Sabah sabah kötü bir haber
vermek istemezdim ama bu gerçeği de açıklamak zorundayım. Biz fakir bir
ülkeyiz. Bilmiyorum bu haber sizi şaşırttı mı fakat sokağın gerçeğine
baktığınız zaman, biz gerçekten de fakir bir ülkeyiz.
Ayrıca fakirliğimiz
sadece maddi konularla da sınırlı değil. Spor, sanat, bilim, araştırma, estetik
gibi birçok konuda da çok fakiriz. Para, gelip geçici bir kavramdır. Paranın
yarın kimin evine uğrayacağı belli olmaz ama diğer konulardaki fakirlik çok
daha uzun süreli bir süreçtir ve hareketlendirmesi çok zordur.“Sen ne diyorsun kardeşim, biz dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında yer alıyoruz, ne fakirliğinden söz ediyorsun?” dediğinizi duyar gibiyim ama bir ülkenin halkının büyük bir kısmı fakirlik içinde yaşıyorsa, o ülke fakir bir ülkedir.
Tatilin kelime anlamını bile bilmeyen, eti ancak marketlerde görebilen, okula gidecek paltosu ve ayakkabısı olmayan, akşamları soğukta uyuyan, mutsuzluktan gülme kasları körelmiş bireylerin yaşadığı bir toplum, fakir bir toplumdur.
Gelir dağılımındaki adaletsizliğin, bunda hiç mi payı yok. Tabi ki var ama bütün her şeyi de bu parametre ile izah edemeyiz. Nüfusun %5 büyürken, senin ülkenin ekonomisi sadece %3 büyüyorsa, fakirlik artıyor demektir.
İşin en garip kısmı da çilekeş ve beklentisi sıfırlanmış vatandaşlarımızın bir kısmının bu durumdan mutlu olması. Geçen akşam televizyonda gördüğüm bir anket çok dikkatimi çekti. Türkiye’nin en ciddi araştırma kuruluşlarından biri tarafından yapılan ve oldukça da kapsamlı bir şekilde yapılan anket neticesinde, ülkede yaşayan insanlarımızın %40’nın hayatlarından mutlu olduğu sonucu ortaya çıkmıştı.
Halkımızın %70’inin
fakir olduğunu düşünürsek; sıkıntılar içinde yaşayan vatandaşlarımızın %28’inin
durumlarından memnun olduğu gözüküyor. Bu durumda iki ihtimal ortaya çıkıyor.
Ya durumlarından gerçekten memnunlar, ya da diğer parametrelerin ağırlığı
altında, kendilerini “çok memnunum,” demek zorunda hissediyorlar.
Aslında, geçmişte
Konya’nın Çumra ilçesinde yapmış olduğum bir sohbet, bana bu durumun çok da
yanlış olmadığını hatırlattı. Köy kahvesinde oturan bir amca bana, “bu şehirde
dört kişilik bir ailenin rahat yaşayabilmesi için, ayda en az 1300-1400 TL
geliri olması gerekir,” demişti. Zavallı, çilekeş, kanaatkâr vatandaşımın bütün
beklentisi bu kadarlık bir hedefle sınırlı.
Çumra’nın köyünde 1300
TL ile bütün bir ailenin rahat yaşayacağını düşünüyor ve belki de yaşıyorlar.
Bu amcanın, daha fazla bir yaşam için bir vizyonu olmadığı gibi, daha fazla
para kazanmak için daha çok çalışmak gibi bir arzusu da yoktu. Daha sonra
ülkemizin çeşitli yörelerinde de aynı düşünce tarzının hâkim olduğunu gördüm. Senede
bir kere ürün toplayıp, aylık ortalama 1000-1500 TL seviyesinde bir gelire
sahip olmak insanlara yetiyor. Çumra’da yeni açılmış bir fabrika, çalıştıracak insan bulamıyordu. İnsanların sabah 8.00, akşam 17.00 gibi bir düzende çalışma alışkanlıkları da yok. Hatta bazı ortamlarda kültürel olarak çok sıcak bakılmıyor bile diyebilirim. Başka bir amca, bir gün bana “biz babadan da, dededen de öyle görmedik,” demişti. Senede bir veya iki defa ürün toplayıp, sonra bütün seneyi kahvede kâğıt oynayarak geçirmek varken, niye gidip de fabrika ortamında çalışsınlar ki?
Her konuda geri kalmış
ve fakir olduğumuz gibi, beklentiler konusunda da çok geri kalmış durumdayız.
Çok da fazla iyi bir şey olmamasına alışmış olan kardeşlerim, beklentilerini de
minimuma indirmişler. Allah’tan veya havadan bir şey gelirse, bizim için düğüm
bayram ama gelmezse de beklentimiz zaten bu kadar.
Sağlıklı kalın, mutlu
kalın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder