Kötülük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kötülük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Aralık 2017 Cuma

Tek Bir Güzel Haber

Günaydın Dostlar,

Hiç tek bir güzel habere ihtiyacınız olduğu bir zaman oldu mu? Bazen haberler öyle arka arkaya gelir, öyle bir üzerinize kümelenir ki koca dünyada hiçbir şey iyi gitmiyormuş gibi hissedersiniz. Kötü haberler maratonunun son kilometrelerinde koşucular arasında kalmış tavuk gibi olursunuz. Bütün kötü haberler sizinle bir arada olabilmek için bir yarış içindedirler. Kendi kendinize “Tek bir güzel haber duymak istiyorum.” diye mırıldanırsınız.
“İstemiyorum sizi, gidin.” deseniz de kıçınızın dibinden ayrılmazlar. İstemediğin ot dibinde bitermiş misali bir yaklaşımla sadece dibinizde değil; üstünüzde, altınızda, her yerinizde biterler. Kardeşim bu kadar çok haber geldi, bir tane de iyisi gelmez mi? Neden anlamak istemiyorsunuz? Tek bir güzel haber duymak istiyorum.


Gerçekten de her şey kötü mü gidiyor yoksa siz mi öyle hissediyorsunuz? Herhangi bir anda dünyada, ülkede, evde, sokakta, işyerinde, her yerde her şey kötü gidiyor olabilir mi? İstatistiksel olarak bu kadar çok şeyin aynı anda kötü gitmesinin ihtimali çok düşük olmalı. Beş yüz yıldır yaşanmamış şeylerin hepsi birden bir anda bizi bulmuş olamaz. Ne diyorsunuz, olabilir mi? Hepsi kapıda kuyruk olmuşlar, ışık bekler gibi sizi bekliyorlar. Tek bir güzel haber duymak istiyorum.

Bu kadar dert yetmezmiş gibi bir de üstüne Fener yenilir. İyi oynasa, mücadele etse de yenilse üzülmezsiniz ama hem kötü oynar hem de yenilir. Siz, evinizin salonunda sahadaki oyunculardan daha çok çaba gösterirsiniz. Fener kazansa kötü giden her şeyi bir anlık da olsa unutacaksınız ama bu lüksü size vermezler. Maçtan sonra “Bu hayatta zaten her şey çok kötü.” ruh halinize geri dönersiniz.

Hâlbuki biraz kıçlarını kaldırsalar ne güzel olurdu. Çok fazla bir şey istemiyordum ki tek bir güzel haber duymak istiyorum.

Zaten her şey kötü giderken masanın ucundaki sarı kız beni görse, dertlerimi unutsam kime ne zararı olurdu ki? Görmesi bile şart değil, en azından baksaydı. İyi niyetle uzanan güzel, minik bir el; bırakın dünyadaki sıkıntılarınızı uzaydakileri bile unutturur. Madem görmedi, madem bakmadı; keşke üç saniye bana gülseydi. Kahkahalar peşinde değilim, minicik bir gülücük istiyorum, tek bir güzel haber duymak istiyorum.

Siz sarı kızın kalbini çalamadınız ama hırsız arabanızı çaldı. Bu kadar sıkıntının arasında bir de bu eksikti. Üstelik çok da iyi bir yere park ettiğimi düşünüyordum. İçindeki ses “Boş ver arabayı, sen kalbini park et.” dese de işin gerçeği, artık park edecek araba da yoktur. Kalp zaten yok. Dimyat’a kalp kazanmaya giderken evdeki arabadan olduk. Uzaklara boş boş bakarak yürürsün serin sokaklarda. Kafanda hep aynı cümle “Çok bir şey istemiyorum ki tek bir güzel haber duymak istiyorum.”
Kız seni görmez, araban da bulunmaz, havalar da kararır. Birden "Güneşe ne oldu?” derdine düşersin. İnanması çok zor ama güneş de yok artık. Sıra sıra bekleyen dertler güneşini de aldı götürdü. Gece karanlığında gökyüzüne bakamazsın, ay dedeyi de kaybetmekten korkarsın. Ne kızın sıcaklığı var artık ne de güneşin sıcaklığı. Sen varsın, ay dede var, bir de karanlık ve soğuk var. Soğuk sokaklara, kaldırımlara oturma hasta olursun. Olamaz, bir sıkıntı daha mı geliyor? Hasta olmak istemiyorum, sadece tek bir güzel haber duymak istiyorum.

Bütün dünya kötüye giderken en yakınındakilerin, en sevdiklerinin de tavrı değişir. Onlar da kötüye gidiyor olamaz, beni satmaz onlar. Bence de satmazlar, sadece bir sonraki menfaate kadar bir süreliğine kiraya verirler. Üzülmeyin tapunuz hep onların elinde kalır, sadece piyasa koşullarına göre zaman zaman garanti olarak kullanılırsınız. Ben kefil de olmak istemiyorum, garantör de; sadece tek bir güzel haber duymak istiyorum.

Kalbin kırgın, kalbin üzgün, kalbin taşlaştı. Taş demişken taş gibi sarı kız da yok artık. Buzlu yağmurlar suratına vuruyor. Kara bulutlar her yerde. Televizyonu, radyoyu, bilgisayarı hiç açmasan daha iyi olur. Aslında özleyecek kimsen de yok ama birilerini özlediğini hissedersin, bir şeyleri özlediğini hissedersin. Daha başka ne olabilir ki diye düşünürken kedi elini ısırır. Sen onu en pahalı mamalarla besler, en iyi doktor amcalara götürürsün; o da senin elini ısırır. Nankör müdür nedir? Nankör olmayan bir insandan güzel bir haber duymak istiyorum. Tek bir güzel haber duymak istiyorum.

Bu dünyadaki bütün haberler kötü olamaz. Moralinizi bozmayın. Bir gün mutlaka güzel haberler arka arkaya sıralanacaklar. Buna gerçekten inanıyorum. O gün gelene kadar da tek bir güzel haber duymak istiyorum.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

15 Mart 2016 Salı

Hepsini Sizden Öğrendim

Günaydın Dostlar,

Yıllar boyunca başarılı hükümetlerimiz sayesinde her şeyi çok detaylı bir şekilde öğrendik.
Öğrenmediğimiz hiçbir şey kalmadı. Bu konuda sizlere ne kadar teşekkür etsek azdır. Altmış yıldır bu ülkede yaşıyorum ve muazzam bir eğitim aldım. Eğitilmekten anam ağladı.


Doğar doğmaz, bu ülkede başkalarının hakkına tecavüz etmenin prim yaptığını öğrendim. İnsanlara ve kurallara saygı göstermemenin işe yaradığını öğrendim. Çalışkan ve dürüst olmak yerine yalakalık ve ilişkilerin seni çok daha uzaklara taşıyabileceğini öğrendim.

Ters yola girenin evine daha çabuk varabileceğini öğrendim. Trafikte araba kullanmak ile tarlada traktör kullanmak arasında çok da bir fark olmadığını öğrendim. Yollardaki şeritlerin neden çizildiğini birçoğumuzun bilmediğini öğrendim. Freni patlayan kamyonların, otobüslerin, beton mikserlerinin altında ölmenin kaderimiz olduğunu öğrendim.

Kapkara olmuş yüzlerin ekmek parası için toprağın derinliklerinde ölmelerinin, bu işin fıtratında var olduğunu öğrendim. Yapılan işlerde en önemli konunun para harcanmaması olduğunu öğrendim. 10 TL’lik bir alet almamak için on işçinin kolaylıkla ölüme yollanabileceğini öğrendim. Ölenlerin öleceğini, kalanlarla yola devam edileceğini öğrendim.

Din, mezhep ve ırkçılık gibi konuların, bizim gibi fakir ülkelerde yüzyıllardır nasıl kullanıldığını öğrendim. Dünyada en çok silah üretip satan beş ülkenin terörü lanetleyen ülkeler arasında ilk beş sırada olduğunu öğrendim. Doğu’da insanlar birbirini öldürdükçe Batı’daki insanların marka don giyebildiğini öğrendim.

İnsanlar açlıktan ölürken dünyanın nimetlerinin çok büyük bir kısmının çok küçük bir azınlık tarafından yenildiğini öğrendim. Şirketlerin krizlere karşı alabildiği en büyük tedbirin çaycıları ve şoförleri işten çıkarmak olduğunu öğrendim.
Okulların ticarethaneye, öğretmenlerin zorunlu pazarlamacıya dönüştüğü bir ortamda çocuğum okulu bitirip, iyi bir işe girip ayda 2.000 TL kazanabilsin diye bu rakamın yüz mislini, bin mislini harcamam gerektiğini öğrendim.

Tatillerde paramla rezil olmayı ve Avrupalının 10 TL’ye gittiği tesislere 100 TL vererek gitmeyi öğrendim. Sabahın körüne saati kurup şezlong kapmayı, akşam yemeklerinde masa kapmayı öğrendim. Tatilde bile olsam benim hayatımda eziyetin hiç bitmeyeceğini öğrendim.
Yağ kuyruklarında büyümeyi, kahve kuyruklarında olgunlaşmayı ve hayatımın son yıllarını halk ekmek kuyruklarında bitirmeyi öğrendim.
Allah’ın takdiri, dedim, depremle yaşamayı öğrendim. Malzemesi az olan binaların kabartma tozu konmayan kekler gibi çöktüğünü öğrendim ama derdimi kimseye anlatamadım. Her öğrendiğim şeyin her yerde konuşulamayacağını da öğrendim. Erken yaşlarda olmasa da daha sonraki yıllarda doğru ve dürüst bir insan olmanın bu dünyada çok da bir işe yaramadığını öğrendim.

Her zaman bu işin bir de öbür tarafı olduğunu düşünerek yaşamam gerektiğini öğrendim. Kul görmese de Allah’ın gördüğünü öğrendim. Yaptığım yardımlara, iyiliklere karşı bir sürü nankörlük ile karşılaşacağımı öğrendim.

Etrafımızda göğüs kafesinin içi boş olan insanlar olduğunu öğrendim. Bazı dolu olanların da benimki ile aynı marka olmadığını öğrendim. Bu dünyada fabrika ayarları yalancılığa, oyun oynamaya, samimiyetsizliğe, kötülüğü ayarlanmış insanlar olduğunu öğrendim.
"Kalp var mı yoksa yok mu?" demişken sağlık sigortan varsa yün donuna kadar MR’ını çekeceklerini ama yoksa zaten yaşamaman gerektiğini öğrendim. Sokaklarda büyüyen çocukların, bizim vitaminlerle büyüttüğümüz apartman çocuklarından çok daha sağlıklı olduklarını öğrendim.

Bütün bunları ve çok daha fazlasını öğrendim ve yoruldum artık. Yavaş yavaş öğrencilik yaşımın da artık çok gerilerde kaldığını düşünürsek artık başka bir şey öğrenmesem mi acaba? Çok şey mi istiyorum?
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

10 Aralık 2014 Çarşamba

Canım Sıkılıyor Canım...

Canım sıkılıyor dostlar. Canımı sıkan ne sevgili Kayahan’ın şarkıları, ne de Fenerbahçe ve bu ülkenin futbolunun içine düştüğü aciz durum.

Canımı sıkan, sınırda ölen 3 genç asker. Suriye’den mi ateş açıldı, çocuğun biri cinnet mi geçirdi bilmiyorum ama çok canımı sıktığı kesin. Yıllardır devam eden savaşta askerlerimize ateş açmak için bu haftayı mı buldular?
Canımı sıkan, madenlerimizin durumu ve hiçbir zaman da düzelemeyecek olmaları. Osmaniye’de ve Zonguldak’ta sessiz sedasız aramızdan ayrılan madenci kardeşlerimizin mekanı cennet olsun. Yer altındaki ölüm riskini bile bile, yeryüzündeki parasızlık nedeniyle madenlere giren kara talihli, kara bahtlı kardeşlerim.



Canımı sıkan, güney sınırlarımızın terör örgütlerinin köşe kapmaca oynadığı oyun parkına dönüşmesi ve Suriye gibi güzel bir ülkenin vatandaşlarının içine düştüğü yürek burkan durumları.
Canımı sıkan, her sabah kalktığımda gördüğüm katledilen ormanlar. Bu kadar çorak bir ülkede neden herkes 3-5 tane ormana saldırır, bunu anlamak çok güç. İnsanlar ağaçları koruyacağız diye dayak yemekten bıktılar artık.

Canımı sıkan, her partide, her şirkette, her spor kulübünde, her okulda, her yerde yaşadığımız tek adam sistemleri. Herkesin kaderinin tek bir adamın iki dudağının arasında olduğu alaturka, medeniyetten uzak yaşamlar.
Canımı sıkan, çalışanların, yüksek puan alanların, doğru işler yapanların, başarılı olanların değil de, yalakalık yapanların, etrafta dalga geçenlerin, zamanını lobi yapmakla harcayanların başarılı olduğu iş hayatı.
Canımı sıkan, bin türlü sorunumuz varken Osmanlıca tartışmaları yapmamızdır. Tercihli mi olsun, mecburi ders mi olsun konusundan başka sorunumuz kalmadı mı? Çocukların yarısı ayakkabısız okula giderken, sınıflarında ısınamazken tek sorun Osmanlıca dersleri mi? Herkesin eskiyi okuyup anlamasına gerek varsa, o zaman Sümerlerin çivi yazısı da mecburi olsun.

Canımı sıkan, trafikte geçen zaman ve saatlerce trafikte bekleyeceğini bile bile evden 15 dakika erken çıkmayan insanlar. Ben olsam, o trafiği bir kere çekerim ikinci gün daha erken bir saatte evden çıkarım. Gerçi düşünüyorum da, zaten herkes işe gittiği için, kimsenin acelesi yok. Konu eve dönüş olsaydı, o zaman herkes bayıla bayıla erken çıkardı. Sabah sabah canım sıkılmasın diye, ters yöne giren, kırmızıda geçen, sağ şeritte durup sola dönen insanlardan filan hiç bahsetmiyorum.

Canımı sıkan, insanların gerilmesine neden olan televizyon kanalları ve diğer medya organlarıdır. Reyting ve para uğruna aynı konuları, toplumu gereceklerini bile bile defalarca ekranlara taşıyorlar.
Canımı sıkan, kendinden olmayandan veya kendi gibi düşünmeyenden nefret eden insanlardır. Irkçılığın ve mezhep kavgalarının yüzyıllardır insanları sevdiklerinden ayırdığı bu topraklarda, hiç mi akıllanamayacağız. Atılan her kurşunun, zengin ülkelerde insanlara Zegna gömlek olarak geri döndüğünü görmek bu karar mı zor?
Canımı sıkan, her seçimde oy vermeyenlerin, bir parti kuracak olsalar en büyük ikinci parti olarak meclise girecek olmaları.

Canımı sıkan, insanların gözünün paradan başka hiçbir şey görmüyor olması. Kısa vadeli kazançlar uğruna insanların her şeyi yakıp yıkmaya hazır olması. Gözleri ne orman görüyor ne de kalp. İkisini de yakıp yıkmaya hazırlar.

Canımı sıkan, hafriyat kamyonlarının, “Kim en fazla toprağı taşıyacak?” yarışı içinde insan hayatını hiçe sayıp, para kazanmak uğruna yaptıkları akıl almaz işler.
Canımı sıkan, Adalet’in artık bir bayan ismi dahi olmamasıdır. İsim, o kadar hassas ki, insanlar artık çocuklarına bile koyamıyorlar. Adalet, artık çocukluğumuzda severek içtiğimiz Atatürk Orman Çiftliği sütü gibi günlük üretiliyor.

Canımı sıkan, erkeklere yapılan adaletsizliktir. Parası olan işini hallederken, parasız çaresizce seyrediyor. Tabi ki, Adriana Lima konusundan söz ediyorum. Şaka bir yana, gemilerin karadan geçirilmesi ve UEFA kupasından sonra, bu toprakların gördüğü en büyük başarıdır.
Canımı sıkan, bu yazının çok uzuyor olmasıdır. Sizin de canınızı sıkmamak için, canımı sıkan konuları artık bir bağlamak gerekiyor.

Sağlıklı kalın, canınızı sıkmayın…

7 Nisan 2014 Pazartesi

Minik Pamir Melek Oldu

Günaydın Dostlar,

“Arayın bulun da büyüdüğünde  Gezi Parkı'nda size taş atsın.”

“Kaybolduysa kayboldu, kaybolmasaydı, pis çapulcular ve ülkücüler sizin yatacak yeriniz yok.”
“Boş verin Pamir’i filan, %46'yı nasıl koyduk ama.”



“Çocuğu bilerek saklamışlar, sonradan 'Twitter sayesinde bulundu.' demek için.”
“Pamir’in kaybolmasını gazeteciler organize etmiş.”

“Ailesinin Alevi olduğu söyleniyor. Doğru mu acaba?”
"Babası güvenlik sistemleri satan bir şirketin sahibiymiş, çok zenginmiş.”

“Bizim çocuklar lağım çukurlarında ölürken zenginlerin çocukları havuzlarda ölüyor.”
“İlk önce ağaçların peşindeydiler, şimdi de Pamir derdine düştüler.”

“Her gün bu ülkede bir sürü çocuk kayboluyor, ölüyor, tek dert Pamir mi?”
“Madem çocuk bu kadar yaramaz, anası göz kulak olsaymış.”

“Annesi DHKP-C üyesiymiş.”
“Babası Gezici Zello tarikatı üyesiymiş.”

“Çocuğun üçüncü köprüye çok yakın bir yerde ölmesi çok manidar.”
“Çocuğu ormanda aramak, üçüncü köprü inşaatı için kesilen ağaçları göstermek için bir bahane. Aramayı yapan da yine tanıdık bir ekip.”

Bunlar benim gözüme ilişen yüzlerce mesajdan bazıları. Hiçbirini üzerinde yorum yapmaya değer bulmuyorum. Burada mesajların içeriğinden daha önemlisi, insanlara bu mesajları yazdıran ruh hali.
Yüzlerce, binlerce Anadolu insanına yakışan sözler de yazıldı ama ne yazık ki bu yukarıdakiler gibi de yüzlerce, binlerce sözler söylendi..

Biz bu kadar mı kötüyüz? Minik bir meleğin arkasından insanların Alevi olmasından, geziye katılmış olmasından veya zengin olmasından başka söyleyecek lafımız yok mu? Hayır, biz bu değiliz. Ben bu insanların çoğunlukta olduğuna inanmak istemiyorum. Öyle olsaydı tanıdık, tanımadık binlerce insan Pamir’i aramak için yollara düşmezdi. Sonuçta bu bir futbol maçı değil. Minicik bir yavru kaybedildi. Minik odası boş kaldı. Gözleri yaşlı anne ve baba, Pamir’in oyuncak ayısına sarılıp ağladığında hiç mi üzülmeyeceksiniz? Kalpleriniz bu kadar mı nasır tuttu? Tamam birileri kutuplaştırdı bizi ama maşallah biz de hazır bekliyormuşuz.
Biz nasıl bu duruma geldik?

Vefat eden bir insanın (hele hele bir çocuğun) arkasından nasıl böyle canavarca laflar yazabiliyoruz?
“Bizden olmayan ölsün.” zihniyeti bu kadar mı insanların içlerine işledi? Vicdanı ölmüş, insanlığı kaybolmuş insan en tehlikeli insan tipidir.

Anadolu çocuğu merttir, düzgündür. Düşmanı bile olsa asla ölen bir kişinin arkasından böyle şeyler söylemez. Söyleyecek fazla bir şey yok. Bu toplumu bu kadar gererek kendinden olmayanlar hakkında bu tip şeyler söyletenler, yazdıranlar utansınlar ve eserleriyle gurur duysunlar.
Sen üzülme minik Pamir. Rahat uyu, senin melek olman insanlara cennetin kapılarını açsın. Senin minik topunu, minicik uyku tulumunu görüp de ağlamayan bu insanlar aslında kötü insanlar değiller; sadece yanlış yönlendiriliyorlar. Bir gün onlar da muhakkak doğru yolu bulacaklardır.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın...

20 Mart 2014 Perşembe

Kötülük Kötülük Kötülük

Günaydın Dostlar,

“Kötülük” bizim buraların vazgeçilmez bir gerçeğidir.  Hatta toplumumuzda kötü davrananların garip bir cazibesi de vardır. Kötüler her zaman revaçtadır, iyiler de her şeyi içlerine atıp erkenden öldükleriyle kalırlar.


Ne yazık ki etrafımızda iyilikten çok kötülük, zorluk, sıkıntı vardır. Kötüler veya kötü düşünenler çok fazladır. İnsanlar rahat durmazlar, metrekareye düşen kafası kötülüğe çalışan insan sayısı oldukça fazladır. Bu kötülük zaman zaman şeytanlığa veya cinliğe de dönüşebilir.

Sevgili Ferdi Tayfur’un hiç unutmadığım bir lafı vardır “Aslında ben komedyen olmak istiyordum ama bu kadar sıkıntının içinden ancak arabeskçi çıkar.” demişti. Ferdi amcanın çok fazla gülme ortamı olmamış. Baba öldürülmüş, aile fakir, imkânlar zor, şartlar kötü, tabii bu durumda da “Umudum kalmadı fani dünyada.” gibi sözler çıkar. Adamın “Hayat Bayram Olsa” yazacak hali yok.




Biz her gün daha çok kötü şeyler mi duyarız, iyi şeyler mi? Bence mukayese bile kabul etmez. Etrafımızdaki haberlerin, yaşananların, gördüklerimizin, duyduklarımızın çoğu kötü şeylerdir. Genelde çok az iyi şey duyarız. Duyunca da mutlu olur, şaşırırız. Ayrıca iyiliğin karşılığı ille de kötülük değildir, ortada bir de bir sıfır çizgisi vardır. Anladık iyilik yapmak istemiyorsun ama kötülük yapman da şart değil.

Günümüzde artık öyle bir noktaya geldik ki kimse kimseden bir iyilik beklemiyor. Biri tutup da iyi bir şey yapsa hemen altında bir şeyler arıyoruz. Kafamız hemen, “Durup dururken neden şimdi bu bana iyilik yaptı, dur bakalım bunun altından ne çıkacak?” diye sorgulamaya başlıyor.


Bazen merak ederim, örneğin İsviçre’de yaşayan bir insan da bu kadar kötülük görüyor, duyuyor mudur diye. Yoksa bu bizim kaderimiz midir? Avrupalının aklının ucundan bile geçmeyen konular neden bizler için yüzyıllardır bitmeyen tartışma konularıdır? İnsanlar diyorlar ki “Bizim yapımız böyle; biz Avrupalı, Amerikalı gibi olamayız.” Ne enteresan yapımız varmış ulan, hiçbir yere tam uyamıyoruz.

Örnekler genelde hep kötüye göre verilir. Bir firma size ürününü satmaya geldiğinde kendi ürününün iyiliklerini anlatmak yerine, genelde rakibinin ürününün kötülüklerini anlatır. Bu kötülemeler aslında ürünler hakkında bilgi sahibi olmak için iyi bir yöntemdir ama kim bilir belki ikisinin ürünü de kötüdür. Ülkemizde, başka birinin ürününü kötülemeden satış yapmaya çalışan firma sayısı iki elin parmaklarını geçmez.

Reklamlarda kimse çıkıp da “Benim ürünüm çamaşırı bembeyaz yapar.” demez, muhakkak rakibin beyazlatmayan “kötü” ürününe bir referans vardır.

Siyasette de durum ortada. Yıllardır parti başkanlarının mitinglerini görüyoruz, konuşmalarını dinliyoruz. Neler yapmak istediklerinden, projelerinden kısaca söz etmekle beraber, genelde konuşmalarının %90’ı karşı tarafı kötülemekle geçiyor. Neden? Çünkü biz böyleyiz. Karşı tarafın ne kadar kötü olduğunu duymayı severiz. “Ben size teleferik taşımacılığı yapacağım.” lafı, karşı tarafın ne kadar kötü olduğunu duymak kadar etkili değildir.


Filmlerimizde de televizyondaki dizilerde de muhakkak birkaç tane kötü insan vardır ve bir sürü kötü şey olur. Her şeyi çok iyi giden, mutlu, mesut, sorunsuz bir aile gösterseler kimse seyretmez vallahi. En azından iki üç haftada bir kötü bir şeyler olmalı. Biri hapse düşmeli, biri komaya girmeli ki biz de haftalarca onların hapisten çıkmalarını veya iyileşmelerini bekleyelim. Bazen de senaristler bakarlar ki her şey çok güzel gidiyor, hastalıkla filan uğraşmazlar doğrudan birkaç kişiyi öldürüverirler.

Böyle gelmiş, böyle de gidecek mi? Muhtemelen evet.

Tek şansımız kötülük düşünmeyen, kafası iyiliğe, doğruluğa, dürüstlüğe çalışan, akıllı, tahsilli, ahlaklı, hoşgörülü çocuklar yetiştirmek. Burada en büyük görev de biz anne, babalara düşmektedir.

Unutmayın; yetiştirebileceğimiz bir tane ahlaklı, düzgün, sevgi dolu çocuk, bu oranı değiştirecektir. Kafamızı kötülüklere göre programlanmış fabrika ayarlarından değiştirip iyi bir şeylerin de olabileceğine göre programlamamız şart.

Bu ülke de bir gün sabah yataktan neşeli kalkan, iyi niyetli, aklına en ufak bir kötülük veya kötüleme gelmeyen mutlu insanların ülkesi olacak.

Kim ne derse desin, ben buna çok inanmak istiyorum.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…