Günaydın Dostlar,
Doğru
söyledi sevgili amcam. Ankara’da oyuncak almak çok zordur ama oyuncak olmak çok
kolaydır.
"O da nereden
çıktı, her yer oyuncakçı dolu." diyeceksiniz. Doğru, şu anda öyle ama 1960’larda, bizim
çocukluğumuzda hemen hemen hiç yoktu. Şimdiki çocukların oyuncaklara
burun kıvırmalarını görünce çocukluğumuzda Ankara’da oyuncak almanın ne kadar
zor olduğu aklıma geliyor. İşin komik tarafı paran varsa bile zordu çünkü yoktu.
Bırakın
oyuncağı, bir top almak bile imkansızdı. Bakkallarda filenin içinde giriş
kapısının yakınlarında bir yerlerde asılı duran naylon toplardan alırdık, o da
iki saat sonra patlardı. Patlamış topu biraz yarıp yeni
aldığımız topun üzerine geçirirdik ki biraz korusun diye. Böyle iç içe geçmiş dört beş top görmek mümkündü…Bu toplarla sokakta maç yapmak herhalde en büyük
eğlencemizdi. Bir maç biter, başka bir maç başlardı. Top bulamadığımız zamanlarda limon kabuğuyla daire
oynamak da çok zevkliydi. Daire genelde kışın oynanırdı. Limon kış bitkisi
olduğu için herhalde...
Ankara’da
küçük Matchbox arabalardan almak da çok zordu. Birincisi annem çok tutumlu olduğu için ikincisi de
çok da kolay bulunmadıkları için... Alacağın yerde de en fazla üç tane araba
olurdu ve bir tanesini seçmek zorunda kalırdın. Onu bile almak için bizim evde en az on üç gün uslu durmak gerekirdi.
Ortalarda
çok fazla bir oyuncak olmadığı için hayat sokakta geçerdi. Bir tahta ve dört rulmandan yapılan tornetler çok havalıydı. Tornetle Bahçelievler’de inmediğimiz
yokuş kalmamıştır. Bisiklet mi dediniz? İmkansız, annemi kandırsan babam
almaz. Anlayacağınız bisiklet almanın oluru yoktu. Gerçi sonunda yine babam seyahatteyken annemi
kandırarak almıştık ama bisiklet alındığında en az on beş yaşındaydım.Sokakta oynanan saklambaçlar birçok ortaokul, lise aşkının kıvılcım platformu olmuştur. Tesadüfen aynı noktada saklanıyormuş gibi yapılarak koşulan duvar arkaları ve orada yapılan konuşmalar, Ankara ilişkilerinin başlangıç noktasıdır. Kıza gel de pastaneye gidelim, diyecek halin yok. Diyelim ki dedin, diyelim ki kız da kabul etti ama zaten muhtemelen annem para vermezdi ve gidemezdik. Babamdan para istesek belki verecek ama ondan da korkudan isteyemezdik. Doğal olarak saklambacın tadı akşam çıkar. Ankara’nın elli derece öğlen sıcağında saklambaç oynayamazsın.
Peki gündüz ne oynanır. Gündüz maç yapılır, daire oynanır, çivi oynanır, seksek oynanır, ip atlanır ve lastik oynanır. Bu oyunların hepsinin kendine göre bir mevsimi vardır. Öyle her mevsimde oynayamazsın. Çivi oynayabilmek için çamur lazım, o da genelde kışın olur. Yazın kimse çivi oynamaz. Lastik ülke yaşamında bir dönemdir. Kız, erkek belli bir jenerasyon lastik oynayarak büyümüştür. Candy Crush’dan daha beter tiryakilik yapıyordu. Lastiğin nasıl oynandığını bilenler bilmeyenlere anlatsın lütfen. Zaman zaman yakantop, kukalı saklambaç gibi oyunlarda oynanırdı ama onları oynamak çok havalı bir iş değildi.
Her mahallede bahçe duvarı sohbetleri de çok meşhurdu. Önceden belirlenmiş bir duvar üstünde oturulup sohbetler yapılır, ay çekirdeği yenilir, dondurmalar alınır hatta ve hatta zaman zaman daha sonraki yıllarda biralar bile içilirdi. Kaldırımlar ay çekirdeği kabuğundan geçilmezdi.
Sakızlardan
veya çikolatalardan çıkan futbolcu kartları çok meşhurdu. Kartlar
biriktirilirdi ve kimin elinde tonlarca varsa acayip havası olurdu. Kart oyunu
büyük bir kumardı. Yarım metre yüksekliğinde bir duvarın kenarında kartlar, yarısı dışarıda olacak şekilde tutulur ve bırakılırdı. Bir sen bir de rakibin... Yere düşen kart bir veya daha çok kartın üzerine
düşerse o kartlar senin olurdu. Genellikle mahallenin azgın
çocukları, bu yöntemle cici çocukların bütün kartlarını alırlardı.
Kumar
demişken gazoz kapağı da iyi bir kumar oyunuydu. Kapaklar asfalta dizilir ve
uzaktan taş atılarak vurulmaya çalışılırdı. Atmadan öncede sol veya sağ diye
bir taraf seçilirdi. Bunun sorusu da “Hangi baş?” şeklindeydi. Seçilen baştaki kapağı vurursan
dizili kapakların hepsi senin olurdu. Baş değil de iki yanındakine
vurduysan bu sefer de vurduğun kapaktan sona doğru olan bütün kapaklar senin
olurdu. Bu oyunun aynısını gelir düzeyi yüksek olan çocuklar misketle
oynarlardı. Elinde torba, içinde yüzlerce
misket sokakta dolaşan çocuklar olurdu.Babacığımın aldığı elektrikli treni de unutmamam lazım. Elektrikli, transformatörü filan olan ve de kendi kendine gidecek olan bir tren. İnanılmaz bir olay… Tren çok komplike görünüyordu. Raylardan çıkıp transformatöre bağlanan kablolar filan vardı. Doğal olarak olay beni aşıyordu ve babamın kurması gerekiyordu. Tren iki yıl kadar kutusunda durdu ve babam çalışmaktan ve seyahatlerden hiçbir zaman fırsat bulamadı. En sonunda Emin annesinin bütün “Yapma oğlum, bozarsan bir daha hayatta alamayız.” laflarına aldırmadan treni kendi kurmaya kalktı ve de başardı. O küçük tren bugün daha büyümüş, tamamen elektronik olarak yönetilen bir tren olarak halen durmaktadır.
Evlerde evcilik oynamak çok modaydı. Son derece boktan oyuncaklarla ve plastik bebeklerle evcilik oynanırdı. Eminim hepsi zararlı madde deposuydu. O devirde zararlı maddeden üretilmiş oyuncak diye bir şey bilmiyorduk. Beni de genelde hep çocuk yapıp ev ödevi filan verirlerdi. Daha sonraki yıllarda bütün okul hayatım boyunca ev ödevi yapmayı hiç sevmedim. Boşuna dememişler “Çocukluğuna inmek lazım.” diye. Evlerde coğrafya oyunu, amiral battı gibi oyunları da sık sık oynardık. Amiral battı için kareli kağıt varsa kolaylık olurdu yoksa kendimiz çizerdi. Belirlenen harften şehir, eşya, isim vs… gibi konularda bir şeyler bulup yazmaya coğrafya oyunu denirdi. Bilenler puan alır, belirli bir süre içinde bir şey bulamayanlar o kategoride sıfır çekerlerdi.
Bir gün Türk malı legolar çıktı ortaya ve bize de yılbaşı hediyesi olarak bir kutu alınmıştı. Bizim evde yılbaşı hediyesi almak gibi bir adet yoktu ama nasıl olmuşsa o sene bir yanlışlık olmuştu. Alındı alınmasına ama legolar çok kötü, birbirini tutmaz, doğru dürüst üst üste oturmaz. Tam bir sinir harbi. Yine de legolarla epeyce oynamıştık. Kızla pastaneye gidecek halimiz yok ya.
Hiçbir şey bulamadığımız günlerde de yüksekten atlamaya bayılırdık. Bu toprakların çocuklarında, kazılmış çukurlara atlama merakı vardır. Adam ev yapacak, temel kazmış, doğal olarak bize de bir atlama alanı yaratmış. Aşağıya kim ilk atlayabilecek, ilk kimin g…. yiyecek, camia bunu merak eder görmek isterdi.
Bütün bu
yokluklara ve çok limitli sayıda oyuncağa rağmen çok güzel günlerdi. En azından
bize öyle geliyordu. Oyuncakların kesinlikle kıymetini biliyorduk. Şimdiki
çocukların dönüp duran bir treni seyretmesi imkansız. Onlar zaten istedikleri
zaman internete girip tren kullanabiliyorlar. Bizim o günlerde o trene bir
vagon daha alabilmek için aylarca yıllarca beklediğimiz olurdu.
Artık
günümüzde oyunlar da çocuklar da çok sofistike. Zaten doğal süreç içinde olması
gereken de bu.
Çocuklar
internette makinist olup tren kullanadursunlar ama benim dönüp duran, minik
trenimin kalbimde de dolabımda da ayrı bir yeri vardır.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın...
Günaydın Dostlar,
YanıtlaSilYazılarımı Twitter'da AykutEvrankaya sayfasında, Facebook'ta Sabah Sabah Evrankaya sayfasında, LinkedIn'de Emin Evrankaya sayfasında takip edebilirsiniz.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın...