Akşam
yemeklerini salonda televizyonun karşısında yemek gibi kötü bir âdetim var
benim. Amerika’da yıllar önce başlayan bu adet yıllardır devam ediyor. Aslında
oradayken bile masada oturup yerdim ama cuma akşamları gösterilmeye başlanan 90210
adlı bir dizi bu alışkanlığımı bozdu.
Sonra geliyor sıra günümüzün gerçeklerine. Nasıl olmuş? Saddam’ın subayları ile El-Nusra örgütünden küsüp ayrılanlar yeni bir örgüt kurmuşlar. Sonra da bunlara dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan kızgın gençler katılmışlar. Aylardır her akşam yemeğinde bunları izliyorum.
Sonra da düşünüyorum kendi kendime “Acaba bu örgütü Amerika mı yaratmıştır?” diye. Bütün bu kızgın gençlerin dünyanın dört bir yanında peşine düşmektense, hepsini bir araya getirip, tek bir noktada imha etmek için bir plan mıdır acaba bu diye… Amerika’nın şu anda bu örgütle savaşıyor olması, bu örgütü onların yaratmadığı anlamına gelmez.
Madende mahsur kalan işçilerin çaresiz ailelerini görüyorum. Çocukların dolu gözlerini görüyorum ve benim de gözlerim doluyor. İşin acı tarafı bu işlerin hiçbir zaman bitmeyeceğini de biliyorum. Her konuda umutlu olan ben, bu konuda bütün umudumu kaybettim…
Kuyulara, nehirlere, göllere, denizlere, havuzlara düşmüş; geriye minicik kırmızı ayakkabıları kalmış çocukları görüyorum. “Bir arkamı döndüm, gitmiş.”, “Bir dakika gitmiştim, hemen düşmüş.” gibi laflar hiç bitmiyor.
Sokakları savaş alanına çeviren insanları ve bunlara sürekli su, gaz ve plastik mermi atan insanları görüyorum. Bu nasıl bir kindir, nefrettir diye düşünmeden edemiyorum. Yılların birikimi sokak savaşları olarak yeryüzüne çıkıyor. Sürekli bu nefreti pompalayan, insanları kutuplaştıran söylemleri görüyorum.
Dizi 20.00’de
başlıyordu ve tam da benim yemek saatime denk geliyordu. Nasıl olduysa ben de
diziyi epeyce bir takip eder olmuştum. Cuma akşamları evdeysem muhakkak
izliyordum. İzliyordum izlemesine ama benim yemek masamın bulunduğu yerden
televizyon gözükmüyordu. "Ben en iyisi yemeğimi sehpanın üzerine koyup koltukta
yiyeyim" derken bu adet de başlamış oldu.
Tek
başına yaşayanların çoğu yemeğini televizyonun karşısında yiyor. Ne de olsa bir
ses, bir ışık yaratıyor. Kaç kişi akşam eve gelip televizyonu hiç açmadan yatıp
uyuyor? Ben, Türkiye’de bu sayının çok yüksek olmadığını düşünüyorum. Amerika’da
ise “televizyonu hiç açmama” durumu oldukça yaygın bir durumdur. Onların ille
de her akşam televizyon seyredeceğim diye bir alışkanlıkları yoktur.
Televizyon
karşısında yememin bir nedeni de haberleri ve piyasaları takip edebiliyor
olmak. Her ne kadar şu anda çok aktif çalışmasam da her sabah iki üç saat, her
akşam bir iki saat piyasaları halen takip ediyorum. Günümüzde her şey süratle
değişirken bunu yapmak zorundasınız yoksa süratle güncelliğinizi kaybedersiniz.
Petrolden şekere kadar her şeyi takip ediyorum.Sonra geliyor sıra günümüzün gerçeklerine. Nasıl olmuş? Saddam’ın subayları ile El-Nusra örgütünden küsüp ayrılanlar yeni bir örgüt kurmuşlar. Sonra da bunlara dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan kızgın gençler katılmışlar. Aylardır her akşam yemeğinde bunları izliyorum.
Sonra da düşünüyorum kendi kendime “Acaba bu örgütü Amerika mı yaratmıştır?” diye. Bütün bu kızgın gençlerin dünyanın dört bir yanında peşine düşmektense, hepsini bir araya getirip, tek bir noktada imha etmek için bir plan mıdır acaba bu diye… Amerika’nın şu anda bu örgütle savaşıyor olması, bu örgütü onların yaratmadığı anlamına gelmez.
Madende mahsur kalan işçilerin çaresiz ailelerini görüyorum. Çocukların dolu gözlerini görüyorum ve benim de gözlerim doluyor. İşin acı tarafı bu işlerin hiçbir zaman bitmeyeceğini de biliyorum. Her konuda umutlu olan ben, bu konuda bütün umudumu kaybettim…
Zonguldaklı
bir maden işçisin söylediği, “Toprağın altında ölüm bir olasılık ama toprağın
üstünde açlık kesin.” sözleri, yaşanan çaresizliği bütün çıplaklığıyla
gözlerimizin önüne seriyor.
Dünya lideri
olduğumuz trafik kazalarını görüyorum. Akşam evine geri dönemeyen tarım işçisi
anneleri görüyorum. Seç beğen. Toprağın altında da, üstünde de ölüm her yerde.
Denetimsizlik, bakımsızlık, umursamazlık bu topraklarda sürekli ölüm getiriyor.Kuyulara, nehirlere, göllere, denizlere, havuzlara düşmüş; geriye minicik kırmızı ayakkabıları kalmış çocukları görüyorum. “Bir arkamı döndüm, gitmiş.”, “Bir dakika gitmiştim, hemen düşmüş.” gibi laflar hiç bitmiyor.
Sokakları savaş alanına çeviren insanları ve bunlara sürekli su, gaz ve plastik mermi atan insanları görüyorum. Bu nasıl bir kindir, nefrettir diye düşünmeden edemiyorum. Yılların birikimi sokak savaşları olarak yeryüzüne çıkıyor. Sürekli bu nefreti pompalayan, insanları kutuplaştıran söylemleri görüyorum.
Haberlerle
hiç alakası olmadığını düşündüğüm, “yeni dizi hemen haberlerden sonra
başlayacak” gibi laflar da duyuyorum ve bu işlerin haber programlarında yeri
olmadığını düşünüyorum.
Zaman zaman
da trajik haberlerin yükü altında boğulup kanalı değiştiriyorum. Her akşam aynı
filmi tekrar tekrar izliyoruz. Sadece figüranlar değişiyor. Başroldekiler hep
aynı.
Diyeceksiniz
ki “Yemek yediğin sürece hiç mi iyi bir şey duymuyorsun?” Ne yazık ki
duymuyorum. Moral bozmak için söylemiyorum ama genelde iyi bir şey
duymuyorum.
Kim bilir
belki bir gün.Sağlıklı kalın, mutlu kalın...
Günaydın Dostlar,
YanıtlaSilYazılarımı Twitter'da AykutEvrankaya sayfasında, Facebook'ta Sabah Sabah Evrankaya sayfasında, LinkedIn'de Emin Evrankaya sayfasında takip edebilirsiniz.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın...