Manav etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Manav etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Haziran 2021 Pazar

Karpuzcu

Günaydın Dostlar,

Sokaklarda yürürken sık sık bu büyük ve güzel manavın önünden geçerim. Çalışanlara baktığımda da bir aile işletmesi olduğunu düşünürüm. Belki de hiç alakası yok. Bırakın aile olmayı en ufak akrabalıkları bile olmayabilir.

Bu sabah da yine çok güzel bir ortam var. Ilık havada cam bardaktan çaylar içiliyor. Benim bile canımı istettiler. Güler yüzlü ve iyi niyetli insanlar. İstesem belki bana da bir bardak çay verirlerdi. Limonata gibi bir hava var. Saat çok erken, henüz içeride hiç müşteri yok. Hepimiz biliyoruz ki şu anda olmasalar da biraz sonra gelecekler.



Tam bu esnada devasa bir kamyon gelip manavın birazcık ilerisine park ediyor. Kamyonun içinden de bir aile iniyor. Emin; baba, amca ve iki oğulları olduklarına karar verdi. Taktım bu sabah, ille de herkes aile olacak.

Kamyonun arka kapağı açıldığında niyetlerinin karpuz satmak olduğunu görüyorum. Benim görmem hiç önemli değil, bizim manav amcalar da görüyor. Kamyonun içinde milyon tane karpuz var. Ok gibi yerlerinden fırlayıp soluğu kamyonun yanında aldılar. Baba olduğunu düşündüğüm şahıs, “Burada satış yapamazsınız.” diye kükredi. Sesi bütün mahalleden duyuldu. Duyulunca ne oldu? İlgili ilgisiz herkes kamyon ile manav arasındaki on metrelik berzahta toplanmaya başladı.

Bu işlere çok bulaşmam ama yanlış yerde yanlış bir zamanda bulunduğum için mecburen ben de durdum. Herkes aynı anda bağırmaya ve itişip kakışmaya başladı. Bu kavgaya karışmak için manavın altında bulunduğu apartmandan bile inenler oldu. Bence onlar da akrabaydı. Kendimi Burdur’da 58. Topçu Tugayı’ndaymışım gibi hissettim. Akrabası olmayan tek kişi bendim.

Manav bağırdıkça toplananların bir kısmı, “Adam haklı, burada yıllardır kira ödüyor, vergi ödüyor.” diye destek verdiler. Bir kısmı da karpuzcuya destek verip “Adam uğraşmış, yetiştirmiş satıp evine ekmek götürecek.” savıyla kaşı saldırıya geçtiler.

Manavın yeri çok güzel, iki tane çok işlek yolun köşesinde kurulmuş. Önünde çok fazla yaya ve araç trafiği olduğu için de yıllardır çok iyi iş yapıyor. Allah daha çok versin. Etraftaki esnafın önerisi karpuzcunun kamyonu yolun öbür tarafına park etmesi yönündeydi ama orada da trafik yok. Herkes bu taraftan yürüyüp geçiyor.

Karpuzcu amca, “Kimse karpuz almak için yolun karşısına geçmez, ben hayatta o tarafta iş yapamam.” diye diretti. Sokakların da kendine göre zorlukları var. Bizim gibi ofislerde çalışan apartman çocuklarının bu dinamikleri anlaması mümkün bile değil. Sıcacık çayını yudumlarken bir anda kendini bir meydan muhaberesinin içinde bulabiliyorsun. Ofis ortamında en fazla dedikodunu yapıp kuyunu kazmaya çalışırlar. O da zaten yarım saat olmadan senin de kulağına gelir.

Karpuzcu amcanın bir diğer konusu da “ürünlerini pazara getirdiği” mevzusuydu. Ben etrafta kurulmuş bir semt pazarı göremedim. Pazar yolunda kamyondan ürün satan insanlar olur ama pazar da oralarda bir yerlerde olur. Kamyonun oradan bakınca pazarı görürsün. Diğer mahalledeki bir pazar için bu mahallede park etmek biraz abartılı oluyor.

Böyle herkesin bağrıştığı, itişip kakıştığı ortamlarda ben hiçbir şey anlamıyorum. Ambale oluyorum. Birkaç kere “Arkadaşlar böyle bağrışarak, kavga ederek bir yere varamayız” desem de kimse beni kaile bile almadı. Bu gibi durumlar bir kere başlamaya görsün, dakikalarca bitmiyor. İşin ilginç yanı, çok sıkı kavgalar olmasa da kimse araya girip ayırmaya da çalışmadı.

Düşündüm kendi kendime. “Acaba bu kamyon bugün buraya ilk defa mı park etmeye çalışmıştır yoksa her hafta bu didişme yaşanıyor mudur?”. Ben bir cevap bulamadım. Belki de hepsi akrabadır.

Para kazanmak zor bir iş, her bir kuruş için mücadele etmeniz gerekiyor. Ekmeğin aslanın ağzında olduğunu çok iyi bilirim. Sonuçta, herkes evine ekmek götürmeye çalışıyor. Boş adımlarla ve boş bakışlarla yavaş yavaş oradan uzaklaşırken, kendi kendime “Ekmek de aslanın ağzında, karpuz da aslanın ağzında” diye mırıldandım.

Allah herkesin yardımcısı olsun, kimseyi aç veya açıkta bırakmasın.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın… 

17 Nisan 2019 Çarşamba

Soğan Patates...

Günaydın dostlar…

Bizim çocukluğumuzda durum böyle değildi. Sebze, meyve, hububat anlamında hiçbir sıkıntısı olmayan bir ülke olduğumuz için, insanlar soğan ve patatesin yüzüne bile bakmazlardı. Unutmayalım ki, bu konularda kendine yetebilen yedi ülkeden bir tanesiydik.
O dönemlerde, bu ürünleri yurtdışına satabilmek konusunda çok başarılı değildik ama rahmetli babam bile, “Satmamız şart değil, satamıyorsak da oturup yeriz” derdi. Sonuçta elindeki ürünler her zaman lazım olan bir değerdi.


Zavallı soğan ve patates hiç sorun çıkartmazlardı. Genelde pazarın içinde bile yer bulamazlardı. Pazarın güzel yerleri her zaman daha pahalı meyve ve sebze satanlara, bir de yün donculara ayrılırdı.

Emek Mahallesi’nde her salı günü pazar kurulurdu ve soğan patates satan yaşlı amca her hafta pazarın girişinde olurdu. Meraklı bir yay burcu olarak sorduğumda da, “Biz o kadar önemli bir ürün satmıyoruz, hem fiyatı çok ucuz, hem de çok ağır; o yüzden pazar girişi bizim için çok uygun” demişti.

Soğan Türk mutfağının olmazsa olmazlarından bir tanesi olmasına rağmen hiç saygı görmezdi. Patatese de ekonomik doyurucu yemek olarak bakılırdı. Patates yemeği (çok da severim) birçok aile için cankurtarandı. Bu konulardan hiç anlamam ama muhtemelen içinde soğan da vardı.

Soğan ve patates her zaman "Olsa da olur, olmasa da olur" muamelesi görürlerdi. Neden? Çünkü her zaman varlardı. Yaşlı amcanın bir gün orada olmayacağı veya manavda soğan, patates kalmayacağı kimsenin aklının ucundan bile geçmezdi. “Günün birinde biz yurtdışından soğan ithal edeceğiz” deseniz, millet neresiyle gülerdi sabah sabah söylemeyeyim.

Genelde bu konularda, bu ülkede üç ayrı gündem vardı. Yeşilbiber her sene zam şampiyonu olurdu, yeşil erik ilk çıktığı zaman çok pahalı olurdu ve arz fazlasından üreticiler domates, şeftali vb. ürünleri denize dökerler, ya da yollarda ezerlerdi. O zamanlar ananas, mango gibi şeyleri yemeyi bilmiyorduk.
Peki, soğan ve patates neden bugün bu kadar çok konuşuluyor? Sorun oldu da ondan, değerleri arttı da ondan, erişilmez oldular da ondan, yemekler soğansız tatsız olmaya başladı da ondan, patates yemeği ucuz olmaktan çıktı da ondan… Herkes değerlerini anladı.

Her zaman belirttiğim gibi, hayatımızdaki her şey aslında beş, altı temelin üzerine oturuyor. İster semt pazarları olsun, ister çalışma ortamları hiçbir şey fark etmiyor. Her ortamın kendi soğanı, patatesi var. 

Şirketler soğan ve patates ile dolu. Bu insanlar her yemeğin içinde oldukları halde, hiçbir zaman saygı görmezler. Semt pazarı girişinden daha öteye gidemezler. Aynı soğan, patateste olduğu gibi bunların da yükleri ağırdır.

Her yemekte oldukları halde, genelde "Olsa da olur, olmasa da olur" muamelesi görürler. Zavallı soğanlar her yemeğe kesilip, biçilip, doğranıp yetişeceğim diye yırtınırken, sigara odalarında mangonun faydaları üzerine kulis yapanlar işi götürürler.
Patates yemeğine kimse tenezzül etmez. Patates hakkında yetmiş çeşit eleştiri duyarsınız. Çok kolay bulunduğu ve hiç sorun yaratmadığı için, kimsenin zavallı patatesin varlığından haberi bile yoktur.

Herkes mangonun renginin bir ton açılması, ananasın bir gram kilo kaybetmesi sorunlarıyla uğraşıyordur? Neden? Herkesi tropik meyveler olmadan şirketlerin ayakta kalamayacağına inandırmışlardır da ondan… Herkes onların derdinin peşindedir.
Soğanları, patatesleri kenara atmayalım, her işe koşuyorlar ve sorun çıkartmadan işlerini yapıyorlar diye değerlerini küçümsemeyelim. Döviz ile alınıp satılanların sürekli ilerleyişini görmek, çalışkan soğan ve patateslerin kaderi olmasın. Bir gün bulunamadıkları zaman, mango ile yemek pişiremezsin.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…