Günaydın
dostlar.
“Değer
vermek” diye bir başlık attım ama belki de yazımızın başlığı, “Değer Vermemek”
olmalıydı. İnsanların kendini değerli hissetmemesi, bu topraklarda her platform
için geçerli bir konu ama biz bu sabah daha çok iş ortamındaki durumu
inceleyeceğiz.
Yıllardır
birçok şirketin içine girer çıkarım ve karşıma çıkan en yaygın durumlardan
birisi, insanların çalıştıkları şirketlerin kendilerine değer verdiğini
düşünmemesi, konusudur. Burada sorulması gereken soru, gerçekten mi değer verilmiyor
yoksa verilen değer çalışanlara hissettirilemiyor mu?
CCI, bu
ülkede çalışabileceğiniz en iyi şirketlerden bir tanesidir ama ne yazık ki aynı
sorun benim çalıştığım dönemlerde orada da vardı.
“Ben
şirketimden çok memnunum, ayrıca da maddi ve manevi olarak şirketimin bana çok
değer verdiğini düşünüyorum.”. Bu toprakların insanlarının büyük bir
çoğunluğunun yapılarının böyle bir cümle kurmaya müsait olmadığının da
farkındayım. Mutluluktan ölsek, yine de böyle bir cümle kuramayız.
Durum böyle
iken, nedir insanları mutsuz eden ve değersiz hissettiren? Doğal olarak ilk
başta para konusu geliyor. İnsanlar, (doğru veya yanlış) yaptıkları iş için
diğer çalışanlarla mukayese edildiğinde adil bir ücret almadıklarını
düşünüyorlar. Adam kayırmaca çalışmaları ve kim olduğuna bağlı olarak verilen
maaşlar, insanları mutsuzluğa sürüklüyor. Doğal olarak da bu konuda en büyük
görev insan kaynakları yöneticilerine düşüyor. Bölüm yöneticileri istese bile,
onların bu tip haksızlıklara direnmeleri gerekiyor. Belirlenmiş maaş politikaları
ve seviyeleri adamına göre saptırılmadan uygulanmalıdır.
Bu konuya
doğrudan bağlı olarak ortaya çıkan diğer bir konu da işlerin dağılımı ve iş
yükü konusudur. Herkes, en yoğun kendinin olduğunu düşünür ve etrafına da bunu
böyle satar ama gerçek hayattaki durum hiç de böyle değildir. Geçen gün bir
ambar ortamında yaptığımız çalışmada aynı işi yapması gereken 6 eleman arasında
en çok iş yapanın en az maaşı aldığını gözlemledik. Peki, böyle bir durum nasıl
oluşuyor? Kimin ne kadar çalıştığını belirleyecek sistemler yerine
oturtulmamışsa açıkgözler parayı götürürken, iyi niyetliler de sırtında malları
oradan oraya götürüyor. Konu ne olursa olsun, her yönetici çalıştırdığı
insanların verimliliği hakkında bilgi sahibi olmalıdır.
Amerika’da
hiç kimse bir birlerinin maaşını bilmezdi ama burası Türkiye. Hiçbir şey gizli
kalmıyor ve millet birbirinin maaşını SSK kesintisine kadar biliyor. Bütün ay
boyunca ortalıkta gezinen birinin ay sonunda en yüksek maaşı alıyor olması,
adaletsizlik duygusunun artması için yetiyor da artıyor bile.
Çalışanları
mutsuzluğa iten nedenlerden bir diğeri de, aynı bina içinde çalışan çeşitli
yöneticilerin farklı uygulamalarıdır. Bölümlerden bir tanesi sürekli
dışarılarda yemeklere giderken başka bir bölümde böyle bir konunun gündeme dahi
gelemiyor olması, çalışanları ciddi biçimde olumsuz etkiliyor. İşini halleden
bölüm, “iş yemeği, müşteri yemeği, yönetici yemeği, şu yemeği, bu yemeği” deyip
her akşam restoranlarda dolaşırken, diğer bölümler peynir ekmek bulamıyor.
Böyle bir ortamda da adaletsizlik ve kendini önemsiz hissetme duyguları tavan
yapıyor.
Seyahat
konularında da durum çok farklı değil. Birileri business class uçarken aynı seviyedeki başka
birilerinin aynı noktaya ekonomi uçuyor olması, insanların kendini değersiz
hissetmesine neden oluyor. Bazı şirketlerde de birileri uçakla giderken
diğerleri otobüsle gitmeye zorlanıyor. Sen gitmişsin 1 saatte, adam otobüsle 12
saatte gelmiş. Şimdi sen bu çalışandan şirkete bağlılık mı bekliyorsun? Bu tip
harcamalar küçük harcamalardır ama mutsuzluk katsayıları çok yüksektir. Kendini
“ikinci sınıf” hissetmeye zorladığın çalışandan “birinci sınıf” iş alamazsın.
Seyahat prosedürü çok net olarak belirlenmeli ve her seviye için ayrı ayrı
tanımlanmalıdır.
“Verilen
sözlerin tutulmaması”, bir diğer önemli konumuz. Yöneticiler 50 çeşit söz
veriyorlar ve zaman içinde bu sözlerini unutuyorlar. Yönetim açısından çok da
önemli olmadığı için unutulan bu sözler, çalışanın kalbine yeni bir çentik
atmaya yetiyor. Zamanla da her yerinden kesilip paramparça oluyor.
Hiçbir
yönetici, yerine getirebileceğinden emin olmadığı bir konuda çalışanına söz
vermemelidir…
İstisnalar
hayatımızın bir parçası ama konunun içinde insan faktörü olduğu zaman
istisnalar konusunda çok dikkatli olmalıyız. Bir bakıyorsun, “Böyle bir şeyin
olması kesinlikle mümkün değil.” denen bir konu, Ayşe gidip de Fatma gelince
mümkün oluvermiş. Çalışanların gözünde de sizin lafınızın hiçbir değeri
kalmamış.
İnsanların
büyük hassasiyet gösterdiği bir diğer konu da şirket arabası konusu olarak
karşımıza çıkıyor. Hemen hemen her şirketin bir “araç politikası" var ama onun
dışında neden altında araç olduğu bilinmeyen insanlar da var. Bir şekilde bu
arkadaşa görevi gereği bir araç verilmesi doğru bulunmuş ama ne araç
politikasına uyuyor, ne de insanlar bu aracın gerekliliği konusunda ikna
olmuşlar. Buyurun cenaze namazına. Bazı yöneticiler, arabayla gelen
çalışanlarına benzin parası öderken, diğerlerinin ödemiyor olması da ayrı bir
rahatsızlık konusu. Bunlar hassas ve şirket içinde sorun yaratabilecek konular
olduğu için çok dikkatli uygulanmalılar. Şirketin bir araç politikası olmalı ve
de adamına göre istisnalar yapılmamalı.
Her zaman
sorun çıkaran bir diğer konu da, “pool car” tabir edilen ortalıkta duran ve de
ihtiyaca göre kullanılması gereken araçlardır. Bu araçlarla ilgili tartışmalar ve
gereksiz kişiler tarafından kullanıldığına dair yorumlar hiç bitmez. Şimdi
nasıldır bilmiyorum ama benim zamanımda CCI, pool carların hepsini yok etmişti ve
bu sorun da çözülmüştü. Bizim ülkemizde, ortalığa tahsis edilmiş bir şeylerin
500 çeşit dedikodu yapılmasına neden olmasını önlemek çok zor.
Burada tek
tek özetlemeye çalıştığımız konuların ve bunların şirket içinde adil
uygulandığının takipçisi olması gereken birim, insan kaynakları bölümleridir.
Üzülerek söylemeliyim ki, 27 yıllık çalışma hayatımda ne Amerika’da, ne de
Türkiye’de bu konuların adil yürümesi için gidip de diğer birim yöneticileriyle
didişen hiçbir insan kaynakları yöneticisi görmedim. Bir, iki arkadaşımın bu
yöndeki çabalarını biliyorum ama onlarda çok fazla bir yere varamadılar.
Genelde
insan kaynaklarının tutumu, bu gibi konuları bölüm yöneticisine bırakmak
şeklinde oluyor. Bölüm yöneticisi yaşananlardan ve çalışanlarının
söylenmelerinden mutsuz değilse, insan kaynakları için düğün bayram. Gidip de
şimdi durup dururken kavga mı çıkarsınlar?
İnsan
kaynakları bir şeyler yapmaya çalışabilir ama gerçekten de burada büyük
sorumluluk (bugünkü iş hayatımızın bir gerçeği olarak) bölüm yöneticilerine düşüyor. Konu dönüyor, dolaşıyor gelip “adalet”
kelimesinde tıkanıyor. Bu işlerin hepsinin altında adalet ve adil olma duygusu
yatıyor. “Yan masadaki çalışanın durumu seni alakadar etmez.” yaklaşımları bu
topraklarda yürümüyor. Bırakın bu toprakları Amerika’da bile yürümez.
Sevgili
yöneticiler, çözüm sizsiniz. 3 kuruşluk tasarruf yaratacağız diye (üst kattan
gelen baskıların da bunda rolü var) 5 kuruşluk mutsuzluk yaratmayın. İnanın
aldığımız tasarruf tedbirleri insanları mutsuz etmekten başka bir işe
yaramıyor. İşler gerçekten kötü gidiyorsa, çay yapan arkadaşları ve şoförleri
işten çıkararak şirketi kurtaramazsınız. Tam tersine herkesin moralini
bozarsınız.
Unutmayın ki
çalışanlarınızın haklarını korumak ve de genel sistem içinde adil bir konumda
bulunduklarından emin olmak da sizin sorumluluklarınız arasında.
Çalışanlarınızın hakları ile ilgili makul konuları çeşitli platformlarda
anlatmaya çalışmaktan korkmayın. Mantıklı ve nezaket kuralları içinde anlatılmaya
çalışılan bir konuya, kimse “Dinlemek istemiyorum” demeyecektir.
Çalışanlarınızla
arkadaş olun, dost olun.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın...