Bu önemli ve
güzel İstanbul sabahında 23 Nisan 1920’yi ve atamı sevgi ve saygıyla anıyorum.
Bu nasıl bir ileri görüştür, bu nasıl bir vizyondur ki, böyle bir adım
atabiliyorsun. İçeriden ve dışarıdan binlerce tehdit ile uğraşılan o zor
günlerde böyle bir adım atabilme başarısını gösteren bütün kahramanları bir
kere daha minnetle anıyorum. Hepsinin mekânı cennet olsun.
23 Nisan
1920 ile ilgili olarak haftalarca yazsam bitiremem. Ayrıca da benim bir şeyler
yazmama hiç gerek yok; tarih zaten yazacağını yazmış.Bu sabah sözünü etmek istediğim konu, 23 Nisan 1996; yani Tatilya’nın açılış günü. Açılış günü ile ilgili olarak bu sabah aklıma gelen küçük bir anımı sizlerle paylaşmak istedim.
Herkesin bildiği gibi Tatilya’nın açılışını o dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel yaptı. Her ne kadar şimdiki kadar abartılı olmasa da, o dönemde de bir cumhurbaşkanını ağırlamak hiç de kolay bir iş değildi. Bu tip bir açılışı veya organizasyonu daha önce yaşamış olanlar ne dediğimi gayet iyi anlayacaklardır.
Hazırlıklar
bir gün önceden başladı. Korumaların nerede duracağından, cumhurbaşkanının
atacağı adımlara kadar her şey tek tek hesaplandı. Çatıya keskin nişancılar
çıkmış mıydı onu çok iyi hatırlamıyorum ama emniyet tedbirleri üst düzeydeydi
ve hepsi bir gün önceden ayarlanmaya başlanmıştı.
Yapılan
plana göre, cumhurbaşkanı parkı açtıktan sonra belli bir yoldan yürüyecek,
sonra amfi tiyatroda bir konuşma yapacak, daha sonra da şelalelerin aktığı
yapay dağın karşısındaki küçük kafede oturup bir şeyler içecekti.
Her detay
düşünüldüğü gibi o da düşünüldü. Cumhurbaşkanı taze sıkılmış portakal suyu
içecekti. O zamanlar ille de organik olsun gibi konular çok fazla gündemde
değildi. Portakal suyu hazırlandı ve kimin hangi dakikada servis yapacağı bile
belirlendi.Tur tamamlandı, konuşmalar yapıldı ve gelip kafeye oturuldu. Tam portakal suyu gelmek üzereydi ki, Süleyman Demirel, “Burası çok güzel, çok keyifli bir ortam, getirin bir bira da şu şelaleye karşı içelim.” deyiverdi.
Bir anda,
büyük bir sessizlik ve büyük bir şok hali ortaya çıktı. Yanındakiler ne
diyeceklerini bilemeden birbirlerine bakmaya başladılar. Herkes kelimenin tam
anlamıyla ters köşeye yatmıştı.
Hemen gelip,
“Bira var mı?”, diye sordular. VIP salonunda belki lazım olur diye bir-iki
şişe içki vardı ama bira yok. Bu konu kimsenin aklının ucundan bile geçmiyordu.
Cumhurbaşkanı bira içmek istiyor, yapacak bir şey yok.Demokrasilerde çareler tükenmez, hemen bizim arkadaşlardan birkaçını bakkala yollayıp bira aldırdık ve cumhurbaşkanına sunduk. Etrafındakiler de içmiş miydi, gibi detayları hiç hatırlamıyorum ama bira konusu bizi tamamen hazırlıksız yakalamıştı.
Daha sonra sayın cumhurbaşkanın etrafındakilerle konuştuğumuz da onlar da çok şaşkındı. İlk defa böyle bir şeyin başlarına geldiğini anlattılar bize.
Tatilya’nın
yanındaki minik bakkal, bir cumhurbaşkanına bira sattığından habersiz yaşamına
devam ediyor. Cumhurbaşkanı da son anda mahalle bakkalından alınmış bir birayı
içtiğinden habersiz. Aynı olay Amerika’da yaşansa hayatta böyle bir şey
yapamazsınız. Cumhurbaşkanı içmeden önce o biranın fabrikasının bile denetlenip
onay alması gerekir.
Cumhurbaşkanının
birası da diğer bütün güzel Tatilya anıları ile beraber belleğimizde bir
yerlerde duruyor. Son saniyede bu işi sorunsuz bir şekilde halleden bütün
arkadaşlarıma da buradan tekrar teşekkür ederim. O gün bakkala giden her
kimdiyse kendini belli etsin…
Biralar
tükendi, Tatilya tükendi ama Atamın emaneti Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı sonsuza
kadar yaşayacaktır. Herkesin bayramı kutlu olsun…
Sağlıklı
kalın, mutlu kalın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder