Bir şeyi
ölümcül önemli görüp de üç ey ay sonra kendinize “Ne kadar salakmışım?” dediğiniz
hiç oldu mu? Düşünüyorum da herkes muhakkak bu tip durumlar yaşamıştır.
Benim aklıma
ilk gelen örnek Amerika’ya ilk gittiğimiz yıllarda ettiğimiz kavgalardır.
Kendimizi sık sık kültür farklılığından ve lisan eksikliğinden kaynaklanan
münakaşaların ve kavgaların içinde bulurduk. Kavga çıkmayan bar, restoran,
disko kalmamıştı. Şimdi düşünüyorum da ne kadar salakmışız?Yaşlandıkça insanların hoşgörüleri artıyor, kavga etme arzuları azalıyor. Bu ikisi arasında ters bir orantı var. Delikanlılık yıllarında kendimizi içinde bulduğumuz durumlara bir bakıyorum da "Ne kadar salakmışız?" demeden edemiyorum.
Lise yıllarında sürekli sigara içerdik ve niye içtiğimizi de bilmezdik. Yok yok Saruhan’ın kabahati değil, her şeyi de Saruhan’a yükleyemeyiz. Tamamen kendi öz irademizle içerdik. Muhtemelen herkes içiyor diye içiyorduk diye düşünüyorum. Kim bilir belki de sigara içmek havalı bir şeydi o günlerde. Sağdan soldan Amerikan sigarası bulacağız diye kıçımızı yırtardık. Ne kadar salakmışız…
Çocukluk yıllarımda trenlere bayılırdım ama onlara halen bayılıyorum. O yüzen istasyonlarda trenleri seyrettiğim için “ne kadar salakmışım” diyemeyeceğim…
Tabi ki en özel durumlardan biri de Fenerbahçe’dir. Okul yıllarında Fenerbahçe maçına gitmek için yaptıklarımı ve girdiğim riskleri düşünüyorum da, ne kadar fazla şansımı zorlamışım. Sanki Fenerbahçe babamın takımı gibi davranırdım. Milletin umurunda değilken benim için en önemli parametrelerden biri Fenerbahçe’ydi. Ne kadar salakmışım…
Tabi ki yine
Fenerbahçe’yi takip ediyorum ama artık hayatımın en önemli parametrelerinden
biri değil. Hem de hiç değil. Kazanırsa mutlu oluyorum hepsi o kadar. Neden mi?
Çünkü artık bu konuda eskisi kadar salak değilim de ondan.
Okul
demişken sınavlar aklıma geldi. Sınavda en basit soruyu yapamayıp, sınav
bittikten sonra nasıl yapıldığını öğrenince, “ne kadar salağım ya” diye dövünüp
dururuz.Bakkala gidip alışveriş yapıp, asıl almaya gittiğimiz şeyi almadan geri dönmekte ayrı bir salaklıktır. “Kek yapmak için her şeyi almışım ama un almayı unutmuşum ne kadar salağım".
Birçok konuda bu hisleri yaşarız ama asıl “ne salakmışım” durumunun yaşandığı yerler gönül işleridir. Verirsin kalbini birine, sonra da o olmadan asla yaşayamam zannedersin. O kişi artık senin için ekmek, su, hava gibidir. Onsuz nefes bile alamaz, başka da bir şey düşünemezsin. Zamanla ayrılıklar olur ve her şey unutulur, sonra da kendi kendine “ne kadar salakmışım” dersin. Bu insanın nesini beğenmiştim diye, kendin de şaşar kalırsın.
O, çok
sevdiğini zannettiğin insanlar, yaptıklarıyla zaman için de kendini salak gibi
hissetmene neden olurlar. Zaten aşk ile salaklık arasında da muhakkak bir
korelasyon vardır diye düşünüyorum. Hangisi hangisinden besleniyor bilmiyorum
ama insanın normal yaşam parametrelerini etkiledikleri kesin. Babam eskiden,
“Allah insanı aşık etmeden önce aklını başından alırmış” derdi. Bu sözde ne
kadar doğruluk payı var bilmiyorum ama çok da yanlış bir laf olmadığı kesin.
Salak gibi
hissetmek hayatın bir parçası ve tecrübenin bir parametresidir. Önemli olan
konu, aynı şeyler yüzünden 6 ayda bir kendini salak gibi hissetmemektir.
İnsanların 18 yaşından önce yılda 7 kere, 18 yaşından sonrada yılda 3 kere
kendini salak gibi hissetme hakkı vardır. 50 yaşından sonra bu hak yılda 1’e
düşüyor. Bu yaşa geldiğinizde her türlü salak gibi hissetme durumunu en az bir
kere yaşamış olmanız gerekiyor.
Başkalarının
salak gibi durumlarını görerek kendimizi bu durumlardan koruyamaz mıyız?
Kesinlikle hayır. Herkesin salaklığı kendine özgü bir durumdur. Babadan oğula
geçmiyor.
Hepimiz
yıllık salaklık limitlerimizi aşmamaya çalışalım…
Sağlıklı
kalın, mutlu kalın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder