Zaman zaman çeşitli
konuların Avrupa’ya veya Amerika’ya mukayese edilmesini şaşkınlıkla
karşılıyorum. Hayatımızın hiçbir
parametresi benzemiyor ve eşit değil. Konulardan bir tanesini cımbızla
çekip “Biz de Amerikalılar gibi baseball oynayabiliriz.” demek, bana hiç doğru
gelmiyor.
Amerika’da çok uzun
yıllar yaşamış ve onların yaşam şekillerini ve değerlerini oldukça iyi bilen
bir insan olarak, nasıl onlar gibi baseball oynayabileceğimizi bir türlü
anlayamıyorum. Baseball Amerikalıların hayatının önemli bir parçası.
Doğdukları günden itibaren (ama az ama çok) baseball oynuyorlar.Hayatımızın hiçbir
parametresi aynı değilken Amerikalı gibi baseball oynayabilmemiz pek mümkün
gözükmüyor.
İlk gözüme çarpan konu, bağımsız yargı konusu oluyor. Oradaki tam bağımsız yargıyı, bizdeki hiçbir dönemde bağımsız olamamış yargıya mukayese ettiğimde bana pek de eşitmiş gibi gözükmüyor. Bu ülkede yargı her zaman çeşitli odaklardan etkilenmiştir. Tam bağımsız yargı gibi bir kültürümüz hiçbir zaman olmadı.
Particilik konusu da çok farklı işliyor. Bütün partinin aynı yönde oy kullanması gibi bir konu hiç yok. Hangi partiye mensup olursa olsun, adamlar kendi temsil ettikleri bölgelerin menfaatlerine göre oy veriyorlar. Kimse “acaba nasıl oy versem,” diye genel başkanlarının ağızının içine bakmıyor. Çarşaf liste, yorgan liste gibi kavramların baş harfini bile anlamazlar.
Elbette ki, bu sistem de mükemmel bir sistem değildir ve bazı tıkanma noktaları vardır ama o coğrafyada iyi işleyen ve insanlar tarafından benimsenmiş, özgürlükçü bir yapıdır. 500 çeşit ırktan ve dinden insanı, tek bir bayrak altında toplayıp, huzurlu ve adil bir şekilde yaşamalarını sağlayan bir sistemdir. Geçmişi ne olursa olsun, herkesin kendini Amerikalı hissettiği çok özel bir dengedir.
Amerika’da yaşarken bir gün boş bulduğumuz bir baseball sahasına yayılıp “biz de baseball oynayalım,” demiştik. Kendi çapımızda attık, vurduk, yakaladık. Tam çok da güzel oynadığımıza inanıyorduk ki, bizi seyretmekte olan Amerikalı çocuklardan bir tanesi gelip, “Bu oyunun adı ne?” diye sorunca, yıkıldık.
İlk gözüme çarpan konu, bağımsız yargı konusu oluyor. Oradaki tam bağımsız yargıyı, bizdeki hiçbir dönemde bağımsız olamamış yargıya mukayese ettiğimde bana pek de eşitmiş gibi gözükmüyor. Bu ülkede yargı her zaman çeşitli odaklardan etkilenmiştir. Tam bağımsız yargı gibi bir kültürümüz hiçbir zaman olmadı.
Tam bağımsız yargı yok
da tam bağımsız basın var mı? O da yok. Amerika’daki basın özgürlüğü dünyanın
hiçbir yerinde yok. Basın çok güçlü olduğundan dolayı, Nixon’un, Clinton’un
başına gelenleri unutmayalım. Tabii her yolun bir de dönüş şeridi var. İspat
edemeyeceği bir yazıyı yazanın da canına okuyorlar. Bir şeyler yazıyorsanız
kanıtlarınızın güçlü olmasında yarar var. Basın konusu demokratik hayatın çok
önemli bir parametresidir ve bu iki ülke arasında basın özgürlüğü konusunda
dağlar kadar fark var.
Peki ya üniversiteler?
Onlar da tam bağımsız. Adeta devlet içinde devlet gibiler. Kendilerini çok farklı
ve bağımsız birer ilim ve araştırma kuruluşu olarak görüyorlar. Bir üniversite
bir karar aldığı zaman epeyce bir ses getiriyor. Hiçbir devlet büyüğü çıkıp da,
üniversitelere, “sen şunu şöyle yapacaksın,” diyemiyor.
Amerika’da sendikalar
da çok güçlü ve üyelerinin haklarını sonuna kadar savunuyorlar.
Hükümettekilerle yakınlaşma gibi bir çabaları da hiç yok. Çok radikal bir
şeyler yapmadığı müddetçe; bir işçiyi işten çıkartmak, hemen hemen imkânsız
gibi bir şey. Bir şekilde çıkartsanız bile, sendikaların gücü sayesinde 3-4
hafta sonra geri gelebiliyorlar.Particilik konusu da çok farklı işliyor. Bütün partinin aynı yönde oy kullanması gibi bir konu hiç yok. Hangi partiye mensup olursa olsun, adamlar kendi temsil ettikleri bölgelerin menfaatlerine göre oy veriyorlar. Kimse “acaba nasıl oy versem,” diye genel başkanlarının ağızının içine bakmıyor. Çarşaf liste, yorgan liste gibi kavramların baş harfini bile anlamazlar.
Bence, belki de bütün
bunlardan daha önemli olan parametre, Amerikalıların uzlaşmacı kültürüdür. Amerikalılar,
bir orta yol bulmayı severler. Ötekileştirmek veya insanları kutuplaştırıcı
tavırlar içinde olmak, Amerikalıların bulaşmayı hiç sevmediği tabu konulardır.
Bu konuların takibinde olan sivil toplum örgütlerinden de ödleri patlar.
Amerika, başkanıyla,
partileriyle, meclisiyle, senatosuyla, bağımsız yargısıyla, tam bağımsız
basınıyla, güçlü sivil toplum örgütleriyle, güçlü üniversiteleriyle, nefreti
körüklemeyen ve insana değer veren yapısıyla, güçlü sendikalarıyla bambaşka bir
ortamdır. Bırakın Türkiye’yi, Avrupa’ya bile benzemez. Herkesin herkesi kontrol
ettiği çok güçlü bir sistem kurulmuştur.Elbette ki, bu sistem de mükemmel bir sistem değildir ve bazı tıkanma noktaları vardır ama o coğrafyada iyi işleyen ve insanlar tarafından benimsenmiş, özgürlükçü bir yapıdır. 500 çeşit ırktan ve dinden insanı, tek bir bayrak altında toplayıp, huzurlu ve adil bir şekilde yaşamalarını sağlayan bir sistemdir. Geçmişi ne olursa olsun, herkesin kendini Amerikalı hissettiği çok özel bir dengedir.
Amerika’da yaşarken bir gün boş bulduğumuz bir baseball sahasına yayılıp “biz de baseball oynayalım,” demiştik. Kendi çapımızda attık, vurduk, yakaladık. Tam çok da güzel oynadığımıza inanıyorduk ki, bizi seyretmekte olan Amerikalı çocuklardan bir tanesi gelip, “Bu oyunun adı ne?” diye sorunca, yıkıldık.
Anadolu çocukları,
ellerine baseball sopalarını alıp, baseballcu olduklarını zannederlerse, işte
böyle küçük çocukların espri konusu olurlar. Ne demişler? Alışmadık götte don
durmaz, durup dururken baseball oynanmaz. Bir baseball geçmişin veya kültürün
mü var da, baseball oynayacağım diye çıkıyorsun ortaya?
Şimdi sizlere
soruyorum? Yaşam şeklimiz, kültürümüz, tarihimiz, kurumlarımız, çalışma
şeklimiz, hayata bakış açımız, tavırlarımız, yaklaşımlarımız, yaşam seviyemiz
gibi parametrelerin hiçbiri Amerika’ya uymazken; bizim Amerikalılar gibi baseball
oynamamız mümkün müdür?
Unutmayalım ki,
Amerikalılar, “Biz, baseball, hot dogs, apple pie ve Chevrolet’e aşığız,”
diyorlar; biz de at, avrat, silah diyoruz…
Sağlıklı kalın, mutlu
kalın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder