Hepimiz sürekli olarak bir arayış içindeyizdir.
Bildiğimiz
şeyleri de ararız, bilmediklerimizi de. Samanlıkta iğne de ararız, hayatın
anlamını da. Çoğu zaman ne aradığımızı bilmeden ararız. "Mutluluğu arıyorum."
deriz ama bizi mutlu edecek şeyin ne olduğunu da bilmeyiz. Garip bir cazibesi
vardır aramanın. Ne olduğunu bilmesek de bir şeyleri bulma ümidi hoşumuza
gider. Bazen de gerçeği bildiğimiz ve olmasının hiçbir zaman mümkün
olmayacağını hissettiğimiz halde yine de ararız.
Çocuklar, yürümeye başladıkları ilk yıllarda bayılırlar bir şeylerin içine, arkasına saklanmaya. "Birileri beni arasın bulsun." ruh hali daha ilk yıllarda başlar. Ne şekilde olursa olsun, güzel bir duygudur aranmak.
Çocuklar, yürümeye başladıkları ilk yıllarda bayılırlar bir şeylerin içine, arkasına saklanmaya. "Birileri beni arasın bulsun." ruh hali daha ilk yıllarda başlar. Ne şekilde olursa olsun, güzel bir duygudur aranmak.
Annelerin sakladığı çikolataları aramakla başlar bizim yolculuğumuz. Günümüzde çok geçerli olmasa da bizim çocukluğumuzda "misafir çikolatası" diye bir şey vardı. Annelerin en önemli görevlerinden biri de misafir çikolatasını saklamaktı. Neden? Habersiz bir misafir geldiğinde ikramsız kalmamak için. Kimsenin evinde telefon olmadığı için habersiz misafir gelmesi durumu çok yaygındı. Ömrümüz misafir çikolatası aramakla geçti. Bulduğun zaman da iki
kat daha tatlıdır o çikolatalar ama hepsini bitiremezsin yoksa annen fark eder.
Herkes, bir
şeylerin arkasına saklanacak; bir kişi de bütün bu saklananları arayıp bulacak
oyunu, aramak işinin sistemimize yüklendiği en büyük dönemdir. Yüzyıllardır
dünyanın her yerinde oynanan, cazibesi hiç bitmeyen bir oyundur. Arayış her yerdedir. Tuttuğun takımın kale önünde gol araması, bir yerlere girerken üstünün aranması, kaybolan şeylerin aranması her yerde, her ortamda bir arayış vardır. Aslında özlem de bir arayıştır. Restoranlara gider, sosyal platformlara yarı yenmiş tabaklarımızın resimlerini koyar, sevdiklerimize "Gözlerimiz sizi aradı." diye mesajlar yazarız. Dostlarla, sevilenlerle bir şeyler paylaşmak aramaların en sıcak olanlarındandır.
Herkes bir iş arayış içindedir. İşinde mutlu olan da arar, mutsuz olan da. "Burası iyi hoş ama ben yine de şöyle bir etrafı araştırayım." durumu çok yerleşik bir ruh halidir. Oy verecek parti ararız. Seçimler bitince oy verdiğimiz partinin neden başarılı olamadığına cevap ararız. Bir müddet sonra da ileriye yönelik ihtimaller arayışına başlarız.
Elimizde kumanda sürekli kanalları değiştirerek seyredebileceğimiz bir program ararız. Bunu yaparken de kafamızda ne aradığımıza dair en ufak bir fikrimiz yoktur. "Bakalım şöyle bir hepsine, elbet seyredecek bir şey çıkar." deriz ama çıkmazsa da yeniden, baştan başlarız.
Dünyanın öbür ucundan gelip Nuh’un gemisini arayanlar, dağların zirvesine çıkmaya çalışanlar, denizlere dalanlar, herkes bir arayış içindedir. Aradıkları gemiden bir iz midir yoksa zor bir ortamda bir şeyler aramanın yarattığı heyecan mıdır? Belki de aradıkları kendileri midir?
İçimizde
eskiye yönelik bir arayış da hiç bitmez. Eski günleri, eski arkadaşları, eski
mutlulukları ararız. En ufak bir ortam olsa bayılırız eski günlerden konuşmaya.
"Ben de o zamanlar gençtim." deyip gençliğimizi ararız. Bugün bizle beraber
olmayan sevdiklerimizi ararız, hem de çok ararız.
Elimize
metal detektörleri alır, hazine ararız. Bir de hazine bulmaktan daha da
değerli olan; kalbimizde, midemizde, ciğerimizde, her yerimizde aradığımız ama
bunu kendimize bile söyleyemediğimiz durumlar vardır. Sevgilinle küstüğünde
gözün telefona bakmaktan şaşı olmuştur ama onu çok aradığını kendine bile
itiraf edemezsin. Öküz gibi özlemişsindir ama yine de ben onu aramam,
bensizliğe dayanamayıp o beni arasın diye sürünüp gidersin.
Aramazsın bir türlü, o da aramaz. Özlemişsindir onun kokusunu, kırmızı kazağını, güzel gülüşünü, içinde yok olduğun gözlerini. Düşünürsün "O da benim kadar özlüyor mu acaba?" diye ama arayamazsın, gururun mani olur. "En iyisi ben biraz daha direneyim sonunda o beni arasın." hayaliyle günler kuş gibi uçup gider. Belki de o inatlaşıp bir türlü aramadığın aramanın bir manası kalmamıştır artık. Son vapur kalkmış, seni iskelede gururunla baş başa bırakmıştır.
Boş memeyi,
dolu memeyi aramakla başlayan; adaleti aramakla, hakkını aramakla sürüp giden
bir hayat arayıp sormayan çocuklarını ve dostlarını arayan gözlerin kapanması
ile son bulur. Aramazsın bir türlü, o da aramaz. Özlemişsindir onun kokusunu, kırmızı kazağını, güzel gülüşünü, içinde yok olduğun gözlerini. Düşünürsün "O da benim kadar özlüyor mu acaba?" diye ama arayamazsın, gururun mani olur. "En iyisi ben biraz daha direneyim sonunda o beni arasın." hayaliyle günler kuş gibi uçup gider. Belki de o inatlaşıp bir türlü aramadığın aramanın bir manası kalmamıştır artık. Son vapur kalkmış, seni iskelede gururunla baş başa bırakmıştır.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın...
Günaydın Dostlar,
YanıtlaSilYazılarımı Twitter'da AykutEvrankaya sayfasında, Facebook'ta Sabah Sabah Evrankaya sayfasında, LinkedIn'de Emin Evrankaya sayfasında takip edebilirsiniz.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın...