9 Mayıs 2015 Cumartesi

Gezmeye Gitmek...

Günaydın dostlar.

Küçüklüğümüzde ailece gezmeye gitmenin ne demek olduğunu pek bilmezdik. Hatta aileler çoluk çocuk bir yerlere gittiklerinde “Bunlar nereye gidiyor olabilir ki?” diye düşünerek arkalarından bakardık.

Alışık değiliz ki bir yerlere gitmeye. Götürmeyenler utansın. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi babam çok zeki, çok çalışkan, çok akıllı bir insandı. Bir yandan da Doğu Karadeniz’in dalgalarının bütün hırçınlığını ve inatçılığını da bünyesinde barındırırdı. Doğal olarak son derece de aksi bir insandı. Dik dik baktığı zaman küçük çocuklar anında ağlamaya başlardı.


Böyle bir mizaçta olan bir insanın da çoluk çocuk bir yerlere gitmeyi sevmemesi kadar doğal bir şey yoktur herhalde! Allahtan çok sık seyahatlere gidiyordu da biz de sokaklarda sürtebiliyorduk. Evde olsa, hemen “Gelin yukarı” diye söylenmeye başlardı.

“Her şeyin en iyisini ben bilirim” diye düşünen ve de kimsenin düşüncesine saygısı olmayan bir insan olarak, çocukların gezmeye gitmesini de çok doğru bir şey olarak görmüyordu. Derler ya çocukluğuna inmek lazım diye, belki de büyüdüğü evde onların da öyle bir yaşamı yoktu.

Kendi başına seyahat etmeyi, gezmeyi seven ve yanında kimsenin ayak bağı olmasını istemeyen babam, bir gün eve geldi ve cumartesi akşamı için tiyatro bileti aldığını söyledi. Büyük şok. Babam gidecek de tiyatro bileti alacak. Vay anasını be, demek ki bu dünyada hiçbir şey imkânsız değilmiş.

Almışsa almış bize ne. Biz çocuklar olarak hiç üstümüze alınmadık. Zaten böyle bir konunun detayını bizle konuşmak gibi bir âdeti de yoktu. En fazla yaveri anneme söylerdi, annem de bize söylerdi.

Ertesi sabah annem bizim için de bilet alındığını söyledi. Bu işte bir yanlışlık olmalıydı, babam ne yapmaya çalışıyordu, bu hareketinin arkasındaki gizli ajandası neydi acaba? Biz şimdi resmen gece gece evden çıkıp bütün aile çoluk çocuk tiyatroya mı gidecektik!

Akşam babam geldi ve “Çok güzel ve çok komik bir tiyatroymuş, siz de artık büyüdünüz, hep beraber gideceğiz” dedi. Vay anasını be…

Cumartesi akşamı geldi; tiyatroya gidildi ve gerçekten de çok gülündü, çok eğlenildi. Zeki Alasya, Metin Akpınar ve diğerlerinin oynadığı oyun tek kelimeyle muhteşemdi. Mahallede, sokakta günlerce onların esprilerini anlattık durduk. Bambaşka bir bakış açısı, bambaşka bir espri anlayışı ve bambaşka bir yetenek.

Neydi bu insanlar? Uzaydan mı gelmişlerdi? Halkın içinden sözlerle halkı güldürebilme ve her günkü olayları kendinle ilişkilendirme durumu ilk defa gördüğümüz bir durumdu. Bundan sonraki en büyük değişiklik Tolga Çevik ve diğerlerinin başlattığı interaktif tiyatro hareketi ile yaşanmıştır.

Daha sonraki yıllarda, Devekuşu Kabare Tiyatrosu Ankara’ya geldikçe üç dört defa daha oyunlarına gittiğimizi hatırlıyorum. Hatta bazılarında rahmetli Kemal Sunal da vardı diye aklımda kalmış. Hepsi ayrı güzeldi ve hepsini sonraki yıllarda defalarca izledik. Hatta Amerika’da yaşarken kasetten sözlerini bile dinlerdik.

Zeki Alasya yeri doldurulamayacak bir değerdir. Birçok değerli sanatçı gibi onun da gidişi biraz erken oldu. Nerede olduğu önemli değil ama bir gün bir arkadaş ortamında beş altı dakika kadar rahmetli Barış Manço ile beraber ayaküstü sohbet etme şansım olmuştu ve ne kadar ince zekâsı ve espri anlayışı olduğu görmek, beni çok etkilemişti. İmkân olsa insan hiç durmadan saatlerce sohbet edebilir.

Mekânınız cennet olsun sevgili Zeki Alasya, Kemal Sunal, Barış Manço; benim sizleri unutmam hiç ama hiç mümkün değil.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

2 yorum:

  1. Emin'cim, babani babama cok benzettim, o yillarda Ankara'da bahcede oynamamiz bile kisitliydi. Tiyatro konusunda biz senden sansliydik ama...buda tabiki amcam Haluk Kurtoglu, yengem Muazzez Kurtoglu oldugu icindi. Hic kacirmazdik, ne muhtesem piyesler seyretmistik. Tabiki yasimiz kucuk oldugu icin o oyunlari bugun oldugu kadar takdir etmemiz olanaksizdi.Her ikisinede rahmet diliyorum.

    YanıtlaSil
  2. "Sevmek" Muazzez, Haluk Kurtoglu 1957 copy.Rose Bernd 1962 copy.jpg

    YanıtlaSil