altına girdi.

İngiltere lafı ortaya atılınca, bizim tembel öğrenci Emin gitti, yerine okul birinciliğine aday bir öğrenci geldi. Bütün sınavlardan geçince, lafı her yere yaymış olan babamın da kıvırtma ihtimali kalmadı. Hemen hazırlıklar başladı ve biz üç çocuk İngiltere’ye gitmek üzere yola çıktık.

Emin’in o yaz 13,5 yaşında olduğu düşünüldüğünde, ailelerin yaptıkları da az cesaret değilmiş. Ben 13,5 yaşındaki çocuğumu iki arkadaşıyla beraber İngiltere’ye yollar mıydım? Çok kuvvetli bir ihtimalle yollamazdım.

Havaalanı asker uğurlaması gibiydi. Bütün aileler, eş, dost oradaydı. Aileler bu işe kalktılar ama bence biraz da endişeliydiler.

Uçak saatini beklerken, yakışıklı, uzun boylu, güler yüzlü bir ağabey bizim arkadaşlardan bir tanesinin dayısının arkadaşı çıktı. O zamanlar meşhur muydu bilmiyorum ama sanki öyleydi diye hatırlıyorum.
Kısa bir sohbetten sonra, ismi Uğur olan ağabeyin de bizimle aynı uçakta seyahat edeceği ortaya çıktı. Tutunacak dal arayan aileler, “Aman Uğur Bey, çocuklar uçakta size emanet” gibi sözleri arka arkaya sıraladılar. “Siz hiç merak etmeyin, yol boyunca ben onlarla ilgilenirim” diye bizimkilere güven aşıladı. Anlayacağınız, bizim meşhur “güven” olayı 2000’lı yıllara özgü değil, 1970’lerden kalma…

Muhtemelen o yıllarda TRT’de çalışıyordu ama atıyor da olabilirim.
Birçok insan, “Sonuçta uçakta gidiyorsunuz, göz kulak olacağım da ne yapacağım?” diye düşünür ama onların adı Uğur Dündar değil. Yol boyunca en az üç-dört kere arka tarafa gelip bizim durumumuza baktı, bizle sohbet etti. Ailelere söz verdi, “İlgilenirim” dedi, Uğur Dündar’dan söz ediyoruz; verdiği sözü tutamazsa, akşam rahat uyuyamaz.
Şimdi hemen “Arkaya geldi” dedim diye Business Class seyahat ediyordu zannetmeyin, o zamanlar THY uçaklarında yer numarası bile yoktu. Uçağın en az yarısı da boştu. Neden bilmiyorum ama 13,5 yaşında uçakta sigara bile içmiştik. Bindiğimiz uçak da, daha sonraki yıllarda Paris yakınlarında düşen, DC-10 tipi Ankara uçağıydı.

Uğur ağabey, bu hikâyeyi bilmez; onun için sokaklarda, havaalanlarında yaşanmış binlerce hikâyeden bir tanesidir ama benim için hiç unutamayacağım bir anıdır. Umarım, “Neden yazıyorsun?” diye bana kızmaz. “Türkiye’nin en güvenilir insanı” diye bir sözü, bir kişi ile özleştirmek çok kolay bir iş değildir. Bu unvanı alacaksınız ve yarım asır boyunca koruyacaksınız! Bunun gereklilikleri zor. Her şeyler değişecek, sen hiç değişmeyeceksin. Rüzgâra göre yürümeyeceksin. Yolda size emanet edilen çocuklara da sahip çıkacaksınız, hakkı yenen yetimlere de…

Mayanda, iyi niyet, dürüstlük, insan sevgisi, samimiyet, sorumluluk duygusu, ülke sevgisi ve dik durabilme malzemeleri olmadan; Uğur Dündar olamazsın. Teşekkürler Uğur ağabey.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

19 Ekim 2017 Perşembe

Firuz Kanatlı

Günaydın Dostlar,

Şener Şen’in Haydarpaşa’ya indiği gibi elimde bavulumla Eskişehir Tren İstasyonu’ndan çıktığımda, yağan tipi altında bir an için “Ben burada tek başıma ne yapıyorum?” diye düşündüm. Hava karanlık, sokaklar boş ama kar taneleri çok doluydu. Suratıma doğru bir yarışın içindeydiler. “Boş boş uzaklara baktım” demek isterdim ama bakamadım.
Burukluk bir gün sürdü. Ertesi sabah işe başladığımda, Eti kültürünün sıcak havası Eskişehir’in dağlarından yelken açarak gelen bütün buzlu yağmurları ılık bir melteme çevirdi. Sevgili Ali İhsan Bey ilk kahvemi bile elleri ile yaptı. Muhteşem bir yakınlık vardı. İlk gün ile ilgili bütün detaylar halen aklımın bir köşesinde duruyor.


Ben dünyanın en sevimli insanı olmadığıma göre, neydi bu yakınlığın, bu aile ortamının sebebi? Kendimi bir anda ailenin bir parçası gibi hissetmeme neden olan büyünün içinde ne vardı? Burası gerçekten de büyük bir aileydi. İyi niyetli, sakin, kocaman bir aileye gelmiştim. Nedenini bilmesem de, ben Eti’de çalışmazken de, hiç kimseyi tanımasam da kendimi bu aileye çok yakın hissederdim. Yakın arkadaşlarım bilirler, “Burçak ve çay” sohbetleri yapmayı da çok severdik.

İşte o büyünün en ortasında Firuz Baba var. Karşınıza çıkan yakınlığın, sıcaklığın, mütevazı bir hayatın, iyi niyetin hepsinin ama hepsinin temelinde Firuz Kanatlı var. Onun yaşam şekli ve hayata bakış açısı, hem kendi ailesinin bütün fertlerine, hem de bütün çalışanlara örnek olmuş durumda. Ne diyor insanlar biliyor musunuz? Firuz Baba, Gülay Anne… Hatta Eti Anne…

İnsanların severek ve isteyerek birilerine anne, baba diyebilmesi ne kadar güzel ve özel bir duygudur. Patron diyebilirsiniz, amirim diyebilirsiniz, başkanım diyebilirsiniz vb. ama kaç iş yerinde, kaç kişiye gönülden “baba” diyebilirsiniz. Parayı yatırırsın, şirketi kurarsın, patron olursun ama baba olamazsın. Baba olmak parayla satın alınamaz, yürek yatırımı gerektirir.

Sabri Ülker’in vefatı esnasında gazetelerde gördüğümüz sözler, her gün karşımıza çıkan cinsten değildi. Yıllar geçmiş olmasına rağmen, o cümleleri halen tek tek hatırlıyorum. Bu nasıl bir inceliktir, en büyük rakibe bu nasıl bir saygıdır? Herkes başaramaz ama unutmayalım ki Firuz Baba herkes değildi. Sıkıntılı anlarında rakiplerine bile her türlü yardımı yapmayı düşünebilecek kadar kocaman kalpli bir insandı.

Ben kendi adıma Firuz Baba ile konuşma şansı bulamadığım için çok üzgünüm ama bıraktığı muhteşem eserin ve çok doğru yetiştirilmiş aile fertlerinin bir parçası olduğum için de çok mutluyum. Yaşadıklarını, tecrübelerini onun ağzından dinlemeyi çok isterdim.
Dostlar çok özel bir insan bizleri bıraktı ve ebediyete intikal etti. Daha Eti ile hiçbir bağım yokken, Firuz Baba'nın hayatını okumuş ve çok etkilenmiştim. Bu şehir ve bu ülke bir insanı bu kadar çok seviyorsa vardır elbet bir nedeni. Hiçbir şey kendiliğinden kocaman bir sevgi şelalesine dönüşmez.

Para hepimiz için çok önemli bir parametre. Bunu inkâr edemesek de, örnek liderlerimiz sayesinde bu hayatta paradan çok daha değerli şeyler de olduğunu öğrendik. Nasıl örnek bir insan olunur dersi aldık. Büyük paralar harcasak alamayacağımız bir dersi, sevgili Firuz Kanatlı’dan bedavaya aldık.

Sevgili Firuz Baba, biz seni hiç unutmayacağız. Seni hiç tanıyamamış olsam da, yaptıklarını ve nasıl örnek bir insan olmaya çalıştığını çok iyi biliyorum. Yerleştirdiğin felsefe, Firuz Kanatlı yaşam şekli Eti camiasında sonsuza kadar baki kalacaktır.

Bizlere bıraktığın en büyük hazine, fabrikalar, depolar, işyerleri değil; “yaşarken örnek olmak” dersidir. Mekânın cennet olsun…
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

15 Haziran 2015 Pazartesi

Sevilmeden Sevenler

Günaydın Dostlar,

Kaç kere sever insan? Kaç kere birisine âşık olur?
Nedir bunun rakamı? Bir midir, iki midir üç müdür?

Her yazımda sevmekten bahsederken her zaman, “Öyle aşk meşk sevgisi değil, her türlü sevgiden bahsediyorum.” derim ama bu sefer gerçekten de aşk meşk sevgisinden söz ediyorum.
 
Bu sabahki konumuz kafesinin içindeki silindirde koşmaya çalışan sıçanınıza gösterdiğiniz sevgi değil. Kafesin dışında onu yakalayacağını düşünerek garip hareketler yapan kedinize gösterdiğiniz sevgi de değil. Hem de hiç değil.
Kardeş, arkadaş, dost sevgisinden de söz etmiyorum. Bu sabahki konumuz “Onun için geberiyorum ağabey.” kategorisindeki sevgiler. Kerem’in Aslı’yı, Leyla’nın Mecnun’u, Ferdi Tayfur’un Necla Nazır’ı sevdiği gibi bir sevgiden bahsediyorum. Kaç tane var bunlardan? Kaç tane yaşayabilirsiniz?

İnsanoğlu bu, gidiyor birini seviyor. Ne demişler büyüklerimiz? Bu sevgi olur olmaz her yere konabiliyor. Şanslıysan daha iyi noktalara konuyor, şansızsan da isimleri üç harfle anılan yerlere de konabiliyor.

İnsanoğlunun kaderinde var. Seveceği zaman sevmesi gerekeni sevmiyor, gidiyor en olmayacak insanı seviyor. Bu yüzden de sevgilerin %90’ı tek taraflı. Tanışmaları, yakınlaşmaları, hoşlanmaları, birbirine alışmaları kastetmiyorum. Onların birçoğu çift taraflı hisler. Bir şekilde tanışıyor veya tanıştırılıyorsun ve hisler belli seviyelerde korunarak devam ediyor. Sorun gerçek sevmelerde. “Al kalbim sende dursun.” dediğin zaman olayın boyutu değişiyor.

İnsanlar gidiyor, kendini sevmeyeni veya sevmeyeceği buluyor. Hepimiz akıllı insanlarız, peki neden böyle geri zekâlılıklar yapıyoruz? Etrafımızda boyu boyumuza, yaşı yaşımıza, huyu huyumuza, hisleri hislerimize uygun bir sürü insan dururken neden gidip de en olmayacak olanını seviyoruz?

Allah, birtakım şeyleri dengele diye sana hem kalp vermiş hem de beyin vermiş ama böyle bir durum yaşandığında biz anında beynimizi devre dışı bırakıyoruz. Tuvalette bile beynimizi tam kapasitesine yakın kullanan bizler, konu aşk meşk olunca bir anda “Sana ihtiyacım yok.” deyiveriyoruz.
Gidiyorsun birini çok seviyorsun. O da sana karşı hiçbir şey hissetmiyor. Yapılması gereken şey nedir? Gerçek hislerinizi paylaşarak yolları ayırmak yapılacak en doğru iştir. Gürsoylu Sokak'ın köşesinde sen Bostancı tarafına git, o da Göztepe tarafına gitsin.
Bu tip yaklaşımları ve hayat felsefeleri olan insanlar var ama azınlıktalar. Peki, diğerleri ne yapıyor? Diğerleri oyun oynuyor. “Buralarda bir yerlerde dursun.” oyunu çok yaygın bir oyun. Ne de olsa birileri tarafından sevilmek herkesin hoşuna giden bir duygu. Hiç seveceğin bile yoksa birilerinin seni sevmesi arzu edilen bir durum.

Bunların hepsi iyi güzel ama hayat bir Instagram hesabı değil. Kaç kişinin kalbine çentik attığın veya kaç adet “beğeni” aldığın yaşam denen bu yolda bir artı getirmiyor. Sadece formülün bir yerlerindeki "oynanan oyunlar" katsayısını arttırıyor.

Sevmek özel bir konudur. Sevilmek ise daha güzel ve özel bir konudur. Birilerine kalbini emanet etmek isteyen insanları iyi anlayıp sundukları sevginin hassasiyetine göre davranmak bir insanlık görevidir.
Evlenme programlarındaki “Senden elektrik alamadım.” gibi hassasiyetten uzak yaklaşımları çok kırıcı buluyorum. İnsanlar karşısındakine net olmalı ama bunu kırmadan, dökmeden, oyun oynamadan yapabilmenin de yolları vardır elbet diye düşünüyorum.

Unutmayın kimse aptal değil. Kim bilir, belki de sessizliği; sizin oynadığınız oyunları, söylediğiniz yalanları görmediğinden değil, kalitesindendir.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…