Günaydın Dostlar,
Aslında pazar günü
güzel bir gündür. İş yoktur, okul yoktur, sabah geç kalkarsın, keyifli
kahvaltılar olur ama bütün bunlara rağmen ben pazar günlerini hiç sevmem.
Çocukluğumdan kalma
hasarlar, pazar günlerine ısınamama neden oluyor. Boşuna dememişler
“Çocukluğuna inmek gerekiyor.” diye. Ilık olabilme huyum olmadığı için de ya
tam seviyorum ya da hiç sevemiyorum.
İlkokul yıllarında yapılmamış
ödevlerle pazartesi sabahı okula gidecek olmanın yarattığı stres bence bu durumun
en büyük sorumlusu. O kadar stres çekene kadar keşke ödevleri yapsaymışım.
Kesinlikle daha kısa sürerdi. İşin komik tarafı, o zaman yapmadığım ve
öğrenmediğim konuların hepsini daha sonraki yıllarda çok daha fazla çaba
harcayarak öğrendim.
Ödevler büyük sorun
olsa da ödevler olmasaydı da pazar günlerini sevmezdim. Bırakın gezmeye filan
gitmeyi babam bir şeylere kızacak diye çok fazla gözüne görünmemeye
çalışırdık. Gördüğü zaman konuyu derslere getirip bütün tadımızı kaçırırdı.
En güzel zaman cuma
akşamıdır. Cumartesi de gezmek, yürümek için çok uygundur ama pazar
sevimsizdir. Artık tatil bitmiştir, gerçekleri düşünme zamanıdır. Pazartesi
sendromu denen ruh halini hayatımın hiçbir döneminde yaşamamış olmama rağmen,
pazar günlerini sevmezdim. Halan de hiç sevmem.
Pazar günü hiç iyi bir
şey olmaz gibi gelir bana. Normal de sakin, sessiz bir gündür. Çok fazla haber
almazsın. Kimse birbirini pek aramaz. Herkes pazartesi hazırlığı içindedir.
Hele de akşam oldu mu pazar günü mutsuzluğunun boyutu ikiye katlar. Saatlerle
doğru orantılıdır. Saat arttıkça mutsuzluk da artar.
Pazar günü bir sohbet
günü değildir. Gelen bir arama olursa kesinlikle hal hatır sormak için
değildir. Muhakkak ucunda negatif bir haber vardır. Belki de pazartesi sabahı
daha tavuklar uyanmadan yapılması gereken bir iş içindir. Nedense bir dakika
geç kalınca bütün şirketi batırabilecek işler hep bizim coğrafyamızda
mevcuttur. Otuz sene yöneticilik yaptım, bir kere bile işle ilgili bir konu
için benle beraber çalıştığım arkadaşları pazar günü aradığımı hatırlamıyorum.
Bırakın işi dedikodu için bile aramam.
Bizim evde dışarıya
kahvaltıya gitmek diye bir adet hiç yoktu. Gerçi o günlerde kimsenin evinde pek
yoktu, hele pazar günleri hiç yoktu. İşin gerçeği, çok fazla kahvaltıya
gidilebilecek yer de yoktu. O yüzden (çok istisnai bir durum olmadıkça) ben
dışarı kahvaltıya gitmeyi de çok sevmem. Daha doğrusu sevmezdim. Şimdi daha bir
gider oldum. Daha çok gider oldumsa da yine de cumartesi sabahı gitmeyi daha
çok seviyorum. Alışkanlıklarımızdan ötürü, pazar gününün evde oturulan gün
olması gerekli gibi gelir bana. Gerçi son bir yıldır zaten pek dışarı çıkamaz
olduk. Salgın bitince durum ne olur bilemiyorum. Ne kadar “Hayatta yapmam”
dediğimiz iş varsa, gün geliyor hepsini yapıyor oluyoruz.
Pazar günleri
konusunda ben ne kadar beceriksizsem, yakınımdaki akrabalarım, dostlarım da bir o
kadar becerikli. Maşallah sabahtan akşama kadar geziyorlar. Daha doğrusu
salgından önce gezebiliyorlardı. Sanki ertesi sabah hiçbir işleri güçleri
yokmuş gibi pazar geceleri geç saatlere kadar eğlenen insanları uzaktan uzağa
çok takdir ediyorum.
Pazarı köküne kadar
eğlenelim pazartesiyi yarın sabah düşünürüz rahatlığı güzel bir yaşam tarzı
olmakla beraber, pazartesi öğlene kadar işyerinde uykulu gözlerle dolaşınca
işin bütün büyüsü bozuluyor. Bence pazar günü ille de dışarı gidilecekse,
yapılacak tek şey gündüz rakısıdır. Denizin dibinde olmak da diğer bir olmazsa
olmazımız. Güzel hatırınız için hadi bir de yanına roka koydum.
Sağlıklı kalın, mutlu
kalın…
Günaydın Dostlar,
YanıtlaSilYazılarımı Twitter'da AykutEvrankaya sayfasında, Facebook'ta Sabah Sabah Evrankaya sayfasında, LinkedIn'de Emin Evrankaya sayfasında takip edebilirsiniz.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın...