24 Haziran 2017 Cumartesi

Yazmak Çizmek

Günaydın Dostlar,

Eline bir kâğıt ve kalem verseler “Hayalindeki insanın bütün özelliklerini yaz ve resmini çiz.” deseler, yapabilir misin? Bütün özelliklerini alt alta sıralayabilir misin? Unutma hayalindeki mükemmel aşkı, sevgiliyi yazacaksın. Çok güzel bir resim çizeceksin.
Herkese göre farklı olmakla beraber güzellik konusu önemli bir parametre. Kesinlikle çok beğeneceğin bir insanı çizmelisin. Saçları kıçına kadar mı olsun yoksa kabak mı olsun ona sen karar ver ama aşık olacağın, seveceğin insanın dış görünüşünü beğenmek çok önemli bir konu. Ben, “Dış görünüş önemli değil.” diyenlerden değilim. Dış görünüş önemli kardeşim. “Ben senin her şeyini çok beğeniyorum, her zaman çok da güzel vakit geçiriyoruz ama dış görünüşünü beğenmiyorum.” gibi bir muhabbet asla olamaz. Dış görünüşünü çok da beğenmediğin bir insanla yola çıkmak insanları yanlış yönlendirmek ve hisleri ile oynamaktan başka bir işe yaramaz.


Tabii dış güzelliği ile iş bitmiyor, içi de güzel olmalı. Kocaman bir kalbi olmalı ve iyi niyetli olmalı. “Tok açın halinden anlamaz.” sözünü boşa çıkartmalı. Kendi kadar şanslı olmayanların halinden anlamalı, hem de yürekten anlamalı. Çuvaldızdan önce iğneyi kendine batırma konusunda uzman olmalı. Karşısındakini üzmeden, kırmadan önce; iki değil üç defa düşünmeli…

İçindeki sıcaklık avuçlarının içine, gözlerindeki bakışlara yansımalı. Gözlerine bakıp ellerini tuttuğun zaman kalbindeki sıcaklığın avuçlarından çıkıp gözlerinden yansımasını hissetmelisin. Kendi kendine “Gerçekten de çok iyi bir insan.” diyebiliyor musun? Boş ver ona söyleme. Kalbi gerçekten de tıka basa iyi niyet ve samimiyetle dolu olan bir insan, zaten bu tip cümleler duymak sevdasında değildir. Kalplerdeki kocaman iyilik sepeti zaten onların doğal halidir.

Böyle bir listede en unutulmaması gereken konu, seveceğin insanın sana mutluluk ve huzur vermesidir. Senle yan yana girdiği her ortama değer katabilmesidir. Sadece varlığı ile seni mutlu edebilen insanlar var mıdır bir yerlerde? Bence kesin vardır. Böyle birinin hayatında olduğunu bilmekten oluşan mutluluk tatlısı tadından yenmez. İnsanı “yersem biter” korkusu kaplar. Sadece bir kelime, bir cümle, bir resim, bir ses, bir mesajla hayatının değerini arttırabilen insanlar var mı? Girdiği her ortamda ışıkları yakabilen insanlar var mı?

“Davul dengi dengine çalar.” diye boşu boşuna söylememişler. Aşık olacağın insan konuşabileceğiniz ve kültürlerinizin uyuşabileceği bir insan olmalıdır. Saatlerce sohbet edebilmek kolay bir iş değildir. Gerçekten de aranızda bir “sohbet uyumu” varsa insan bitsin istemez. Restorana mı gittiniz? Sandalyeleri masaların üzerine ters kapatma anına kadar sohbet edebilmelisiniz. O an geldiğinde de “Hiç yetmedi.” diyerek ayrılabiliyor musun? Ne der Emin? “Bazen yedi dakika geçmez, bazen de yedi saat yetmez”.

Tropik adaların kumsallarında herkes güzel vakit geçirir. Onunla dar bir sokaktaki havasız bir süpermarkette insanlar tepene çıkarken dolaştığını düşünebiliyor musun? Bunu gözünü önüne getirip de mutlu olduğun gün aşık olacağın insan karşında duruyor demektir. Hayat büyük bir yelpazedir. Kendini romantik Alaska gemi turlarından Kadıköy’ün dar sokaklarına kadar her yerde onunla görebilmelisin.
Hastayken seni şımartsın mı? Tabii şımartsın. Hemen listeye ekleyelim. İyi gün dostu değil ki o çok özel bir insan. Hani hep denir ya “iyi günde, kötü günde” diye; işte bu insan öyle bir insan. İyi günde her zaman yanında, kötü günde daha çok yanında olan birinden söz ediyoruz. 
Bu listeler sonsuza kadar uzayıp gidebilir. İnsanoğlunun istekleri bitmez. Bütün bunları yazdık ama belki de bu kadar yırtınmamıza gerek yoktur. Bir yerlerde senin listesini bile yapamayacağın o insanı çok özel bir anne doğurmuştur. Senin aklına gelen, gelmeyen bütün özellikleri ve fazlasını taşıyordur.

Bazı işler ısmarlama olmaz. Özel üretimse hiç mümkün değildir. Kalbe liste yazmak kolay bir iş değildir. Senin yazıp, çizip listeleyemediğin o insan, bir gün bir yerlerde muhakkak karşına çıkacaktır. Hem de hiç beklemediğin bir yerlerde.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

6 Haziran 2017 Salı

Kalpten Yürek

Günaydın Dostlar,

Sonuçta herkeste olan bir organdan söz ediyoruz. Yaşamak için çok gerekli bir organ olduğunu da hepimiz biliyoruz. İstersen bu kalpleri üst üste, yan yana ekleyerek kocaman bir yürek de yapabilirsin. Hemen “Yürek ne işime yarayacak?” deme. Kalp ile kanını temizlersin, nefes alabilirsin, yaşamını devam ettirirsin ama yürek ile aşık olursun.
 
Duyduğuma göre, kalbin varsa büyüklüğü en fazla yumruğun kadar oluyormuş ama yüreğin varsa dünyalara sığmıyormuş. Kalp ile yüreğin malzemeleri aynı olsa da ebatları çok farklı. Yüreğin içinde barındırdığın şeyleri bir kalbin içine sığdıramazsın. Amaç, göğüs boşluğundaki küçük kalbini alıp ondan kocaman bir yürek yapabilmektir.
Önemli olan aşkı arayıp bulmak değildir. Oyunun adı aşk karşına çıktığında yürekli olabilmektir. Şartlara göre, hava durumuna göre, yağmurun şiddetine göre aşk yaşayamazsın. Sen ilk önce yüreğini aç, cesaretini göster; sonra bakarız şemsiye gerekli mi değil mi diye. Belki de yağmur umurunda bile olmaz. Aşkı sokak parametreleri değil, yürek parametreleri belirler.

Birçok arkadaşım, “Bırak aşık olmayı, benim hayatımda sohbet etmek istediğim biri bile yok.” diyorlar. Önemli değil, sorun etme. Zaten aşkı sokaklarda veya yemek kurslarında arayarak bulamazsın. Çıkacağı varsa o zaten senin karşına çıkar. Güzel olanı da kendiliğinden karşına çıkmasıdır. Bırak aşk saklandığı yerden kendi çıksın. Çıkmıyorsa da şansını zorlama, tango kurslarına yazılma. Tek başına otur daha iyi. Karşına ya kocaman bir aşk çıksın, en kocamanı çıkmıyorsa da hiç çıkmasın.

“Ben sevecek birini arıyorum, aşık olacak birini değil.” Bu cümle hayatımda duyduğum en saçma laftır. Öyle karar vererek gelişecekse zaten onun adı aşk olmaz ki. Sevmeye belki sen karar verebilirsin ama aşka veremezsin. En ummadığın anda gelir bulur seni. Aşkla pazarlık edemezsin. Sevme işine çok meraklıysan git eve kedilerini sev.

Yürekli insanlar, karşılarında kendileri gibi insanlar görmek isterler. Tavuk pisliğinden bir gram daha fazla cesaretle, bu insanlarla bir yere varamazsınız. “Yürekli ol, çık karşıma.” şeklindeki sözler, hep böyle bir düşüncenin ürünüdür.
Doğru zaman, doğru mekân şeklindeki kavramlar, kendiliğinden gelişmeyen ısmarlama işler için geçerlidir. Sen doğru zamanı, doğru ortamı bekleyip, düşüne düşüne adım atarken doğallık ve cesaret treni de yanından hızla gelip geçer. Trenin son vagonunun arkasındaki kırmızı ışığa bakar, onun kırmızı kazağı zannedersin. Gördüğün hiç olmayacak bir aşkın, hiç olmayacak kırmızı türküsüdür. Artık kırmızı ışık yanmıştır.
Bahane üretmek dünyanın en kolay işidir. Yetmiş tane bahane duvarının arkasına saklanarak aşkı bulamazsın da yaşayamazsın da. Karar vermen gereken konu, duvarların mı seni fethedeceği yoksa senin mi duvarları ezip geçeceğin konusudur. Duvar aradıktan sonra, her köşe başında bir tane bulursun.

Unutma; iyi niyet, samimiyet, doğallık, cesaret ve zorluk parametrelerinin üzerine oturmayan bir aşkın, temellerinden bir tanesi kısa kalmış demektir.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

27 Mayıs 2017 Cumartesi

Önce İyi Niyet...

Günaydın dostlar…

Hayatını beş ana temel prensibin üzerine oturtmuş bir insan olarak, Allah’ın bize bir kere daha Ramazan Ayı’nı görmeyi nasip ettiği bu günlerde, düşünüyorum da bunlardan en önemli olanı, niyet. Daha da net olmamız gerekiyorsa, iyi niyetten söz ediyoruz.
Ramazan, dinimizin gerekliliklerini yerine getirmektir, verdiği nimetler için Allah’a şükretmektir ama her şeyden önce niyet etmektir. Bizim dinimizin en önemli başlangıç noktası niyet etmektir. Her şey niyetle başlar. Neden? Niyet olmadan başlayan hiçbir şey yolun sonunu göremez de ondan. Niyetin olacak, yaptığın işe yönelik samimiyetin olacak. Göstermelik iş yaparsan Emin’i aldatırsın ama Allah’ı aldatamazsın…


Yaptığın işin temelleri kalbinde olacak. Temeller elinde, dilindeyse her an, her yerde yıkılabilir. Adı ne olursa olsun; günlük sorumluluklardan önce bütün dinlerin temelleri iyi niyet ve insanlık üzerine kurulmuştur. Binayı yapmaya ikinci kattan başlarsan o inşaatla ancak sen kendini aldatırsın. Konu ne olursa olsun, kalbinde iyi niyet ve samimiyet olmayan insanların tutacağı oruçların bir yanının eksik kalacağını düşünüyorum.

İkinci önemli temel taşımız, samimiyet. Yaptığın işte samimi ol. Yapıyormuş gibi yapma, insanları aldatmak için yapma, günlük kişisel menfaatler elde etmek için de yapma. Yaptığın işi samimiyetle yap, içinden geliyorsa yap. Samimi ol, içinden gelmiyorsa da başkaları görsün diye horana kalkma.

Doğallık, benim için çok önemli bir kavram. Doğal ol. Bırak su aksın, yatağını bulsun. Bir şeyin olacağı varsa, sen istemesen de zaten olur. Bir takım gelişmelerin doğal sürecini yaşamasına müsaade etmemek, o sürecin tadını kaçırıp değerini azaltmaktan başka bir işe yaramaz. Büyük de konuşma. “Ben onu hayatta yapmam” gibi büyük sözler, genelde tükürdüğünü yalamana neden olurlar. Rahmetli Neşe abla, “Oğlum büyük konuşma, öyle bir durumla karşılaşırsın ki, yapmam dediğin şeylerin hepsini, çok isteyerek, bayılarak yaparsın” derdi. Bir kere daha çok haklısın Neşe abla.

İlişkiler de böyledir. İster arkadaşlık olsun, ister aşk, meşk. Gelişeceği varsa, sen “İstemiyorum” diye yırtınsan da, kendiliğinden gelişir. Bir bakarsın arkadaş bile olamamışsınız, bir bakarsın Batı Yakası’nın en büyük aşkı oluşmuş. “İnsan kendi kaderini kendi yaratır” denilir ama kadar diye bir şey olduğu da kesin.

İyi niyete, samimiyete, doğallığa sahip çıkabilmek; cesaret gerektirir. Karşına çıkabilecek her ortamda, iyi niyetini koruyabilir misin? Bildiğin yoldan ayrılmadan yürüyebilir misin? Sen iyi niyetlisin ama etrafın sahtekârlar kaplıcasına dönüşmüşse, sıcak suda çırpınır durursun. Sadece iyi niyetle ve doğallıkla suyun üzerinde kalamazsın, bu durum yürek de gerektirir. Sıcak suda kalbin yanar ama yürek seni suyun üzerine çıkartır. Biz ona kısaca “cesaret” diyoruz…

Son temel prensibimiz de, zorluk. Hayır, bilemediniz, sağda, solda zorluk çıkarmaktan söz etmiyorum. Önüne çıkan zorluklarla başa çıkabilir misin? Şartlar ne olursa olsun, dik durabilir misin? Bu kadar eğilip, bükülen dal varken, sen bir çınar gibi dimdik ayakta kalmayı başarabilir misin? Pes edip gitmek dünyanın en kolay seçimi olabilir. Zorluklar mücadele gerektirir. İmkânsız diye bir şey yoktur, sadece zorluklara mücadele etmeye cesareti olmayan insanlar vardır. Unutma dalgalardan korkarsan, denize açılamazsın. Senin gösteremediğin cesareti gösterebilen insanlar, senden daha uzağa giderler.
“Ne olacak?” deme. Git yolun sonuna kadar, belki de yolun sonunda rüyaların seni bekliyordur.

Ramazan geldi, beş temel prensibimiz her daim kalbimizde olsun; iyi niyetli olalım, samimi olalım, kendimiz kadar şanslı olmayanları unutmayalım. Tok açın halinden anlasın.

Bütün dostlarımızın oruçları yüce rabbim tarafından kabul edilsin, duaları iyiliklere vesile olsun, Ramazan Ayı’nız mübarek olsun… Unutmayın önce niyet, iyi niyet...
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

21 Mayıs 2017 Pazar

İlk Görüşte Aşk

Günaydın Dostlar,

İlk görüşte hissedilen şey aşk mıdır yoksa hoşlanmak mıdır tartışmaları hiç bitmiyor. Hatta birçok arkadaşım bu işleri kronolojik bir sıraya da diziyor.
İlk önce beğenirmişsin, sonra severmişsin, sonra da aşık olurmuşsun. Vallahi bu sıralama hiç Yay burçlarına göre değil. Hele Emin’e hiç uymuyor. Hani “Sevdim mi tam severim.” lafı var ya, ben de bu konulara aynı şekilde bakıyorum. Bir yerler de karşına çıkarsa hepsi bir anda oluverir. Hoşlanması, beğenmesi, aşkı, şunu, bunu bir paket halinde yüreğinden aşağıya doğru iner. Kademe kademe aşk olmaz. Aşk dediğin ilk görüşte olur.


Arkadaşlarım bana, “Sen ilk gördüğün anda sevip sevmediğine karar veriyorsun.” diyorlar. Gerçekten de öyle, ilk anlar benim için çok önemli. Ufak değerlere, ayrıntılara çok önem veriyorum. Bu devirde değer vermek veya değer verebileceğin bir insanın karşına çıkabilmesi çok zor bir konu ama şımartılmayı, değer verilmeyi hak eden birini de bulduysan korkma şımart şımartabildiğin kadar.

Zor olur, kolay olur hiç fark etmez. Aşk bir anda gelir, çalar kapıyı. Bir görüş, bir bakış, bir söz, beklenmedik bir yorum; bir anda bütün ortamı değiştiriverir. Bir sıraya sokmamakla beraber; ben de kalbine girene heyecan, midene kadar gidene aşk diyorum. Saatte 1300 km hızla midene iniverir, bir daha da onsuz yapamazsın.

Benim için aşk demek farklılık demektir. Seni kendine çeken şey farklılıktır. Hiç kimsede olmayan şeydir. Kimsenin söyleyemeyeceği bir lafı olmadık bir ortamda söylemek, bir farklılıktır. Bir anda kalbinin kapakçıkları açılıverir. Miden de bağırır aşağıdan, “Hazırım, gelsin.” diye. Takılır aklına o laf. Araba kullanırken nereye gittiğini bile unutursun.

Gözlerdir aşk. Gözlerde yaşanmadan aşk olmaz. Gözlerin içinde kaybolmak, gözlere bakarken ağlamak istemektir aşk. Üzüntüden değil, aşktan.

Meltem rüzgârıdır aşk. Kusursuz bir gecede onun kokusunu sana getirir, bir daha da rüzgâr hiçbir zaman öyle esmez. Gittiğin her yerde o kokuyu alırsın. Daha doğrusu aldığını zannedersin.
Farklılık aşktır. Bu dünyada bu kadar insan varken neden gidip de ona aşık oluyorsun? Çünkü o farklı, o hiç kimseye benzemiyor. Çünkü sen onun herkesten farklı olduğuna karar verdin. Onunla savaşa da gidilir, Migros’a da.

Bir kırmızı kazak, bir pembe ceket, bir beyaz gömlektir aşk. Kırmızı bir kazak bugüne kadar hiç kimseye bu kadar çok yakışmamıştı. O bir pembe ceket değil, asil bir kuğuydu.

Kalptir aşk. Kocaman bir kalptir. Üzerinde oturduğu çok önemli temelleri vardır. İyi niyet, samimiyet, cesaret, doğallık ve zorluk temellerine kalbini oturtup üzerini de aşk ile kaplarsın. Zırh gibidir maşallah, kolay kolay delinmez.

Bu dünyada her şeyin bir tersi bir de düzü vardır. Büyük aşklar, büyük kaybetme korkularını da ceplerinde sana getirirler. Korkma, temellerin sağlamsa hiçbir şey olmaz. Zor mu olacak? Haklısın ama unutma ki “En güzel aşk zor olanmış.” demişler. Kolay olsa herkes yapardı. Aşk farklılıktır, aşk herkesin yapamayacağıdır.
Aslında belki de doğru olanı, mide kalp karayolundaki hisler yarışına bir ad koymaya çalışmamaktır. Adı ne olursa olsun; midende bir heyecan, kalbinde bir sıcaklık, beyninde bir salaklık yaratıyorsa bırak adı ne olursa olsun. Her şeyin bir adı veya bir tarifi olması gerekmiyor. Tabii duymak hoş olur ama önemli olan hissetmek ve hissettirebilmektir.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

10 Nisan 2017 Pazartesi

Güler Yüzlü İnsanlar...

Günaydın dostlar…

1 Ocak akşamı Eskişehir Tren İstasyonu'na elimde bavulumla, Şener Şen’in Haydarpaşa’ya inişi gibi indiğimde, aklımda tek bir hedef vardı; Sarar Butik Otel’e ulaşabilmek. Otele ulaşmak istiyordum ama içim de biraz buruktu.  
Tamam, Eskişehir’e aşinaydım ama yine de yepyeni bir hayata başlayacak olmanın heyecanı vardı içimde. Trenden iner inmez, içimdeki heyecan bir anda taksi bulma çabasına dönüştü. Çok soğuk bir havada, -16 derecede, tipi şeklinde yağan karın altında elinde bavulu ile bekleyen adam; bekledi de bekledi. Ne bir taksi geldi, ne de bir Allah’ın kulu.


Hemen araya sıkıştırayım, daha sonraki günlerde Eskişehir’de taksi bulmanın çok da kolay olmadığını öğrendim. Koca şehirde sadece 500 taksi var. Onlar da İstanbul’daki veya Ankara’daki gibi sokaklarda dolaşmıyorlar. Belli yerlerde beklersen geliyorlar, ya da telefonla veya zille çağırman gerekiyor. Evet, zil sistemi Eskişehir’de halen işe yarıyor.

Benim önümde sadece iki kişi vardı ama taksiye binebilmem tam 25 dakika sürdü. Bu arada da kardan adam oldum. Artık hem tek başıma, hem de kardan adamdım. Kar, buz, çamur karışımı yollarda kısa bir yolculuk yaptıktan sonra Sarar Butik Otel’e ulaştım. Bahçe kapısındaki güvenlikçinin sıcacık gülümseyen yüzü içimi ısıtsa da, otelin çam ağaçlarıyla dolu, geniş bahçesi de buzla kaplıydı.

Bahçe buz kaplı, resepsiyon bahçenin 500 metre öbür tarafında. Taksiciye “Resepsiyona gidelim, anahtarı alayım sonra da beni kalacağım binaya geri getir” dedim. Zaten azıcık bir giyim, kuşam alıp geldim, onları da bu bahçede ziyan etmeyeyim. Sonuçta trenle geliyorsun, bütün yün donlarını alıp gelemezsin ki!
 
Resepsiyondaki genç arkadaş da son derece güler yüzlüydü. Karanlık ve soğuk bir kış akşamında, samimi, güler yüzlü, iyi niyetli insanlarla tanışmak; moralimi düzeltti. -16 derece bile artık çok rahatsız etmiyordu ama kalacağım yere girince ısıtıcıların haftalardır yanmadığını gördüm. İçerisi gayet serindi. Tabii ısıtıcıyı açtım ama yorganın üzerine dolaptaki öküz gibi kalın battaniyeyi de sererek yattığımı hatırlıyorum.

Saat olmuş akşamın bilmem kaçı, karnım da aç ama o buz, tuz, çamur, kar karışımı yoldan bir daha çıkılmaz. Ayrıca, yanımda çamurda yürüme ayakkabısı da yok. Her şey çok kısıtlı, ancak beş gün idare edebilecek kadar giyeceğim var. Allah bilir Şener Şen’in tahta bavulunda bile daha çok şey vardı.
1 Ocak günü, çok zor şartlarda girdiğim Sarar Otel’den 3.5 ay sonra ayrıldım. Son parçayı da arabaya koyup, anahtarı teslim ettiğimde içimde bir burukluk vardı. İçimdeki boşluk dört bir köşenin resimlerini çekmeme neden oldu. Dünyanın her yerinde yaşadım, kalmadığım otel kalmadı, peki neydi Sarar’dan ayrılırken içime dolan?

Çamların altında yürürken, dibimden geçen trenler miydi? Trenleri çok severim. Penceremin sadece 20 metre ötesinden sık sık trenlerin geçiyor olması da beni çok mutlu etmişti ama neden onlar değildi. Belki de çamların altındaki yürüyüşlerimi özleyecektim. Sebep, Sarar’ın sessizliğiydi belki de!

Eskişehir’de popüler mekânlara ve/veya sokaklara giderseniz, genelde çok büyük kalabalıklarla karşılaşıyorsunuz. Sarar’ın sessiz, sakin ortamını seviyordum ama ayrılırken içimi burkan sessizlik değildi.

Sonunda buldum. 3,5 aydır alıştığım ve ayrılması zor gelen; oradaki güler yüzlü, samimi, iyi niyetli insanlardı. Onlardan ayrılmak zor geliyordu. Sarar’ın binaları çok lüks değil, eşyaları da birinci sınıf değil ama çalışanları birinci sınıf. Bu kadar süre içinde her derdime güler yüzle koştular. İster gecenin geç saatlerinde olsun, ister sabahın köründe hiç fark etmedi.
Her zaman söylerim. Farkı yaratan hizmetin kalitesi, samimiyetidir. Herkes bir yatak, bir masa, iki sandalye alıp bir odaya koyabilir ama herkes güler yüzlü olamaz. Herkes şevkle, iyi niyetle, heyecanla işine bağlanamaz.

Artık güler yüzlü insan bulmak çok zorlaştı. Kışın en soğuk, en karanlık gününde bile insanları bekçi kulübesinde sıcacık bir gülümseme ile karşılayabiliyorsan, sen olmuşsun kardeşim. Allah gülümsemeni daim etsin…
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

2 Nisan 2017 Pazar

Senin Savaşın Değil...

Günaydın dostlar…

Üstümüze vazife olmayan savaşların ortasına dalmak gibi bir huyumuz vardır bizim. Ne olduğunu anlayamadan, bir anda kendimizi savaşın ortasında buluveririz. Başkasının başlattığı ve kendi takvimine hizmet eden savaş, kısa bir süre içinde bizim savaşımıza dönüşür. Bir an kenara çekilip de, “Yahu ben bu savaşın içinde ne yapıyorum?” diye de düşünmeyiz.
Suriye’de canlarını feda eden kahraman askerlerimizin savaşından söz etmiyorum. O savaş üstümüze vazife miydi, değil miydi konusu başka bir sabah yazısının konusu. Bizler için canlarını feda edenlere borcumuzu hiçbir zaman ödeyemeyiz. Kahraman şehitlerimizin mekânı cennet olsun…


Bizim buradaki savaşımız, günlük hayatımızda karşımıza çıkan savaşlar. Sokakta kavgayı çıkarıp, sonra da kavgayı senin üstüne yıkıp çekip giden tiplerden bahsediyorum. O evinde mışıl mışıl uyurken sen halen neden içinde olduğunu bilmediğin bir kavgayı sürdürür durursun. İnsanların bir kısmı da bu konuda çok başarılıdırlar. 2 kelime, 2,5 hareketle seni bir anda kavganın içine çekerler.

Bunun ilk örneklerini okul yıllarımızda yaşarız. Çeşitli konular üzerine kulis yaparak insanları etkileme çalışmaları okulların vazgeçilmez yaşam şeklidir. Yapımız da bu yönde olduğu için, kendimizin sevmediği bir insanı, başkaları da sevmesin isteriz. “Ben ona küsüm, sen de onunla konuşma” ruh hali bu topraklarda çok yaygındır. Güzel diyorsun da sevgili kardeşim, senin küs olduğun şahıs bana bir kötülük yapmamış, ben neden küsüyorum? Olmaz; samimi arkadaşımsan küseceksin.

Başkalarını kendi kavgana alet etme durumu, iş hayatına başlamanızla beraber zirveye çıkar. Her iş yerinde masadan masaya dolaşan ve kulis yaparak insanları kendi kavgasının içine çekmeye çalışan tipler vardır. Biz bunlara kısaca “minik zehirli örümcekler” diyoruz. Sen masanın üzerinde derdini anlatmaya çalışırken, o masanın altından bacağını sokuverir. Minik oldukları için de ruhun duymaz.

Yavaş yavaş damarlarında dolaşmaya başlayan zehir, sana haklı bir kavganın içindeymişsin hissi verir. Örümcek bir kere soktu mu,  artık bir daha kurtulamazsın. Bu zehir engerek zehrinden daha etkilidir. Kılıcını eline alıp, Malkoçoğlu gibi gidersin.

Zamanının çoğunu masalarda, odalarda, sigara mekânlarında, kafeteryalarda, içeride, dışarıda; kısacası her yerde kulis yaparak geçiren şahıslar, şirketlerin en tehlikeli çalışanlarıdır. Genelde hiçbir iş yapmadıkları gibi, bir de etrafı zehirlerler.
Minik zehirli örümcekler genellikle uzun yıllar boyunca o şirkette çalışan insanlardır. Bu işin bir evrimi vardır ve kısa süre içinde bu seviyeye gelemezsiniz. İşin püf noktası; yüzüne gülerken, bacağından ısırarak onunla hiç alakası olmayan bir kavgayı, onun dolaşım sistemine aktarabilmektir.
Zehir aktarıldıktan sonra siz artık geriye çekilebilirsiniz. Ön saflara artık Malkoçoğlu geçer ve sizin kavganızı sizden daha etkili bir şekilde götürmeye başlar. Bu aşamada minik zehirli örümceği bir daha da ön saflarda göremezsiniz. Onun görevi bitmiştir artık. İnsanları zehirlemiş olduğuna göre, artık tadını çıkarma zamanıdır.

Orada, burada, çarşıda, pazarda, okulda, işyerinde yanınıza sokulup; sizleri olmadık bir savaşın içine çekmeye çalışan minik zehirli örümceklere karşı uyanık olun. Bir savaşa girip kalbinizi ortaya koyuyorsanız, en azından kendi savaşınız olduğundan emin olun.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

23 Mart 2017 Perşembe

Kahve Masalı

Günaydın Dostlar,

Yakın dostlarımın da çok iyi bildiği gibi ben kahve içmeyi çok sevmem. Sadece öğlen yemeğinden sonra bir tane Türk kahvesi içerim, bir daha da gün içinde kahve içmek aklıma bile gelmez.
Anlayacağınız, gün içinde beş dakikalık bir kahve keyfim vardır. Hele bir de yanında Keyfince varsa tadına doyum olmaz. Eski işyerimde çalıştığım günlerde de durum çok farklı değildi. Sadece orada Keyfince bulamıyorduk. Yıllarca her öğlen yemeğinden sonra kahvemi hazır eden sevgili kardeşim Doğan’a tekrar çok teşekkür ediyorum.


Bu binada kahve mekânı bir kat aşağıda, bar gibi bir yerde. Çeşitli vesilelerle bir kat aşağıya inip çıkmak bana iyi geliyor, az da olsa bir hareket oluyor. Burada da sevgili Doğan gibi kahve yapan; birbirinden düzgün, efendi çocuklar var.

Geçen gün yine bir öğlen yemeği sonrası kahvemi içmek için aşağıya indiğimde baktım ki sıra var. Sonuçta makine ikişer ikişer yapabiliyor. İki tane kahve hazır oldu ve oralarda bir yerlerde bekleyen kızın biri aldı götürdü kahveleri. Olabilir; bizler medeni insanlarız, sırada beklemeye alışık insanlarız. İki üç dakika sonra iki tane kahve daha hazır olunca ben de saf ve temiz duygularımla benim kahvem hazır oldu zannettim. Bizim deminki kız geldi ve bir anda bu kahveleri de alıp götürdü.

Ne kadar tanıdığı, eşi, dostu varsa doldurmuş kafe alanımıza; mütemadiyen onlar için kahve yaptırıyor. Baktım olacak gibi değil, biraz yukarı gideyim, sonra gelirim diye düşündüm. İnanmayacaksınız ama yeniden aşağıya indiğimde daha kızın talepleri bitmemişti. Bir an kıza “Madem bu kadar meraklısın, kendi makineni al koy buraya." demeyi düşündüm ama sonradan vazgeçtim.

Sonunda küçük hanımın kahvelerinin hepsi bitti ve sıra Emin’e geldi. Tam sırıtarak bara doğru yaklaşıyordum ki oradaki çocukcağız, “Makine çok ısındı, bozuldu.” dedi. Gayet normal. Sonuçta bir makine bir kişiye otuz tane kahve yaparsa bozulur da, çatlar da, patlar da.

Dakikalarca sırada beklediğime mi yanayım, beş dakikalık bir kahve zevkimin heba olduğuna mı yanayım? Aynen öyle, kös kös çıktık yukarı. Hani derler ya “Bir bardak soğuk su iç.” diye, vallahi sıkıntıdan su bile içemedim.
Hayat bu, olur böyle aksilikler. “Kul kurar, kader güler.” diye boşuna söylememişler. Bu işin yarını da var. Ben öğlen yemeğini geç yiyorum, bu yüzden de kahve içme alanına geldiğimde genelde herkes gitmiş oluyor. Doğru tahmin ettiniz, herkes gitmiş ama bizim kız yine orada.

Çocukcağız üç tane kahve getirince doğal olarak, bir tanesi de bana düşer diye heveslenmiştim ama üçü de bizim kahve meraklısı kızınmış. Daha ben “Merhaba!” diyemeden aldı kahveleri, gitti. Emin de yine öylece kaldı orada. Allah’tan makinede bir sorun yoktu da ısınmadan, bozulmadan ben de kahvemi alabildim.

Kahveleri gümbür gümbür alıp götüren vatandaşı birkaç gün sonra vicdanı rahatsız etti. Gelmiş bana “Sana Moka getireyim.” filan diyor. Evet, haftanın yarısı boyunca kahve zevkime mani ol, ondan sonra da el âlemin kahveleriyle beni kandırmaya çalış. Yemezler küçük hanım. Hollanda Başbakanı yemek teklif ediyor gibi hissettim kendimi.

Düşünüyorum da iyi ki de çok fazla kahve zevkim yok. Günde bir kere kahve içiyorum, onda da her seferinde karşıma kahve meraklısı biri çıkıyor. Daha doğrusu hep aynı tip çıkıyor. Demek ki arkadaşlarım gibi günde üç dört tane içmeye kalksam kız kovacak beni oradan.
İşyerlerinde Türk kahvesi içebilmek bir lükstür. Her şirkette bulamazsınız. Bulduğunuz zaman da bazen karşınıza makineyi bozan tipler çıkar. Yemeğinizi erken yiyin, makine fazla ısınmadan kahvenizi için. Ne demiş atalarımız? Sona kalan, kahve içemez.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…