6 Eylül 2015 Pazar

Kırk Yılda Bir Kere...

Günaydın dostlar.

Kırk yılda bir olmayacak bir şey başarıyoruz, ondan sonra da sanki o bizim normal halimizmiş gibi havalara giriyoruz. Bu durum her konu için geçerli olmakla beraber bugünlerde bunun en canlı örneğini futbol konusunda yaşıyoruz.
Bazen birçok tesadüf bir araya geliyor ve mucize bir süreç yaşıyoruz. Örnek olarak, Avrupa kupasında yarı finale yükseldiğimiz süreç böyle bir süreçtir. Son saniyede çatala giden toptan tutun da, Fatih Terim balına kadar birçok şeyin bir araya geldiği bir ortamda tarihi bir başarı yaşadık. Sonra ne yaptık? Hemen kendimizi Avrupa’nın en iyi takımlarından biri zannetmeye başladık.


Kendimize gelmek de yarar var. Normal olan bizim bu turnuvalara gidemememiz. Genelde de zaten gidemiyoruz. Kaç turnuva olmuş ve biz kaçına gidebilmişiz? Sanki her turnuvanın değişmez takımıymışız gibi havalara giriyoruz hemen. Ben yarım asırdan fazla bir süredir bu ülkede yaşıyorum ve milli takımın 2, Galatasaray’ın 1 başarısı dışında da başka bir başarı görmedim. Demek ki averaj olarak 17-18 senede bir kere bir balık atıyoruz ama normal seviyemiz bu değil.

Bizim fiziksel yapımız da, psikolojik yapımız da futbol oynamaya hiç ama hiç uygun değil. Ne enerjimiz var, ne teknik becerimiz var, ne de bu işlerin psikolojisini kaldıracak ruh halimiz.

Maçları dikkatli izleyin. Bizim oyuncularımız atılan pasları bile kontrol edemiyorlar. Pası birazcık hızlı atarsan top ayaklarına çarpıp 10 metre öteye gidiyor. Hiçbir zaman topu kontrol etmeyi başaramıyorlar. Topu durduramayınca da sanki her zaman yaparmış da şimdi yapamamış gibi bir takım havalı hareketler yapıyoruz ama bu tip karizma arttırıcı roller işin gerçeğini değiştirmiyor. İşin topsuz kısmında çok havalı ve çok başarılıyız ama çimlere çıktığımız zaman havamız bir anda sönüveriyor.

Hızlı atılan topu alamayacağını bilen bir diğer oyuncu da bu sefer pası yavaş atıyor. Top yavaş gidince de hızlı akına çıkamıyorsun. Hızlı akına çıkamayınca da sen gelene kadar adam kalesinin önüne duvar örüyor. Bu arada dikkatimi çeken bir diğer konu da, dünyanın çeşitli yerlerinde hızlı paslaşmayı becerebilen oyuncular, Türkiye’ye gelince başaramaz oluyorlar. Havamız da veya suyumuz da bir terslik var ama ben çözemedim…

Pas atamıyoruz da peki gol atabiliyor muyuz? Onu hiç atamıyoruz. Bizim ülkede kesinlikle golcü yetişmiyor. Golcülük farklı bir iştir. Bu doğrultuda düşünebilecek bir kafa yapısına sahip olman gerekiyor. Topun olacağı yeri iyi sezerek orada olabilme yetkinliğine sahip misin? Değilsen hiç boşuna uğraşma. Türkiye’nin en çok gol atan oyuncusu Hakan Şükür’ün golcülükle uzaktan yakından alakası yoktu. Düşündüğünüz zaman, Ümit Karan çok daha fazla “golcü” düşünce tarzı ve vuruşları olan bir oyuncudur.
Olayın bir de fiziksel özellikler boyutu var. Bunun da en başında hızlı olmak ve iyi koşmak gerekiyor ama maalesef biz de ikisi de yok. Bizim burada hızlı koştuğunu zannettiğimiz oyuncu, Avrupa maçlarında kaplumbağa kardeş gibi kalıyor. Önüne gelen her oyuncu ondan daha hızlı koşuyor.
Boy, pos desen; o da yok. Kenarlardan bir sürü orta yapıyoruz ama kafa vuracak adamımız yok. Milli takımın boy ortalaması, Avrupa’nın ortaokul takımları seviyesinde bile değil. Diyeceksiniz ki, “Müller çok mu uzun boyluydu da dünyanın en büyük golcülerinden biri oldu?” Bu sorunun cevabı zaten sorunun içinde gizli; sizin de belirttiğiniz gibi Müller golcüydü. Gol koklamak ve gol atabilmek ayrı bir yetenektir.

Biz ne yapıyoruz? Bir takım gol pozisyonu gibi bir şeylerin içinde buluyoruz kendimizi ama ne pozisyon gol pozisyonu, ne de bizim takımımız da golcü var. Golcü olmayan adam da topa 500 kere de vursa golü atamıyor.

Golcü yetişmediği gibi, bizim ülkede kaleci de yetişmiyor. Şu andaki mevcut kalecilerden daha iyilerini yetiştirmemiz hiçbir şekilde mümkün değil. Hantal ve sürekli konsantre eksikliği fazla olan yapımızla en fazla bu kadar oluyor. Bir Anadolu çocuğunun saniyede kendini yere atması çok kolay bir iş değil.
Sizin de bildiğiniz gibi bizim oyunculara laf da söylenemiyor. Kimse cesaret edip de, “Senin bu yönün eksik, gel bu konuda çalışma yapalım.” diyemiyor. Beyler zaten her şeyin en iyisini biliyor. Kaleci Rüştü, ilk meşhur olmaya başladığında yan toplarda zayıftı, 50 sene top oynadı, emekli olurken halen zayıftı. Kimse bu yönünü bir gram geliştiremedi. Bu tip satırlar yazarken de nedense hep aklıma futbolcuların çalışmalardan sonra nasıl "taş fırında pişmiş pideler yedikleri" konusu geliyor.

Bu kadar laf ettikten sonra bu akşamki maç ile ilgili de birkaç laf etmeden geçmek olmaz. Bu akşamın normal sonucu Hollanda’nın (her ne kadar bugünlerde onlar da çok kötü olsalar bile) maçı kazanmasıdır ama futbol bu, her türlü sonuca açık bir oyun. Fatih amcanın balı devreye girer, Arda 25 tane çalım atıp gol atar veya Burak’ın yaptığı orta kaleye girer, her şey olabilir. Bir anda kendimizi dünyanın en iyi futbol ülkesi zannetmeye başlarız.
Gün sonunda umarım ben yanılırım ama bu akşam Türkiye’nin maçı kazanma ihtimali en fazla %30’dur.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder