Açlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Açlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ocak 2016 Cumartesi

Biz Fakir Bir Ülkeyiz...

Günaydın dostlar…

Sabah sabah kötü bir haber vermek istemezdim ama bu gerçeği de açıklamak zorundayım. Biz fakir bir ülkeyiz. Bilmiyorum bu haber sizi şaşırttı mı fakat sokağın gerçeğine baktığınız zaman, biz gerçekten de fakir bir ülkeyiz.
Ayrıca fakirliğimiz sadece maddi konularla da sınırlı değil. Spor, sanat, bilim, araştırma, estetik gibi birçok konuda da çok fakiriz. Para, gelip geçici bir kavramdır. Paranın yarın kimin evine uğrayacağı belli olmaz ama diğer konulardaki fakirlik çok daha uzun süreli bir süreçtir ve hareketlendirmesi çok zordur.


“Sen ne diyorsun kardeşim, biz dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında yer alıyoruz, ne fakirliğinden söz ediyorsun?” dediğinizi duyar gibiyim ama bir ülkenin halkının büyük bir kısmı fakirlik içinde yaşıyorsa, o ülke fakir bir ülkedir.

Tatilin kelime anlamını bile bilmeyen, eti ancak marketlerde görebilen, okula gidecek paltosu ve ayakkabısı olmayan, akşamları soğukta uyuyan, mutsuzluktan gülme kasları körelmiş bireylerin yaşadığı bir toplum, fakir bir toplumdur.

Gelir dağılımındaki adaletsizliğin, bunda hiç mi payı yok. Tabi ki var ama bütün her şeyi de bu parametre ile izah edemeyiz. Nüfusun %5 büyürken, senin ülkenin ekonomisi sadece %3 büyüyorsa, fakirlik artıyor demektir.

İşin en garip kısmı da çilekeş ve beklentisi sıfırlanmış vatandaşlarımızın bir kısmının bu durumdan mutlu olması. Geçen akşam televizyonda gördüğüm bir anket çok dikkatimi çekti. Türkiye’nin en ciddi araştırma kuruluşlarından biri tarafından yapılan ve oldukça da kapsamlı bir şekilde yapılan anket neticesinde, ülkede yaşayan insanlarımızın %40’nın hayatlarından mutlu olduğu sonucu ortaya çıkmıştı.

Halkımızın %70’inin fakir olduğunu düşünürsek; sıkıntılar içinde yaşayan vatandaşlarımızın %28’inin durumlarından memnun olduğu gözüküyor. Bu durumda iki ihtimal ortaya çıkıyor. Ya durumlarından gerçekten memnunlar, ya da diğer parametrelerin ağırlığı altında, kendilerini “çok memnunum,” demek zorunda hissediyorlar.
Aslında, geçmişte Konya’nın Çumra ilçesinde yapmış olduğum bir sohbet, bana bu durumun çok da yanlış olmadığını hatırlattı. Köy kahvesinde oturan bir amca bana, “bu şehirde dört kişilik bir ailenin rahat yaşayabilmesi için, ayda en az 1300-1400 TL geliri olması gerekir,” demişti. Zavallı, çilekeş, kanaatkâr vatandaşımın bütün beklentisi bu kadarlık bir hedefle sınırlı.
Çumra’nın köyünde 1300 TL ile bütün bir ailenin rahat yaşayacağını düşünüyor ve belki de yaşıyorlar. Bu amcanın, daha fazla bir yaşam için bir vizyonu olmadığı gibi, daha fazla para kazanmak için daha çok çalışmak gibi bir arzusu da yoktu. Daha sonra ülkemizin çeşitli yörelerinde de aynı düşünce tarzının hâkim olduğunu gördüm. Senede bir kere ürün toplayıp, aylık ortalama 1000-1500 TL seviyesinde bir gelire sahip olmak insanlara yetiyor.

Çumra’da yeni açılmış bir fabrika, çalıştıracak insan bulamıyordu. İnsanların sabah 8.00, akşam 17.00 gibi bir düzende çalışma alışkanlıkları da yok. Hatta bazı ortamlarda kültürel olarak çok sıcak bakılmıyor bile diyebilirim. Başka bir amca, bir gün bana “biz babadan da, dededen de öyle görmedik,” demişti. Senede bir veya iki defa ürün toplayıp, sonra bütün seneyi kahvede kâğıt oynayarak geçirmek varken, niye gidip de fabrika ortamında çalışsınlar ki?

Her konuda geri kalmış ve fakir olduğumuz gibi, beklentiler konusunda da çok geri kalmış durumdayız. Çok da fazla iyi bir şey olmamasına alışmış olan kardeşlerim, beklentilerini de minimuma indirmişler. Allah’tan veya havadan bir şey gelirse, bizim için düğüm bayram ama gelmezse de beklentimiz zaten bu kadar.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

4 Eylül 2015 Cuma

Yarın Sabah...

Günaydın dostlar.

Mutlu ama minicik bir hayatın var. Bolluk içinde yüzmüyorsun ama aç da değilsin. Bazıları orta sınıf diyor sana, bazıları da orta sınıfın biraz altı…
İşine gidip geliyorsun, çocuklarını okula yollayabiliyorsun, baba yadigârı evin de var; “Allaha şükür her şeyim var” diye her akşam yatarken şükredip, dualarını okuyup uyuyorsun. Her akşam ailece masanın etrafına oturup çorbanızı kaşıkladığınız anlar, ailenin en mutlu anları. Masa örtüsünün üzerindeki çiçekler bile ayrı bir canlanıyor sanki.


Minicik evinde mutlusun ama sokakta da garip bir huzursuzluk var. Etrafınızdaki ülkeler de “Arap Sonbaharı” denilen bir şeyler yaşanıyor. Korkuyorsun, tedirginsin. Mevsim değişir buraya da soğuklar, karanlıklar gelir mi acaba diye endişelisin. Yönetimden, baskılardan, yaşananlardan çok da mutlu değilsin ama en azından bir düzenin var, alışılmış bir hayatın var. Mükemmel bir hayatın olmasa da, ailenle, yavrularınla mutlusun.

İşler yavaş, yavaş karışmaya başlıyor. Ülke nereden geldiği belli olmayan Suriye âşıkları ile dolmaya başladı. Meğerse Suriye’nin menfaatlerini düşünen ve bu uğurda canını bile vermek isteyen ne çok insan varmış.

Yer, yer çatışmalar başlıyor. Suriyeliler değişiklik istiyor deniliyor ama etrafına bakınca bu kargaşanın içinde Suriyelilerden başka herkesin olduğunu görüyorsun. “Ne oldu bize böyle birden?” diye kendi kendine soruyorsun Nasıl böyle nefret kutuplarına ayrıldık?

Her yer karıştı. Kimin kiminle savaştığı belli değil. Bu coğrafyada yaşayan ne kadar çok örgüt varmış. Hepsinin ayrı hedefleri olan bir sürü örgüt ortalığı cehenneme çevirmeye başladı. Yan komşunun evinin üzerine düşen bomba için ne diyeyim bilemiyorum. Hepsinin mekânı cennet olsun. Yaşıyor musun öldün mü belli değil. Yaşadığına mı sevineceksin, 40 yıllık dostlarını kaybettiğine mi üzüleceksin? Kafan karmakarışık.

Yolun karşısındaki kuzenler, tehlikeyi görüp ülkeyi terk ederken sen uyanamadın. İşlerin bu boyuta geleceğini tahmin bile edemezdin. Millet evini, arsasını, bağını, bahçesini para ederken sattı gitti ama sen ülkenden kopamadın. Artık evin sağlam kalsa ne olacak? Bugün değilse yarın piyango sana da vuracak.
Herkes Türkiye sınırına yürüyor. Allah kahretsin. Siz ne yapacaksınız? Evinizi, barkınızı bırakıp siz de mi gideceksiniz? Gitmezseniz öleceksiniz. Giderseniz de oralarda ne yapacaksınız? Yollarda sıcaktan, açlıktan telef olursanız ne olacak?

Bilmiyorum doğru mu yaptınız ama aldınız bir bavul giyeceğinizi elinize, taktınız bileziklerinizi kolunuza geldiniz sınıra. Türkiye’nin sizi almaya niyeti var mı o da belli değil.
Çocuklar sakın yanımdan ayrılmayın. Ceketimi sıkı sıkı tutun sakın bırakmayın. Söyleyemedin çocuklara neden yollara düştüğünüzü. “Türkiye’ye akraba ziyaretine gidiyoruz.” demek zorunda kaldın. “Artık bizim ne evimiz var, ne de bir hayatımız; her şeyimiz bu bavulun içinde.” diye nasıl söyleyebilirdin ki?
Günlerdir aç, susuz sıcağın altında bekliyorsunuz ama üzülmeyin, Türkiye sizi mutlaka alacaktır. Bugüne kadar kimler geçmedi ki o tellerden. Türk insanı sizi orada bırakamaz. Yüreği elvermez. Belki yarın, belki yarından da yakın muhakkak o telleri geçeceksiniz.

Çıktınız tellerin arasından ama kız yok. Kucaklayıp telin öbür tarafına verdikten sonra yok oldu. Allah’ım kızım yok. Allah’ım kızım nerede? Oğlum ablan nerede? Dostlar, arkadaşlar, kardeşler yardım edin, kızım yok. Asker ağabey ne olur kızımı bul. Kızım nerede? Polis amca, kızımı gördün mü? Kalabalıkta bir yerdedir, şimdi çıkacak karşıma. Yüce rabbim kızımı sen koru.

Kızım nerede? Kargaşa esnasında muhtemelen yolun öbür tarafında ki kampa girdi. Çıkıp kızımı aramam lazım ama dışarı bırakmıyorlar. Allah’ım delireceğim kızım nerede? “Ne olur bırakın, öbür tarafa geçip kızımı aramam lazım.”
Akşam oldu, “Artık hiç çıkamazsın” diyorlar.

Gözlerim sonuna kadar açık. Bitmez bu gece. Allah’ım, bu akşam kızım sana emanet, ben koruyamadım ne olur sen kızımı koru. Hadi hava aydınlansın artık, yarın sabah ilk iş kızımı aramam lazım…
Allah kimseyi evini, yurdunu terk edip, tel örgülere, açlıklara, sefaletlere, cam silmelere, saldırılara, kaçırılmalara, tecavüzlere, cinayetlere, itilip, kakılmaya mecbur bırakmasın…

5 Haziran 2015 Cuma

Suriyeli Dostlarımız...

Günaydın dostlar.

Daha önceki yazılarımda da zaman zaman belirttiğim gibi CCI’da çalıştığım dönemlerde en severek gittiğim ülkelerden biri Suriye’ydi.  Sizlerin tecrübeleri nasıldır bilmiyorum ama Suriye’nin modern ve samimi ortamında ben her zaman çok güzel ağırlandım. Kaldığım oteller de, gittiğim restoranlar da, dolaştığım sokaklar da, hepsi çok keyifliydi.
 
Şimdi Suriyeli komşularımızın birçoğu artık kendi ülkelerinde yaşayamıyorlar. Ellerine alabildikleri bir minik çanta, iki don, bir fanila ile yollara düştüler. Sıcacık evlerini, yurtlarını, vatanlarını bir daha hiç dönmemek üzere terk ettiler. Ölmemek için Türkiye, Ürdün, Irak gibi ülkelere sığındılar. Hadi Türkiye ve Ürdün’ü ayrı bir yere koyalım ama durum o kadar kötü ki insanlar yaşama şansları bir milim daha yukarıda olabilir diye Irak gibi 70 türlü örgütün cirit attığı, hiçbir devlet otoritesinin olmadığı topraklara sığınmak zorunda kaldılar.
Bu kardeşlerimizin büyük bir bölümü şu anda Türkiye’de yaşıyor. Sayılarının 2 milyondan fazla olduğundan söz ediliyor. Zaten kendi zar zor geçinen ve fakiri çok olan bir ülke için bu kadar yüksek sayıda misafir ağırlamak hiç te kolay bir iş değil.

Bu büyüklükteki bir insan topluluğunu kamplarda tutmanız da mümkün olmadığına göre birçoğunu sokaklara salmak zorunda kaldık. 20 civarında il ve ilçemiz Suriyeli akınından hem maddi olarak, hem de manevi olarak çok kötü etkilendiler. Bazı kasabalara, o kasabanın nüfusundan daha çok Suriyeli gitti.

Suriyelilerin ülkemizde yaşamasından kaynaklanan bütün zorlukları biliyorum ve söylenenlerin hepsini haklı buluyorum. Sığınanlar olduğu gibi, gittikleri yerleşim merkezlerini birbirine katanlarda var bunları da biliyorum. 100 liralık işin artık 30 liraya yapılıyor olmasından tutunda, Suriyeli korkusu yüzünden insanların geçmeye çekindiği sokaklara kadar, her türlü gerçekle her gün yüzleşiyoruz.
Karşımızdaki her kim olursa olsun yaşanan her türlü tacize karşı kendimizi korumak en doğal hakkımızdır. Buna kimsenin diyecek bir sözü olamaz ama yaşanan trajik tablo karşısında birazcık empati yapmayı da unutmayalım.
Suriyelilerin evlerini terk etmesine neden olan gelişmeleri hepimiz biliyoruz ve bunları sabaha kadar tartışabiliriz ama benim bu sabah ki konum işin insani boyutu. Nedeni ne olursa olsun, ölmemek için evini terk etme hissini ancak yaşayan bilir.

Allah, kimseyi böyle bir durumda bırakmasın. Yanına alabileceğin 3-4 parça giyecekle ve sırtında taşıdığın hasta annenle, çoluk çocuk yollara düşmek hiçbir insanın yaşamaması gereken bir acıdır. Sebep olanlar her iki dünyada da bunların hesabını verirler bir gün.

Açlığı, sefilliği, tacizi, tecavüzü, horlanmayı, itilip kakılmayı, dolandırılmayı, sokaklarda yatmayı ister miydi bu insanlar? Birçoğunun normal bir hayatı vardı. Acımasız hayat onları yuvalarından etti, sokaklara mahkum etti.
Sebebi her ne olursa olsun, her kim neden olmuşsa olsun, kökenleri her ne olursa olsun bu insanlar şu anda burada ve bizim misafirimizler. Kimse isteyerek yanına bir çanta ve bir koyun alarak kendini mayınlı tarlaların ortasında bulmak istemez.

Ben, Suriyelilerin hallerine çok üzülüyorum ve bu mübarek Cuma gününde Allah kimseyi can korkusuyla evini, yurdunu terk etmek zorunda bırakmasın diye dua ediyorum.
Sokakta kartonların altında yaşamaya çalışan o aileyi gördüğünüzde, onlarında geçmişte Suriye’de bir yerlerde bir evi olduğunu unutmayın. Düşmez kalkmaz bir Allah. Doğan güneşin yarın ne getirip, ne götüreceği hiç belli olmaz.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

18 Mart 2014 Salı

Geri Dönmeyi Hiç Düşünmediler

Günaydın Dostlar,

“Servis beni kapımın önünde bırakmıyor.”, “Ayşe tam evinin önünde iniyor, ben 130 metre yürümek zorunda kalıyorum.”, “Yemekleri bu şirket çok yağlı yapıyor.”, “Bu yemek şirketini değiştirelim.”, “Yemekler çok yağsız, kuru kuru yenmiyor.”, “Ben yağmurda, çamurda tam 390 metre servise yürümek zorunda kalıyorum.”, “Ölçtüm servisten indikten sonra ben eve 390 metre yürüyorum, Ahmet 350 metre yürüyor, bu hiç adil değil.” vs. vs. vs.


 
Eski iş yerlerimde bu tip şikâyetler hiç bitmezdi.. Ben de arkadaşlara “Ben idari işler amiri değilim, doğru masa ben değilim.” derdim ama yine de “Biz sana anlatmak istiyoruz.” derlerdi. Sanki ben servis güzergâhına müdahale edeceğim veya yemeğin yağına, tuzuna karışacağım.
Bu gibi durumlarda da benim aklıma hep o Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda aç, susuz savaşan kahramanlar gelirdi. “Ne alaka?” diyeceksiniz. Bilmiyorum ama günde bir kere yemek yiyerek veya hiç yemeyerek “Yemesek de içmesek de Çanakkale’den geçemezsiniz.” diyen o kahramanlar gelir aklıma.


Rahmetli babaannemin anlattığı on beş yaşındaki çocukların Giresun’da meydanda toplanıp nasıl savaşa gittiklerinin anıları gelir aklıma. Son yemekler, son sarılmalar, son dualar, son bakışmalar ve istikamet vatan koruması... Kalpler buruk, kalpler gururlu. Hiç futbol topu ile oynayamadan savaş topu ile oynamaya giden o cesur çocuklar. Gidenlerin de uğurlayanların da onların bir daha hiç geri gelmeyeceğini biliyor olması gelir aklıma.

Baba gitmiş, ağabeyler gitmiş, başka kimse kalmadığı için sıra 15 yaşındakilere gelmiş. Kocası, oğulları geri gelmeyen fedakâr anneler 15 yaşındaki oğullarını da getirmiş Giresun meydanına. Biz bugün çocukları zar zor servise bindirip okula yollarken güçlü Karadeniz kadınları dimdik durarak gururla teslim etmişler oğullarını bu vatana. Bu görüntüler ülkenin dört bir yanında yüzlerce kere tekrarlanmış.

Günümüzün dünyasında insanların şahsi hırsları, kaprisleri, bencillikleri, ihtirasları, kibirleri, şımarıklıkları uğruna nasıl her şeyi yapabildiklerini görürken Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı’nda yapılan kahramanlıklar, fedakârlıklar gelir aklıma.

Vatanı için canını gözünü kırpmadan feda eden, birçoğunun belirli bir mezarı bile olmayan o fedakâr çocuklar gelir aklıma. Giderken kesinlikle dönemeyeceklerini bilen ve bir daha da dönemeyen on beş yaşındaki çocuklar gelir aklıma.

Kahraman Türk kadını gelir aklıma.

Çanakkale’de şehit oldu İnebolulu Şerife Bacı’nın kocası. Herkes gibi o da uçsuz bucaksız mezarların birinde yatıyor. Canını verdi ama vermedi geçit düşmana. Geçirmedi kimseyi Çanakkale’den. Çanakkale geçilmez ruhu dünyada eşi benzeri olmayan bir inançtır, bir direniştir. Bu inanç daha sonraki yıllarda Anadolu’da Kurtuluş Savaşı’nda bir tarihin, bir direnişin destanını yazmıştır.

Sen pes edebilirsin, sen yemeği sevmeyebilirsin, sen servise 390 metre yürümeyebilirsin, hiçbir büyük sorunun olmadığı halde sen kendi kendini mutsuz etmek için elinden gelen her şeyi yapabilirsin ama
on beş yaşındakiler pes etmez, Çanakkale geçilmez!

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…