Günaydın Dostlar,
Ankara’da büyüyen ve
deniz havasına hasret olan çocuklar olarak çocukken yaz tatilinin büyük bir
kısmını Beylerbeyi’nde dedemlerin evinde geçirmeyi çok severdik. Kocaman
bahçesi her türlü oyun için uygundu. Çamurdan köfteler yapmaktan tutun da
ağaçlara tırmanmaya kadar her şeyi yapabilirdiniz.
Bahçede hiç
sıkılmamamıza rağmen (şimdiki çocuklar olsa kafayı yer) en sevdiğimiz şeylerden
biri de dayımla ve arkadaşlarıyla beraber plaja gitmekti. Caddebostan Plajı’na
gitmeyi çok sevsek de nedense oraya çok fazla gitmezdik. Bilmiyorum, belki de
uzak ve pahalı diye gidemezdik. O günlerde Beylerbeyi’nden Caddebostan’a
gitmek çok kolay bir iş değildi. Aslında düşünüyorum da bugün de hiç kolay bir
iş değil, demek ki hiçbir şey değişmemiş.
Caddebostan birinci
tercih olmasına rağmen daha yakın olduğu için dayım bizi zaman zaman da
Küçüksu Plajı’na götürürdü. Plaj dediğime bakmayın; vapur iskelesinin yanında
gayet koyu, gayet derin, gayet sıkıntılı bir yerden söz ediyoruz. Betondan suya
doğru inen bir merdiven olsa da merdivenden inerek denize girmek çok akıllı
bir iş değildi. Bu kadar soğuk bir suya ancak atlayarak girilir. Plaj'ın yanında
da tezat yaratırcasına Küçüksu Kasrı var.
İtiraf etmeliyim ki taşın bittiği yerde minicik kumsal gibi bir şey de vardı. Bir zamanlar
kumsalmış veya birileri getirip üç kamyon kum dökmüş. Kumsal benzeri yerden
denize girmek cesaret işiydi. En başta su çok soğuktu ve yavaş yavaş yürüyerek
girmeye hiç uygun değildi, ikincisi de dibinde ne ararsanız vardı. Suyun
dibinde taşlar, teneke parçaları, cam kırıkları ve aklınıza gelebilecek her
türlü çöp saklambaç oynuyordu. Kumsal tarafı o kadar kötüydü ki yüzme
bilmememize rağmen diğer taraftan kendimizi derin sulara atmayı tercih ederdik.
Hangi plaja gitsek bu
kızlar hep vardı. Waikiki Plajı’na da gitsek eminim orada da karşımıza
çıkarlardı. Ben plaj yollarında bu kızlarla arabanın arkasında oturmaktan çok
rahatsızdım. Kısa pantolonlu, tombul, sevimsiz hallerim kızlara çok çekici
geliyordu herhalde diye düşünüyorum. Bana saldırıp sağımı solumu
sıkıştırıyorlardı. Ben de ilk fırsatta dayımı anneme şikâyet ediyordum. “Anne
kızlar beni sıkıştırdı.” diyordum, annem de “Tamam oğlum, ben kızarım onlara bir
daha yapmazlar.” diyordu ama kızlar ilk gördükleri yerde yine yapıyorlardı. Bu
kızlar yüzünden kısa pantolondan soğudum.
Kimdi bu kızlar? Bizle gelmediklerine göre oraya nasıl ulaşıyorlardı? Neden
her dakika bizleydiler? Tesadüfen mi hep aynı yerlere gidiyorduk? Cep telefonu olmadığını da düşünürsek iletişim nasıl kuruluyordu? Bugün bile bu soruların cevabını bilmiyorum. Üç saat
plajda kalıyorduk, kızları evlerine dağıtmak dört saat sürüyordu. Bir de “Oradan
geçme babam görür.”, “Buradan dönme ağabeyim görür.” muhabbeti olduğu için yol
bitmek bilmiyordu. Ben, o zamanlar bu kızların Yeşilay tarafından bizimkiler
içki sigara içmesin diye gönderildiğini düşünürdüm. Muhtemelen de öyledir.
Her ne kadar çok
sevmesek de plajdan başka her şeye benzese de Küçüksu’da da güzel vakit
geçirirdik. Küçüksu’ya en son gittiğimizde el ele koşarak denize atlarken diğer
çocukların son anda atlamaktan vazgeçmesi üzerine bütün yan tarafımı boydan
boya betona sürtmüştüm. Atlamaktan vazgeçtiyseniz en azından elimi bırakın. Denizden
çıktığımda o bölümde çok da fazla deri kalmadığını görüp plaj doktoruna
gitmiştik. Doktor da tuttu, bütün o bölgeye tentürdiyot sürdü. Biraz yakmıştı
diye hatırlıyorum.
Bütün gün arabada,
orada, burada beni sıkıştıran kızlar da hiç ilgilenmemişlerdi. Doktora gelmeye
teşebbüs bile etmediler. Dayımla beraber gittiğimizi hatırlıyorum. Ne demişler?
Bu dünyada düşmeye gör kardeşim.
“El ele koşarak suya
atlama” fikri sadece plajlara özgü bir durum değildir. İş yerlerinde de sık sık
“el ele” konuları gündeme gelir. “Hadi hep beraber el ele gidip amirimize (veya
amirimizin amirine) bir şeyleri veya birilerini şikâyet edelim.” diye toplanan
gruptan zaman içinde kimse kalmaz. Bahaneler arka arkaya gelir. Bütün acil
durumlar o günü bulur ve tek başına atlamak zorunda kalırsın. Atladığın yer de
Boğaz’ın serin suları olmaz. Kendini kaynayan bir kazanın içinde buluverirsin.
Bizim çocuklar elimi bırakmamıştı, o ortamda böyle bir sorun olmaz. Herkes, memnuniyetle elini bırakıp senin süratle kazanın içine doğru koşmanı izlemeye
başlar.
Emin’in tavsiyesi:
Hiçbir grupla ortak şikâyet eylemlerinin bir parçası olmayın. Yalnız kalsanız
da kalmasanız da bir yere varamazsınız. Bir de listeye yazıldığınızla
kalırsınız. Bu gibi hisler içine girdiğiniz zaman, gelin beraberce Küçüksu’nun
serin sularında dertlerimizi unutalım.
Sağlıklı kalın, mutlu
kalın…
Günaydın dostlar. Yazılarımı Twitter'da AykutEvrankaya sayfasında, Facebook'ta Sabah Sabah Evrankaya sayfasında, LinkedIn'de Emin Evrankaya sayfasında takip edebilirsiniz. Sağlıklı kalın, mutlu kalın...
YanıtlaSilSevgili Emin sabah sabah beni güldÜrdün. 50li 60li yıllarda yazlari yakin olan Idealtepe plajına giderdik. Onceleri babam götürürdü ama 67 den sonra iki kardeş arkadaşlarımızla giderdik. Ne kadar eglendigimizi unutmadım.
YanıtlaSilÇok güzel günlerdi. Her plajda çok eğlenirdik. Maalesef şimdiki çocukların böyle bir şansı hiç olmadı…
Sil