Günaydın dostlar…
Depremlerden sonra
televizyon programlarında yorum yapan profesör amcalardan bir tanesi, “İzmir’in
sahil kesiminin toprak yapısı bina yapmaya çok uygun değildir, hele Bayraklı
hiç uygun değildir” dedi. Daha sonra birçok başka amca da bu görüşü tekrarladı.
Bu bilgiyi bugün mü
öğrendik? Durum böyleydi de bu binaları neden yaptık? Sorunun cevabının çok net
olduğunu bilsek de yine de insanın içinden “Başka yer mi kalmamıştı?” demek
geliyor. Sonuçta; kumdan kaleler yapmıyoruz, gerçek insanlar oturuyor bu
binaların içinde.
Bugüne kadar bu durumu
bilmiyorduk, bugün öğrendik. Madem öğrendik şimdi ne yapacağız? Bu binaları
yıkacak mıyız, güçlendirme çalışması mı yapacağız? Gerçi yıkılan iki binada da
güçlendirme çalışması yapılmış, o da ayrı bir konu.
Yıkılan bu binaların
ve boşu boşuna yitip giden canların bizler için son uyarı olduğunu düşünüyorum.
Allah Baba “Her şeyi bana bırakın” dememiş. Akıl vermiş ki kullanalım diye.
Hayvanlar bile nerenin güvenli olup olmadığını çok iyi araştırıyorlar.
Yavrularını saklayabilecek bir mağara bulduğu zaman metrekaresine bakmıyor.
Güvenli mi, her hangi bir yönden bir tehlike gelir mi, üstüme yıkılır mı gibi
konuları süzmeye çalışıyor.
İstanbul’da ve diğer
şehirlerimizde büyük depremler olacağı kesin. Hatta İzmir’de bile. Bir fay
kırıldı ama İzmir ve çevresinde büyük depremler yaratabilecek birçok fay hattı
var. İki gün sonra bunlardan bir tanesi daha kırıldığında yine Doğanlar
Apartmanı’nda yaşadığımız görüntüleri yaşayacağız.
Sadece yirmi binanın
çökmesiyle neler yaşandığını gördük. Bir de binlerce, on binlerce binanın
çöktüğünü düşünün. Kim kime yardıma gidecek? Televizyon kameraları çöken
binalara yardım ekiplerinden daha önce geldi. Öğrendik ki, bu gibi durumlarda
en azından yolları açık bırakmalıyız.
Vatandaşlar iyi
niyetle ellerinden geleni yapmaya çalıştılar ama bu şekilde davranarak birçok
tehlikeli duruma da yol açabilirlerdi. Birçok artçı depremin olduğu bir ortamda
yüzlerce insanın enkazın üstüne çıkmasının ne kadar riskli bir durum olduğunu
düşünebiliyor musunuz?
Bu konuya çok uzak
olmakla beraber, toprağın da bir beton taşıma kapasitesi olabileceğini
düşünüyorum. Çok cahilce atıyorsam konunun uzmanlarından özür dilerim. Belki de
yıkılan riskli binaların yerleri boş kalmalı. İdare ortaya çıkıp, “Buranın
toprak yapısı artık bir binayı daha kaldıracak durumda değil” demeli.
İnşaat aşamasındaki
denetimlerin doğru dürüst yapılmadığını görüyoruz ama görülüyor ki,
apartmanlarda yaşam başladıktan sonra da bir takım denetimler gerekiyor. Adam
kolon mu kesmiş, apartmanı mı büyütmüş, yangın merdivenini kilere mi çevirmiş
hiçbir şey belli değil.
“Şiddetli yağmur
yağacak vatandaşlarımız her türlü önlemi alsın” gibi lafları pek sevmem.
Zavallı vatandaş ne önlem alacak? Yüz yıldır yapılmayan yağmur suyu deşarj
sistemlerini mi kuracak? Alt geçitlerin, evlerin, işyerlerinin pasajların,
bahçelerin, parkların suyla dolmasını nasıl önleyecek? Diğer afetlerde de durum
çok farklı değil. Hele de deprem için kendini bilinçlendirmekten başka
yapabileceği hiçbir şey yok.
Şunu kabul edelim ki,
insanlar parasız. Oturdukları yerleri güçlendirecek paraları yok. Kesinlikle
devletin bu işe el atması gerekiyor. Bir şeyler yapılsa da, çok yetersiz.
Uzun lafın kısası:
Takdir-i ilahinin arkasına sığınamayız. İşin gerçeği şudur ki, 97 yıldır bu
ülkeyi yönetenler şehirlerimizi depreme hazırlayamadılar. Artık makûs
talihimizi değiştirip; zayıf zemin, zayıf bina, zayıf kurtulma şansı
sarmalından kurtulmamız gerekiyor.
Sağlıklı kalın, mutlu
kalın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder