Bizim
çocukluğumuzun en büyük esprilerinden biri, “Zeki Müren’in birini öpmesi” konusuydu.
Arkadaşına gidip, “Tren desene” derdin, o da “tren” dediği zaman da, “Öpsün
seni Zeki Müren” diye cevap verirdin.
Amaç
karşındakini “salak” bir duruma düşürmek olduğuna göre, Zeki Müren’in seni
öpmesi konusu herhalde çok güzel bir şey olarak söylenmiyordu. Neden Zeki
Müren de bir başkası değil? “Öpsün seni Ajda Pekkan” desek olmuyor muydu? Görülüyor
ki çoluk çocuk milletçe Zeki Müren’in farklı olduğu konusunun farkındaydık.
Giyimiyle, kuşamıyla, hareketleriyle, nezaketiyle kendine özgü bir tarzı vardı
rahmetlinin.
İşin daha da
ilginç yanı nedir biliyor musunuz? Bugün aynı esprinin halen yapılıyor olması.
Geçen gün çocukların aynı tip espriler yaptığını duyunca çok şaşırdım. Zeki
Müren’i hiç görmemiş ve hiç tanımayan bir nesil “öpsün seni Zeki Müren” esprisi
yapıyor.
Yazılarımı takip
edenler birçok konuda bir gram ileri gitmediğimizden dert yandığımı bilirler.
İşin garip tarafı 50 sene içinde espri konusunda da bir gram yol alamamışız.
Bizler zavallı hiçbir imkânı olmayan çocuklardık ve bu tip espriler yapardık.
Bugünün zekâ ve bilgi seviyesi bizlerden çok ileride olan çocuklarının
1960’lardan kalma espriler yapması çok garibime gitti. Tahmin edebileceğiniz gibi iş sadece Zeki Müren ile sınırlı değil. “Şişe”, “Git duvara işe” esprisi de popülerliğinden hiçbir şey kaybetmemiş, o da aynen devam ediyor. Hadi Zeki Müren’in değişik bir tarzı vardı ama duvarın ne özeliği var bilemiyorum. Gururla söylemeliyim ki şişe konusu da dâhil olmak üzere ben bu esprilerin hiçbirini yapmadım.
Sabah sabah
kimsenin midesinin huzurunu bozmamak için, “Sana ne”, “Saman Ye” konusuna
değinmek bile istemiyorum fakat “İki kere iki kaç eder?” diye sorup, karşıdaki
“Dört” deyince, “Dön de götünü ört”, esprisini yazmazsam bu ülkenin ilkokul
esprileri tarihinde çok önemli bir dönemi atlamış olurum.
Bugün de
tazeliğini koruyan bir diğer konu da, insanların sabrını ölçmek için ortaya
çıkmış olan, “Sana bir şey anlatayım mı?” konusudur. Karşındaki “Anlat”
dediğinde, “Anlat demekle olmaz, sana bir şey anlatayım mı?” diyerek deli etme
süreci başlar. Karşıdaki her ne derse desin, “Öyle demekle olmaz, sana bir şey
anlatayım mı?” şeklinde süren süreç, sonunda karşındakinin seni pataklaması ile
son bulur. Tabi böyle bir şeyin hangi çarpık beyinden çıktığını da ayrıca
düşünmemiz gerekiyor.
“Ayı”
denilmesinin arkasından “Götüne girsin keman yayı” durumu da ikinci kuşak
esprilerdendir. Nedense bu tip esprilerde “bir şeylerin girmesi” konusu çok
yaygın olarak kullanılmış. Bu konu bugünkü hayatımızın da önemli bir parçası
olduğu için, 50 senelik espriler tazeliklerinden hiçbir şey kaybetmeden
günümüze kadar gelebilmişler. Bizler için maddeler doğada iki şekilde
bulunurlar. Ya sana girmiştir, ya da onlara girmiştir.“What ne demek?” konusunu yazmama gerek yok herhalde. Lütfen bilenler bilmeyenlere anlatsınlar.
İtiraf
etmeliyim ki benim de birazcık sevdiğim espri, “Senin saatin çalışıyor mu?”
sorusuna “evet” diye cevap verildiğinde, “Benimkine de iş bulsana” cevabıydı.
Bu biraz zamanın ilerisinde bir espriydi, o yüzden de diğerleri kadar popüler
değildi.
Düşündükçe
aklıma geliyor. En sevdiklerimden bir tanesi de, “Bir salağı nasıl
meraklandırırsın?” sorusuna, “Nasıl?” denildiği anda olayın bitmiş olmasıdır.
Eminim bunlar gibi sizler de yüzlerce örnek verebilirsiniz. “Thank you very
much, tepelerim geri kaç” benim bu sabah verebileceğim son örnek olsun.
Esprilerin
bir gram bile yaşlanmadan gayet diri bir şekilde ayakta kalması beni çok
şaşırttı. Bilgisayara girip 52 katlı gökdelenler inşa eden bir nesil, bizler
gibi sokakta naylon topla oynayan bir neslin yaptığı esprileri yapıyor.
Sevgili
çocuklar, her konuda olduğu gibi bu konuda da sizlerden çok yaratıcı, çok zeki
espriler bekliyoruz. Bizim salak esprilerimizi boş verin, kendinizinkileri yaratın;
tıpkı üniversiteli ablalarınızın, ağabeylerinizin yaptığı gibi.
Sağlıklı
kalın, mutlu kalın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder