Neredeyse
senenin ortasına geldik ama halen Survivor bitmedi. Daha doğrusu bitemedi. Dün
akşam yine ekranlarda saatler boyunca Survivor vardı. Bu sabah yine Survivor
üzerinden bir şeyler yazacağım ama konumuzun asıl amacı ıssız ada da yaşam
değil.
Her oyunun
kendine göre bir kuralı var. Futbol maçlarının da bir kuralı var, iş hayatının
da kuralları var. Siz de bu kurallara uyduğunuz müddetçe ve de oyunun ortasında
kurallar değişmediği ve adamına göre muamele yapılmadığı sürece hiçbir sorun
yok. Peki, sorun ne zaman başlıyor? Sorun Ahmet’e, Mehmet’e göre oyunun ortasında kuralları değiştirmeye başladığınız zaman başlıyor.
Bugün iş
yerlerinde ki mutsuzluğun en büyük nedenlerinden biri, adamına göre değişen
kurallardır.
Aynı şeyi
Acun amca da yapıyor. Kalan yarışmacılara göre ve reyting kaygısına göre her
hafta yeni kurallar icat ediyor. Bir takımın daha hızlı, öbür takımın daha
güçlü olduğunu biliyor ona göre haftalık oyunları ayarlıyor. Hızlı olan takımın
kazanmasını istiyorsa o hafta hıza dayalı bir oyun açıklıyor.
Her hafta
konsey kuralları da değişiyor. Bir gün birden çıkıyor ortaya, “Bu gün kazanan
oyuncu doğrudan Kıbrıs’a gidecek” diyor veya “Halk oylamasının şeklini
değiştirdik” diye bir açıklama yapıyor.
Hiçbir
şaibeye yer vermemek için daha Survivor başlamadan ilk günden itibaren son güne
kadar oynanacak bütün oyunlar belirlenmeli ve herkese açıklanmalıdır. Ondan
sonra da kim giderse gitsin oyun programı hiç değiştirilmeden uygulanmalıdır.
Hıza dayalı, güce dayalı, hafızaya dayalı, soğukkanlılığa dayalı, bunların
beraberliğine dayalı çeşit çeşit oyun var ve bu durum gayet normal ama bunların
sırası baştan belirlenmeli. Her hafta
kalan insanlara veya azalan takımlara göre açıklanan oyunlar adalet duygusu
getirmez. Tamam sen reyting derdindesin ama orada da aylarca çok zor şartlarda
bir şeyler yapmaya çalışan insanlar ve bunların aileleri, dostları, arkadaşları
var.
Televizyon
programlarında böyle de iş yerlerinde durum farklı mı? Hiç değil. Aynı sorunlar
orada da mevcut. İnsanları en çok mutsuz eden şeylerin başında, “yapılan
işlerin adil olmadığı” duygusu geliyor. Bunun bir kısmı dedikoduya dayalı gerçeklik
payı olmayan mutsuzluklar olsa da, çok büyük bir kısmı gerçek durumlardan ve
adamına göre yapılan muamelelerden ortaya çıkıyor.İster iş yeri ortamı olsun, ister aile ortamı, ister arkadaşlık ortamı, isterseniz de ülke ortamı. Adalet hissinin toplumların ortak yaşamındaki en önemli parametrelerden biri olduğunu düşünüyorum. Bugün ülkemizdeki mutsuzluğun en büyük nedenlerinden biri adalet hissinin kaybolmasıdır. Ayrıca sadece hukuksal parametrelerden bahsetmiyorum. “Adalet” kelimesinin gelir dağılımından tutun da, insan ilişkilerine kadar çok çeşitli boyutları var.
Yaptığınız
iş veya taşıdığınız sorumluluk ne olursa olsun, adaletli davranmak herkes için
bir yaşam şekli olmalıdır. İş yerinde biri bir şey ister yapılmaz ama iki gün
sonra bir bakarsınız ki, “hayatta yapılamaz” denilen şey, yeterlilikleri ilk
geri çevrilen insan kadar bile olmayan başka bir insan için yapılmış. Buyurun
cenaze namazına. Böyle bir durumdan sonra kaybolan adalet duygusunu 10 sene
uğraşsanız yerine geri koyamazsınız.
Yapılan her
iş, sorgulandığında mantıklı ve adil bir şekilde açıklanabilir durum da olmalı.
“Ben yaptım oldu” zihniyeti her ne kadar kısa vade de bir takım yararlar
sağlıyor gibi görünse de, uzun vade de büyük zararlar getirir.
İster
Survivor ortamı, ister şirket ortamı, ister ülke ortamı olsun, adalet
duygusunun kaybolmamasını sağlamak en büyük hedeflerimizden biri olmalıdır.
Sağlıklı
kalın, mutlu kalın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder