Her ne kadar bütün
çocukluğum birçok kedinin yaşadığı bir evde geçmiş olsa da, Şaşkınbakkal’ın
ortasında, bir apartmanın 8. katında kedi bakmaya çalışmaya çok sıcak
bakmıyordum. Ne demişler? “Kul kurar, kader güler”. Arabanın motoruna sıkışan
minicik bir yavru kedi, bütün bu planları değiştirdi.
Arabanın motorunda
seyahat edip, bir de tazyikli su ile motor yıkama seansından sağ çıkınca,
“Allah bizim bu kediye bakmamızı istiyor” diye düşündük. Motordan çıktı
zannedilen kedi, aslında hiç çıkmamış ve bütün başına gelenlerden canını
kurtarmayı başarmıştı. Hatta vücudunun çeşitli yerlerinde minicik yanıklar bile
vardı. O anda; iki kızı olan Emin’in, bir de erkek kedi sahibi olacağı belli
olmuştu.
Kızlar da çok
isteyince, hemen Giresun Nüfus Müdürlüğü’nü arayıp, nüfusumuza kaydettirdik.
Allah’a şükür o gün 400 gram olan kedicik, bugün 4800 gramlık kocaman bir
koyuna dönüştü. Daha da çok yolu var.Veteriner, “Bu çok zayıf, bunu pahalı yaş mamalarla beslememiz” gerekir deyince, hemen döndük yaş mamaya. Neyse, artık koyun gibi oldu da, kuru mamaya geri dönebildik. Yaş mamayı artık sadece özel günlerde yiyebiliyor. Biraz daha yaş mama yeseydi, yakında evi satmak zorunda kalacaktık. Bu arada, veteriner ağabeysi de ayrı bir sorun. Kapıdan geçerken, “Merhaba, nasılsınız?” desen 300 TL giriyor. Şu anda evde en az masrafı olan canlı benim. Kedinin bile masrafları beni 5’e katladı.
Elimizden geleni
yapıyoruz ama kedi mecburen devlet okuluna gidecek. Bir çocuğu daha özel okulda
okutacak gücüm kalmadı.
Aslında, bugünkü
konumuz bizim minik kedinin sürekli yiyerek şişmanlaması değil. “Kediler, akan
su içmeyi sever” diye aldığımız, Melih amcasınınkine benzer fıskiye de değil. Bu
sabahki konumuz, “kısırlaştırma”.
Dün sabah, aldık
sapasağlam kediyi, mahalle baskısı ve veteriner ağabeyinin tavsiyeleri üzerine, kısırlaştırmaya götürdük. Aslında hayvanın hiçbir şikâyeti yoktu, sorun
diğerlerindeydi. Bütün ev halkı olarak kendimizi bir garip hissettik. Aylin bir
ara, “İnşallah bizi affeder” bile dedi.
İster istemez bu gibi
durumlarda, bizim çocukluğumuzda annemin baktığı, beslediği kedileri
düşünüyorum. Kimse bize gelip de, “Bunların kısırlaştırılması gerekiyor”
demiyordu. Bizim kedilerin, bir tanesi hariç hepsi erkekti. Cinsel hayatları
var mıydı bilmiyorum ama kucağına bebeğini alıp kapımıza gelen de olmadı.
Kısırlaştırmayı
bilmediğimiz gibi, kedileri götürüp tırnaklarını kestirmeyi de bilmiyorduk.
Bizim manikürcü çok daha ekonomik vallahi. Aşı mı dediniz? O yıllarda, konuyu
bile anlamazdık herhalde.
“Ey kedicik; sen hep
evde yaşayacaksın, hiçbir zaman bir cinsel hayatın olmayacak, o yüzden gel biz
senin kullanmayacağın organlarını yok edelim”. Ne kadar kötü geliyor kulağa
değil mi? Birçok beynini kullanmayan da var ama onlara gidip de, “Nasıl olsa
sen bu beyni hiç kullanmayacaksın, hadi gidip aldıralım” demiyoruz.
Bir canlının başka
bir canlıyı onun aklı ermeden, haberi olmadan veya söyleyecek bir lafı olmadan
götürüp ameliyat ettirmesi çok zor bir iş. İnsanın içini çok sıkıntılı bir
boşluk kaplıyor. İşin gereksiz bir iş olması da, üzerine ekstra bir katman daha
koyuyor. Bunun neden yapılması gerektiğine dair her türlü nedeni dinledim ama
yine de sapasağlam bir hayvanı alıp götürüp ameliyat ettirmek içimde bir
burukluk yaratıyor. Allah korusun, başına bir iş gelir, götürüp ameliyat
ettirirsin. O durum çok farklı. Zaruretten ortaya çıkmış bir durumdur, başka da
bir şansın yoktur. Bu “durup dururken” durumu, insanda farklı bir sıkıntı
yaratıyor.
Bu sabah, artık
yapacağımız bir şey yok. İnşallah çok kısa sürede de iyileşecek ama Aylin’in
dediği gibi, umarım bizi affeder. Kusura bakma kedicik, biz insanoğulları
böyleyiz işte. Senin iyiliğin için mi bu işi yaptık yoksa kendi iyiliğimiz için
mi, açıkçası ben halen bilmiyorum.
Allah kimseyi başka
bir canlıyı alıp da ameliyata götürmek zorunda bırakmasın. Ameliyat olman
gerekiyordur, gider olursun ama başka birini götürmek, çok daha başka bir
duygu. Önümüzdeki günlerde, istediğin kadar yaş mama yiyebilirsin, hem de en
pahalısından.
Sağlıklı kalın, mutlu
kalın…