Güzel bir
Michigan sabahıydı. Sabahın erken saatlerinde horozlar ötmeden derslerimize
gitmiş, öğlen gibi de dersleri bitirmiştik. Daha önce de belirttiğim gibi üniversite yıllarında iyi öğrenciydik, ders kaçırmazdık. Dersler bittikten
sonra okuldan çıkarken sevgili arkadaşım (kardeşim) Sinan’a rastladım.
Michigan’daki
bütün parasız öğrencilerin aldığı gibi biz de üç yüz dolarlık eski bir araba
almıştık. Allah var, işimizi de görüyordu. Hava güzel, dersler de bitmiş; artık
sokaklar bizi çağırıyor. Lüks otomobilimize binip Detroit’e gitmeye karar
verdik.Ara sıra bu şekilde Detroit’e giderdik. Sonuçta kabaca bir buçuk saatlik bir yol. Detroit’te Yunan Mahallesi’nde bir yemek yer, biraz gezer sonra da akşama doğru dönerdik. Aslında düşündüğünüz zaman, Detroit Amerika’nın en tehlikeli şehirlerinden biri ve fazla gezecek bir yeri de yok. Bu tip bir seyahat de taş çatlasa yılda iki üç defa olurdu. Amerika’da benzin o zamanlar çok ucuzdu ama bizde çok ucuza yetecek kadar bile para yoktu.
Çıktık yolla, başladık I-75 Otoyolundan güneye (Detroit’e) doğru gitmeye. Soru sormayı seven Sinan, yolda bana “Bu I-75 Otoyolu nereye kadar gidiyor?” diye sordu. Ben de “Florida’ya kadar gidiyor.” dedim. İki dakika kadar bir sessizlik oldu ve ben klasik bir Yay çatlaklığıyla “Gidelim mi ulan?” diye sordum. Saat öğleden sonra 14.00, yanımızda toplasan 150 dolar kadar para var ve hiçbir hazırlığımız yok. Yanımda yedek yün donum bile yok. Bir de Detroit’te fotoğraf çekeriz diye yanımıza aldığımız fotoğraf makinemiz var. Böyle bir soruyu sorarkenki tek güvencem de Amaco kredi kartına sahip olmam. Bu kartla benzin alabileceğimizi, bir de bu kartın Diners Club kredi kartı kabul eden bazı işletmeler tarafından kabul edildiğini biliyoruz.
Sinan, “Ne kadar sürer?” diye sordu. Sanki biliyormuş ve Florida’ya elli kere gitmiş gelmiş gibi “Akşam 01.00 gibi orada oluruz.” diye atıverdim. Ne düşünüp de bu şekilde attığımı hiç hatırlamıyorum. “İyiymiş ulan hadi gidelim.” dedi ve son karar verilmiş oldu. Bu kararı verirken uzak bir yerlerde olduğunu biliyorduk ama 1.300 milden (yaklaşık 2.100 km) fazla bir mesafe olduğunu bilmiyorduk. Detroit planı değişti, biz artık Florida’ya gidiyoruz, doldurduk benzini çıktık yola.
Akşam saat 24.00 olduğunda daha bir sonraki eyalet olan Ohio’dan çıkamamıştık. Saat 00.30 gibi Ohio’nun Kentucky sınırındaki güzel şehri Cincinnati’de bir şeyler yemek için durduğumuzda, “Oğlum Florida düşündüğümüzden daha uzak galiba.” dedim. Daha Kentucky var, daha Tenesse var, daha Georgia var, ondan sonra Florida. Sinan da endişeli ve pişman bakışlarla “Öyle görünüyor.” dedi.
Tekrar
düştük yola. Bütün gece Kentucky dağlarında, Tenesse yaylalarında araba
kullandım ve sabaha karşı gün aydınlandığında Atlanta, Georgia’ya yaklaşmıştık.
Bu büyük kararı verdikten sonra, yirmi beş saatlik bir maceranın sonunda
Daytona Beach, Florida’ya vardık. Vardık varmasına da küçük bir sorun vardı, Emin
boynunu çeviremiyordu. Boynum sürekli yola baktığı açıda sabitlenip öylece
kalmıştı. Sonra ne halt ettik de düzeldi hiç hatırlamıyorum.
Uzun yolun
sonunda gecesi 20 USD’den çok rezil bir otel bulabildiğimiz için çok mutlu
olmuştuk. Amerikan filmlerinde sık sık gördüğümüz, hani böyle neredeyse arabayla
odaya kadar girilen oteller var ya işte tam da onlardandı. Bulunduğu mevkii ve
fiyatı bize çok uygundu. Yıllar sonra bir kere daha Daytona’ya gittiğimde, yolun
kenarında o oteli görüp “Ne cesaret burada kalmışız?” diye düşündüğümü
hatırlıyorum. Kaldığımız dönemde, bize o kadar da kötü ve tehlikeli
görünmemişti. Geldik buralara kadar azacağız, gecelere akacağız. Akacağız, akmasına da ufak bir sorunumuz var, paramız yok. Benzinciden benzin alırken oradaki küçük dükkândan bir iki tane de üzerinde Daytona Beach yazan tişört, şort filan aldık. Süpermarkete gidip diş macunu, diş fırçası gibi zaruri ihtiyaçlarımızı da minimumda aldığımızı hatırlıyorum.
Ertesi gün öğrendik ki Disney Parkları (o zaman iki tane var galiba) yarım saat mesafede Orlando’daymış. Bu kadar yol geldik, gitmemek olmaz. Kararı vermek çok kolay oldu. Sabahın erken saatlerinde kalktık, gittik ama kapıda Diners Club kabul etmediklerini öğrendik. Bilet fiyatını hatırlamıyorum, tek bildiğim bizim bütçemizin çok üstünde bir rakamdı. Otele döndüğümüzde resepsiyon gibi olan yerdeki çocukla konuşurken “Sorun değil biz Disney biletleri satıyoruz, odanıza yazdırırsınız.” dedi. Bunu duyunca durur muyuz, ertesi sabah bir daha gittik. Sabah 10.00’dan, akşam 22.00’ye kadar aralıksız eğlendik. O zamanlar bu yıllardaki gibi korkunç kalabalıklar da yoktu ve park tecrübesini daha güzel yaşayabiliyordunuz.
Daytona’da
çok kısıtlı bir para ve yanımızda hemen hemen hiçbir şey olmadan çok eğlendik.
Bakkaldan alıp gece kumsalda içtiğimiz biralardan tutun da öğrenci barlarında
geçirdiğimiz zamanlara kadar her şey çok güzeldi. Lüks arabamızla Daytona
Speedway Pisti’nde tur bile attık.
Sabahları biz
kalkana kadar zaten öğlen oluyordu ve kahvaltıları da o zamanlar yirmi dört
saat açık olan ve çok ekonomik olan Sambos restoranlarında yapıyorduk. Bir
taşla iki kuş durumu.
Her güzel
şey gibi Florida seyahatinin de sonu geldi (sanki başı varmış gibi) ve güzel
bir Florida sabahında erkenden dönüş yoluna koyulduk. Benzinciden benzin
alırken baktık orada çok ucuz fiyata çuvalla portakallar satılıyor. Sinan, “Oğlum
buralara kadar geldik portakal almayacağız mı?” dedi. Sanki çok yermişiz gibi
ben de “Tabii tabii alalım.” dedim. Kaç
çuval aldığımızı hatırlamıyorum ama Saginaw’daki bütün Türk arkadaşlar portakal
yemekten bıkmıştı.
Dönüşte
artık bu I-75 güzergâhını iyi öğrendiğimiz için öbür taraftan Carolina,
Virginia üzerinden gitmeye karar verdik ve yol epeyce uzadı. Yine bir yirmi
beş yirmi altı saatlik yolculuktan sonra evimize Saginaw Michigan’a
varabildik. Yaşlı ve yorgun arabamız bizi bu plansız seyahatte yollarda
bırakmamıştı.
Hayatta her
şeyin bir bedeli var. Florida seyahatinin kredi kartı borcunu ödeyene kadar
okulda yapmadığımız iş, temizlemediğimiz mekân kalmadı. Arkadaşlar bilirler,
ben öğrenci yurtlarındaki odaları süper temizlerim. Ne demiş atalarımız, “Tatlı
tatlı yemenin…”
Vaktin ve
paran varsa mutlaka gitmelisin, gezmelisin hatta paran yoksa da.
Sağlıklı
kalın, mutlu kalın…
Günaydın Dostlar,
YanıtlaSilYazılarımı Twitter'da AykutEvrankaya sayfasında, Facebook'ta Sabah Sabah Evrankaya sayfasında, LinkedIn'de Emin Evrankaya sayfasında takip edebilirsiniz.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın...