Bütün bu yaşananlar ve
askerlerin her daim gündemde olmaları, bana çocukluğumuzda Ankara’da
yaşadığımız sıcak bir yaz gününü hatırlattı. Belki de 50 yıl boyunca hiç aklıma gelmeyen bu
olay, nedense bu sabah birdenbire aklıma geliverdi.
Ankara, Emek
Mahallesi’ndeki mütevazı apartmanın en alt katında bir asker ailesi yaşardı.
Alt kat dediğime bakmayın, oturdukları daire alt katın da yarısıydı. Alt katı
ikiye bölmüşler, arka bahçeden giriş kapısı olan küçük bir daire yaratmışlardı.
Bir asker, bir eşi, bir de minicik çocukları vardı. Küçücük dairelerinde (1 oda, 1 salon) mutlu ve güler yüzlü bir hayat yaşıyorlardı. Hayalimizdeki Türk subayları var ya, adamcağız tam da öyle biriydi. Uzun boylu, yakışıklı, dimdik yürüyen, üstü başı jilet gibi bir askerdi.
Nedenini bilmiyorum ama her öğlen eve yemeğe gelirdi. Eve geldiğine göre, muhtemelen oralarda bir yerde çalışıyordu. Neden eve yemeğe geldiğini bilmediğim gibi, rütbesini de bilmiyorum. Bu sabah bir tahmin yapmam gerekirse, sanki rütbesi üsteğmen (en fazla yüzbaşı) seviyelerindeydi.
Ne zaman bizi bahçede
görse, bizle sohbet eder, bembeyaz dişleriyle bize gülerdi. Saçlarının hafif
sarı gibi olmasını ve tertemiz kıyafetlerini büyük bir hayranlıkla izlerdik.
Bahçede oynamaktan bizim üstümüz başımız toz, pislik içindeyken asker ağabeyin
güneşten parlayan ayakkabılarıyla, jilet gibi ütülenmiş pantolonuyla, kolalı
gömleği ile yanımızdan geçmesi; kendimizi iki kat daha darmadağın hissetmemize
neden olurdu.
Adamcağızın jilet gibi
ve yakışıklı hallerini beğenirdim ama Allah var, “ben de büyüyünce bu amca gibi
giyineyim” diye de hiçbir zaman heves etmedim. Her gün o kadar bakımlı görünmek
zoruma gitmiştir.
Buraya kadar her şey
çok güzel giderken, sıcak bir yaz günü çok samimi arkadaşlarımdan biri, “bu
amca öğlende eve geldiğinde üzerine su dökelim” dedi. Çocukluk aklı, bana da
fikir çok güzel geldi. 1 kova suyu hazırlayıp, balkonda mevzilendik. Güneşin
altında bekliyoruz ama amca bir türlü gelmiyor. Tam biz vazgeçmek üzereyken,
asker amcanın merdivenlerden indiğini gördük.Başka bir şey olsa belki isabet ettiremezdik ama tam isabetle bir kova soğuk suyu zavallı adamın üstüne döktük. Son saniyede sırılsıklam olduğunu gördüğümü hatırlıyorum. Yüzbaşı amca yukarı bakamadan da hemen içeri kaçtık.
İnanır mısınız, bizim
amca çok fazla patırtı bile çıkartmadı. O kadar kaliteli bir insandı ki,
yukarlara doğru bakıp, “ayıp ama bu sizin yaptığınız, böyle şey yapılır mı”
gibilerden bir şeyler bağırdı ve apartmanın arkasına dolaşarak evine gitti. Ne
yaptığımızın çok da farkında değildik ama yine de asker amcanın bu kaliteli
davranışı kendimizi çok kötü hissetmemize neden oldu.
Bu olayın ardından,
hiçbir zaman cesaretimizi toplayıp da, “o suyu biz dökmüştük” diyemedik.
Adamcağız bizi seviyordu ve o sevgiyi kaybetmek istemiyorduk. Bizden
şüphelenmiş miydi acaba? Kim bilir, belki de bizim yapmış olabileceğimize hiç
ihtimal vermemiştir. Bizim de onu sevdiğimizi düşünüyordu. İşin garip yanı,
seviyorduk da ama su dökme fikri de o an için çok cazip gelmişti.
Aradan 50 yıl geçti.
Bu sabah düşündüğüm zaman halen bu konu da kendimi kötü hissediyorum. Adamcağız
öğlen yemeğine eve gelmiş ve başından aşağıya bir kova su boşaltılmış. Duruma
bakar mısınız? Bir tas filan değil, tam bir kova su. Yün donuna kadar
ıslanmıştır. Ne düşünüyorduk da bir kova su dökmeye karar verdik hiç
hatırlamıyorum. Bir tas suyun az olacağını düşündük her halde.Asker amca işine geri gidecek. Başka bir takım elbise giyip gidemez. Hazırda başka üniforması var mıydı bilmiyorum ama umarım çok zor durumda bırakmamışızdır.
Güler yüzlü, yakışıklı
asker gibi asker; senden çok özür diliyorum. O gün, o suyu biz dökmüştük. O
anda bile öyle kaliteli bir duruş sergiledin ki, bana ömür boyu unutamayacağım
bir ders oldu.
Asker amca, sen
kaliteli bir insandın. Hayattaysan sana sağlıklı, mutlu günler diliyorum. Artık
bizle değilsen mekânın cennet olsun. Her zaman söylediğim gibi; kalite bir
sertifika değil, en sıkıntılı anlarda bile değişmeyen, bir yaşam şeklidir.
Sağlıklı kalın, mutlu
kalın…
:)))
YanıtlaSil