Pazar günü İstanbul’da
hava çok da iyi değildi. Hava karanlık ve yağmurlu olunca da günün çoğunu evde
geçirdim. Küçük bir yürüyüş dışında, günün geri kalanının çoğunu televizyon
izleyerek geçirdim.
Boş boş televizyona bakarken
genellikle iki program üzerinde yoğunlaştım. Bir tanesi Paramparça dizisi,
diğeri de AK Parti Kurultayıydı. Birbirleriyle çok da bağlantısı olmayan bu iki
program, bu ülkede, çok uzun yıllar geçse de bazı şeylerin hiçbir zaman
değişmediğinin en büyük göstergesiydi.Paramparça dizisinde gözüme takılan senaryo, bizlerin doğduğumuz günden beri izlemekten bıkıp usandığımız bir konuydu. Dizideki psikiyatrist abla, kendi annesi olduğunu bilmeden bir müşterisine yaklaşıyor, sonra da temizlik işleri yapsın diye alıp kadıncağızı evine götürüyor. Bütün derdi kızına yakın olmak olan teyze de, “ben senin annenim” demiyor ama bu durumu kabulleniyor.
Bu diziyi izlerken, doğal olarak çocukluğumuzun Ayşecik filmleri aklıma geldi. Annesini tanımayan ve parktaki teyze zanneden çocuk senaryolarını en azından 500 kere seyretmişizdir. Gerçekte de parktaki teyze zaten onun annesidir ama çocuk bilmiyordur. 2016 yılına geldik ama halen aynı senaryolar. Bilinmeyen anne parametreli vicdan sömürüsü hikâyeleri ile donatılmış diziler. Ayşecik filmlerini izlerken benim annem 2 mendil dolusu ağlardı ama artık büyüdü o da ağlamıyor.
Bir ülke bir gram mı ileri gitmez? Bıktık artık bu senaryolardan. Artık birileri değişik bir şeyler söylesin. Mesela, çocuğun annesi ayda yeni kurulmuş bir koloniye gitmiş olsun filan. Çocuk büyüdükten sonra da, 25 sene sonra geri dönsün.
Sinemada hiçbir şey değişmemiş de siyasette değişen bir şeyler var mı? Orada da yok. Bu ülkede hiçbir zaman bitmeyen, “sözünü en çok dinleyecek olanı bulma” çalışmaları, kaldığı yerden devam ediyor.
Geçmiş yıllarda
defalarca gördüğümüz film tekrar gösterimde. En iyi iş yapacak olanı değil de,
en iyi söz dinleyecek olanı arama çabaları, bu toprakların yüzyıllardır
değişmeyen bir gerçeğidir. Cumhurbaşkanlığına terfi eden amcaların en büyük
derdi, her dediklerine itaat edecek bir başbakan bulmaktır.
Diyeceksiniz ki, bu
gerçeği biz de biliyoruz ama Davutoğlu amcanın ne kusuru vardı? Onun hatası,
her denilenin %97’sine “tamam” demesiydi. Bu gibi pozisyonlarda bu oran
yetmiyor, %100 itaat aranıyor. Ortaya çıkan %3’lük fark bir anda oturduğunuz
koltuğu gayet kaygan bir hale getirebiliyor.Ayrıca bütün kabahati siyasetçilere de yüklemeyelim. Diğer ortamlarda da durum çok farklı değil. Örnek olarak, futbol kulüplerinde veya işyerlerinde durum çok mu farklı? O ortamlarda da başkanlar %100 itaat bekliyorlar. Kimse ağzını açıp da, “gözünün üstünde kaşın var” diyemiyor.
Bir pazar gününde gözüme takılan çok farklı iki ayrı konu; aslında bu ülkede konular farklı olsa da, gerçeklerin hep aynı kaldığını gösterdi bana. Aynı konuları binlerce kere izlemekten de, aynı hikâyeleri binlerce kere dinlemekten de bıkmadık. Her eski masalı bugünün tadında bir kere daha zevkle dinlemekten çok zevk alıyoruz.
Bu sabah yürüyüş
sırasında gördüm ki, 50 senelik Frigo Buz bile halen piyasada. O bile
değişmemiş. Bir elimizde Frigo, bir elimizde patlamış mısır; hepimize iyi
seyirler dostlar.
Sağlıklı kalın, mutlu
kalın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder