Eziyet çekmeyi seven
bir yanımız olduğu artık bir gerçek. Bu durumu hepimizin kabul etmesinde yarar
var diye düşünüyorum. Bu durumdan hoşlanan insanlara da galiba mazoşist
diyorlar ama çok da emin değilim. Yanlış biliyorsam birileri beni düzeltsin.
Hepimizin içinde belli
oranlarda mazoşistlik var ama bazılarında %90 oranında, bazılarında da %5
oranında. Dünyanın diğer ülkeleri ile mukayese edildiğinde, bizim topraklarda
bu oranın dünya averajının üzerinde olduğunu düşünüyorum.Geçen hafta, 9 günlük tatil boyunca yaşananlar, bu işten ne kadar keyif aldığımızı bir kere daha gözler önüne serdi. Eziyet çekeceğini bile bile bir şeylere razı olmak, bu işten (biz farkında olmasak da) keyif aldığımızı gösterir.
Eziyetten keyif aldığımız gibi, bir de eziyetlerimizi yarıştırma âdetimiz var. Ben de dâhil olmak üzere, bunu hepimiz yapıyoruz. Birileri bir şeyler anlatmaya başladığı zaman, biz hemen daha büyüğünü anlatmaya başlıyoruz.
Nankörlük yarıştırmayı da seviyoruz ama eziyet yarıştırmayı kesinlikle daha çok seviyoruz. “Ben ona çeşit çeşit iyilikler yaptım, o da bana karşılık olarak her türlü kötülüğü yaptı” senaryolarını da çok severiz. Doğal olarak, bir başkasının da daha büyük bir nankörlük hikâyesi vardır.
“Tatil dönüşü havaalanından eve 6 saatte gelebildik” cümlesi, genelde “o da bir şey mi biz bayram dönüşü 9 saatte ancak köprüyü geçebildik” türünden bir karşılık alıyor. Ondan sonra da, daha büyük bir eziyetle karşımızdakine geçirmiş olmanın garip hazını yaşıyoruz.
Etrafınıza ve
sohbetlerinize dikkat edin. Muhakkak bir eziyet anlatımından sonra karşı
taraftan daha büyüğü geliyor. Hiçbir zaman, “çok yazık ya, yollarda sefil
olmuşsunuz, biz hiç öyle bir şey yaşamadık” şeklinde bir cevap duymazsınız.
Karşıdakinin eziyeti her zaman daha büyüktür.
Aslında işin özü
yaşadığımız topraklardaki temellerde gizli. Bu topraklarda, yaşamımızın
temelleri eziyet bataklıklarının içine atılmıştır. Her işimiz eziyet olduğu
için, herkesin de türlü türlü anlatacak hikâyesi olması kadar doğal bir şey
olamaz.
İzdivaç programlarında
sık sık duyduğumuz, “beni eve kapatsın, nefes aldırmasın, bakkala bile gitmeme
izin vermesin” şeklindeki kriterler de eziyetin bir başka türü. Neden çıkıp da
bu tür taleplerde bulunuyorlar? Eziyeti severiz de ondan. İlle de sizi bağlayıp
dövmesi gerekmiyor, bu da bir eziyet şekli…
“Eziyet” bizim göbek
adımızdır. Dairelerde iş halletmekten tutun da, tatile gitmeye kadar her işimiz
eziyettir bizim. Hastane koridorlarında veya trafikte sıcak bir ortamda kan ter
içinde sürünmek, eziyet değilse nedir?
Sevgili babam, her
zaman “paramla eziyet satın alamam” derdi. Bu prensiple büyümüş bir insan
olarak, ben de kaçınabileceğim eziyetlerden kaçınmaya çalışırım. Örnek olarak,
9 günlük bayram tatilinde hayatta hiçbir yere gitmem. Yollarda da, gittiğin
yerde de eziyet çekme ihtimalin çok kuvvetlidir.Zaten çok zor bir şehirde ve çok zor bir ülkede yaşıyoruz. Bu yetmezmiş gibi bir de üzerine parayla eziyet satın almayın. Yeteri kadar bedava eziyet, hayatımızın her döneminde bizim yanımızda, daha fazlasına gerek yok…
Konu her ne olursa
olsun, eziyete dönüşecek, size sıkıntı yaratacak şeylerden kaçının. İster aşk
ilişkisi olsun, ister tatil yolu hiç fark etmez. Rahatlamaya, kafanızı
dağıtmaya gittiğiniz bir tatil, bir yemek, bir gezi, bir ziyaret, bir sevgili sizi
daha kötü bir ruh hali ile geri yollamasın.
Sağlıklı kalın, mutlu
kalın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder