Çok büyük
amcalarımızdan bir tanesi, “İstanbul’a iki tane dev şehir hastanesi yapacağız”
demiş. “Dev” sözcüğü dinleyen kalabalıkları heyecanlandırsa da, bende aynı
heyecanı yaratmıyor.
“Dev” demenin veya
“”En büyük” demenin, sorunların da en büyüğü olduğunu iyi bilenlerdenim. Boyut
büyüdükçe sorunlar da aynı oranla büyüyor.Hastaneler gerekli ve yeni, modern hastaneleri hepimiz destekliyoruz. İyi güzel de, bu hastaneler dev ebatlarında olmak zorunda mı? İstanbul gibi ulaşımın çok zor olduğu bir şehirde, herkes iki tane dev hastaneye mi ulaşmaya çalışacak?
Sağlık çok önemli bir konu ve hastaneler de bu denklemin çok önemli bir parçası. Bu hastanelerin çok büyük yapılmasının bir nedeni de, oradan oraya giderken on bin adım atmamızı sağlamak. Böylece daha sağlıklı olacağız ve hastane hizmetlerine ihtiyacımız kalmayacak.
Allah mecbur etmesin, ben henüz dev şehir hastanelerinin hiçbirinin içine girmedim. Giren arkadaşlarım ve orada çalışan doktorlar. Bir yerden bir yere gitmenin çok zaman aldığını ve büyük bir zaman kaybı olduğunu söylüyorlar. Arkadaşlar söylenmeyi bırakın da yürüyün, sağlığınıza çok iyi gelecek.
Düşünüyorum da, iki tane dev hastane yapacağımıza dört, beş tane orta boy dev yapsaydık daha iyi olmaz mıydı? Hem ulaşması daha kolay olurdu, hem de hastane kampüslerinde kaybolmazdık.
Ben Eskişehir’den
ayrılmadan önce, Organize Sanayi girişinde, zaten yoğun trafiği olan bir
bölgede, dev bir şehir hastanesi yapıldı. Ben oradayken henüz açılmamıştı ama
şu anda o bölgeyi nasıl etkiledi bilmiyorum. Üstelik de (doğal olarak) şehrin
epeyce dışında.
Dünyanın ileri gitmiş
devletleri “Dev” işinden vazgeçtiler. Bunların yönetilemez olduğunu ve ekonomik
olmadığını anladılar. Haberlerde hiçbir zaman Avrupa veya Amerika ile ilgili
“Dev” haberleri duymazsınız. Devler hep Orta Doğu’da veya Asya’dadır. En büyük
betonu dökerek, başka konularda da en büyük olamazsınız. On altı, on yedi milyonluk bir şehir var elimizde. Koskoca Amerika’da bile bu büyüklükte bir şehir yok. Sonuç? Yönetilemeyen, ihtiyaçları zar zor karşılanan, en ufak bir yağmurda felç olan, bir yerden bir yere gidilemeyen, betonlaşma yüzünden havası bozulmuş bir dev.
“Dikey büyüme yok” deniliyor, halen süratle otuz, kırk katlı binalar yapılıyor. Birinci dereceden deprem kuşağı olan bu şehre daha kaç insan sığdırmaya çalışacağız?
Dubai’deki alışveriş
merkezlerini birçoğumuz gördük. Taksiye ulaşmak için bile bitmek bilmeyen
koridorlardan yürümeniz gerekiyor. Zamanında Amerika da bu büyüklükte mekânlar
yapmış ama artık derslerini almışlar.
Bu devirde farklılığı
yaratan şey, yerinde ve zamanında hizmet verebilmektir. İnsanları kendine veya
dev yapılarına çağırmayacaksın, hizmeti ayaklarına götüreceksin. Benden altmış
km uzaktaki bir havaalanının bana çok da faydası olmayacağı kesin.
“Havaalanı” demişken,
bu alandan yılda yüz yirmi milyon yolcunun gelip geçeceği söyleniyor. Bu rakam
doğru mudur veya havadaki koridorların kapasitesi buna müsait midir bilmiyorum.
Bildiğim tek şey, bunun yerine iki tane yetmiş milyonluk (seksen, altmış da
olur) havaalanı yapılsaydı çok daha iyi olurdu. Uzaktaki noktalara ulaşmaya
çalışmak, gereksiz yere şehir içi trafiğini de arttırıyor. Şu anda İstanbul
Havaalanı’na giden hiçbir raylı sistem yok ve önümüzdeki iki, üç yıl içinde de
olacakmış gibi durmuyor.
Üç, beş yıl sonra
ihtiyacımız iki yüz milyon yolcuya çıktığı zaman, bu sefer de iki yüz milyon
kapasiteli havaalanı mı yapacağız?
Dünya devlerden
vazgeçti, artık minik devlerle oynuyor. Umarım biz de çok yakında dev
aşkımızdan vazgeçeriz. Devlerin aşkı büyük olur ama sorunları da çok büyük
olur…
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder