Günaydın Dostlar,
Çok sevdiğim bir
arkadaşımla sohbet ederken laf döndü dolaştı “okulu asma” konusuna geldi. Son
zamanlardaki en güzel gelişmelerden bir tanesi artık okulu asma konusunun çok
fazla gündemde olmaması. Zaman zaman okulda olması gereken çocukları sokaklarda
görsem de bu günlerde bizim zamanımızdaki kadar popüler değil.
Bu çok memnun edici
bir gelişme. Yeni nesil okulu asmaya bizim kadar meraklı değil. Bunda okulların
artık çok daha güzel olmasının ve öğretmenlerle olan ilişkilerinin büyük rolü
olduğunu düşünüyorum. Öğretmenler hem arkadaş hem de hoca olabilmeyi çok iyi
başarabiliyorlar. Buradan bir kere daha bütün öğretmenlerimizi sevgiyle ve
saygıyla kucaklıyorum. Arkadaşlık köprüsünü kurup üzerinden bilgiler
geçirebilmek çok kolay bir iş değil.
Benim zamanıma göre
çocuklar okulda çok daha fazla eğleniyorlar ve çok fazla “şuradan bir çıksam”
hissine kapılmıyorlar. Okulu asamamalarının bir diğer nedeni de okulların
velilere anında haber veriyor olması. Anında “Bugün çocuğunuz üçüncü derse
girmedi.” diye mesaj geliyor. Her şeyin artı tarafları ve eksi tarafları var.
Evet, tabletle oynamak çok güzel ama aynı teknoloji bir yandan da sürekli
velilere haber uçuruyor.
Şimdiki çocuklar
bizden çok daha akıllı ve marifetin okulu asmakta değil, okula gitmekte
olduğunu çok iyi biliyorlar. Bugünkü aklım olsa ben de hiç ders kaçırmazdım.
Hatta kaçırmadığım gibi can kulağıyla da dinlerdim. Ne yazık ki o günlerde bu
kadar akıllı değildik. Okul yıllarında çok daha fazla beyin hücrem varken
öğrenmediğim her şeyi sonraki yıllarda kalan üç beş hücreyle öğrenmeye
çalıştım. Halen de öğrenmeye çalışıyorum.
Gel bir de Ankara’nın
buz gibi ayazında dene. Okul sabah 8.00’de başlar, öğleden sonra 15.30’da da
biterdi. Saat 8.00’de okulda olabilmek için en geç saat 7.00’de evden çıkmanız
gerekiyor. Öğleden sonra da dikkat çekmeden eve gidebileceğiniz en erken saat
16.30. Ankara’nın buz gibi havasında sokaklarda geçirmek zorunda olduğunuz 8,5
saatiniz var.
Cebimizde de çok
kısıtlı bir para olduğu için gidebileceğimiz en uygun yerler mahalle
kahveleriydi. Saatlerce otururduk. Bütün ömrümüz simit yiyerek ve maça kızı,
king oynayarak geçti. Kahvelerin raconu da kaybedenlerin o partideki çay
paralarını ödemesi şeklindedir. Allah’tan çok kaybetmezdik de uzun saatler
idare edebilirdik.
Okula gitmediğim
günlerde basketbol ve voleybol maçlarına gitmeyi de çok severdim. O zamanlar
ara sıra hafta arası maçlar olurdu. Arka arkaya birçok maç olduğu için de bütün
günü orada geçirebilirdin. Atatürk Spor Salonu’nun ve Selim Sırrı Tarcan Spor
Salonu’nun tahta sıralarında epeyce vakit öldürmüşümdür. Halen de basketbol ve
voleybol maçlarına gitmeyi çok severim.
Bu durum bir gün
rahmetli babamın kulağına gitmişti. Ne kadar kızdığını şimdilik bir yana
bırakırsak olayı gözünde bile canlandıramadı. Bana “Okula gitmeyip sekiz saat
boyunca Ankara sokaklarında ne yapıyorsunuz?” diye sorduğunda “Biz kahveye
gidiyoruz.” demiştim. “Bir gün kahveye gittiniz, sonraki günler ne
yapıyorsunuz?” dediğinde “Biz her gün kahveye gidiyoruz.” demiştim ve büyük bir
sessizlik olmuştu. İyi ki o anda beni boğmamış. Düşünün ki Trabzon Lisesini ve
İstanbul Teknik Üniversitesini en iyi şekilde bitirmiş bir insanın çocuğu
bütün okul saatlerini kahvede geçiriyor. Kim bilir içinden ne kadar çok
üzülüyordur.
Bu durumun tek bir
istisnası vardı, o da Süleyman Hoca’nın dersleriydi. Kahvede bile olsak onun
derslerini hiç kaçırmazdık. Allah’tan kafamız o kadar çalışmış. “Size hiç
güvenmiyorum, kolunuz kırık olsa derse gelmemek için kırmışlar diye düşünürüm.”
derdi. Her zaman söylediğim gibi bizi zorla (farkında olmadan) adam etti. Başta
Süleyman Hocam olmak üzere kaybettiğimiz bütün hocalarımızın mekânı cennet
olsun. Bütün kâğıt oyunlarını çok iyi oynayacağıma keşke diğer derslerde de iyi
olsaymışım.
Sağlıklı kalın, mutlu
kalın…
Günaydın Dostlar,
YanıtlaSilYazılarımı Twitter'da AykutEvrankaya sayfasında, Facebook'ta Sabah Sabah Evrankaya sayfasında, LinkedIn'de Emin Evrankaya sayfasında takip edebilirsiniz.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın...