“İyiler erken gider,”
diye boşuna söylememişler. Bu tezi doğru çıkarmak için sanki acelesi varmış
gibi, kocaman kalpli bir adam da bu erken giden iyiler zincirinin kocaman bir
halkası oldu.
Ben bu sözün sadece
bir atasözü olduğuna inanmıyorum. Tıbbi bir açıklaması olduğunu
düşünenlerdenim. İyilik misyonu ile doğmuş olan insanlar, zararlı şeyleri
dışarı atıp rahatlayamadıkları için, kendi hayatlarını bitiriyorlar. İçlerinde
sakladıkları şeyler, onları bir ömür törpüsü gibi eriterek bitiyor.Evet, kalbi kocamandı ama bu kadar stres, üzüntü, kârlılık, satışlar, işten çıkarmalar gibi konular ona çok fazla geldi. Fabrika ayarları, insanlar için iyi bir şeyler yapmak için düzenlenmiş olan o kalp, insanları üzecek parametreleri taşıyamadı.
Hepimizi şaşkın ve üzgün bırakıp gitti. Böyle beklenmedik, sırasız, erken kayıplar karşısında; sanki birisi elektrik süpürgesi ile içimdeki havayı çekmiş ve bomboş kalmışım gibi bir şeyler hissediyorum. Bir akşamüstü şaka gibi başlayan bir haber, çok kısa bir süre içinde acı bir gerçeğe dönüştü.
Nedendir bilmiyorum ama yaşlandıkça terkedilişleri daha zor kaldırmaya başladım. Belki her gün görmeye alıştığımız şehit cenazelerinin içimizde yarattığı birikimden, belki de artık eşi, dostu en sık gördüğümüz yerin, cami avluları olmasındadır. Kim bilir belki de artık sıranın yavaş yavaş bizlere de yaklaşıyor olmasının yansıttığı gerçeklerin ufuktaki parlamasındandır.
Ataköy’ün sessiz sessizliğinde en çok telaffuz edilen laf, “Neden artık hep cami avlusunda görüşüyoruz?” sorusuydu. Bizle beraber etrafımızdakiler de yaşlandı da ondan. Ben yarıyı geçtiğimi biliyorum. Sadece ne kadar geçtiğimi bilmiyorum.
İşin bir diğer acı
yanı da, artık yüreğimizde kalan yaraların iyileşmiyor olmasıdır. İçimizde bir
yerlerde sızlayan yaralar, her kaybettiğimiz dostumuzla beraber tekrardan
kıpkırmızı bir ırmak gibi kanamaya başlıyor.
Cami avlusunda son
görevimizi yerine getirmek için beklerken, bütün kaybettiklerimiz bir film
şeridi gibi gözümün önünden geçiyor. Rahmetli dedemden tutun da, minicik çok
güzel bir kıza kadar çok uzun bir film bu. Hayatımızdaki iyilerin birçoğu bizi
bıraktılar, gittiler. Onlar artık Hulusi Kentmen ile sohbet ediyorlar.Son görev ortamlarının en çok kullanılan cümlelerinden biri de, “Görüyorsunuz işte, bu yalan dünyada hiçbir şeyi kendimize çok da dert etmememiz lazım,” cümlesidir. O anki üzüntüyle sık sık tekrarlanan bu cümle, daha merhumun yedisi çıkmadan unutulur gider ve her zamanki koşuşturmamıza geri döneriz.
Bir bakıma da devam etmek zorundayız. Üzüntümüz içimizde baki ama bir yandan da hayatın acı parametreleri kılıçlarını çekmişler, karşımıza dikilmişler bizi bekliyorlar. Gidenler için de, kalanlar için de yaşamamız gerekiyor.
Tabi ki, en yakınlar
hiçbir zaman unutmayacak ama her gün hayatımızın bir parçası olan konuların ve
insanların birçoğu, artık burada olmadığımızı hiç bilmeyecekler…
Allah, herkese
sevdikleriyle beraber uzun ömürler versin.
Sağlıklı kalın, mutlu
kalın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder