Sabahın erken saatinde bastonuyla tek başına sokakta olan teyzeme ne demeli? Bu nasıl bir sorumluluk bilincidir, bu nasıl bir ruh halidir, bu nasıl bir kararlılıktır? Bana "Feriye Geçidi'nin oradan dönmem gerekiyormuş, biliyor musun?" diye sorduğunda içimden sarılıp öpmek geldi ama polis çağırır diye yapmadım. Çok kısa bir mesafeyi sessizce, beraberce yürüdük ve teyzemi bıraktıktan sonra kafamda binbir türlü duygu ile kendi okuluma doğru yoluma devam ettim.
31 Mart 2014 Pazartesi
Bir Seçim Süreci Daha Bitti
Sabahın erken saatinde bastonuyla tek başına sokakta olan teyzeme ne demeli? Bu nasıl bir sorumluluk bilincidir, bu nasıl bir ruh halidir, bu nasıl bir kararlılıktır? Bana "Feriye Geçidi'nin oradan dönmem gerekiyormuş, biliyor musun?" diye sorduğunda içimden sarılıp öpmek geldi ama polis çağırır diye yapmadım. Çok kısa bir mesafeyi sessizce, beraberce yürüdük ve teyzemi bıraktıktan sonra kafamda binbir türlü duygu ile kendi okuluma doğru yoluma devam ettim.
29 Mart 2014 Cumartesi
Fatmagül Yolundan Dönmedi Sen de Dönemezsin
Yok öyle yarı yoldan dönmeler…
Bu arada Rahmi demişken geçen gün dizinin bir tanesinde gördüm, bizim Rahmi son zamanlarda epeyce bir erkek olmuş. Önüne gelene posta koyuyor. Hava değişimi yaramış Rahmi’ye.
Her zaman içeride ve dışarıda birçok düşman olacaktır. Fatmagül için de durum öyleydi. Dışarısı düşman kaynıyor, içeride sevgili yengesinin yapmadığı kalmıyor ama Fatmagül sonunda başarıyor.
28 Mart 2014 Cuma
Mübarek Cuma Gününde Emin'den Yedi Satır
Sevgili komutanımız, mümkün olduğu kadar bizi dinlenmeye ağaçların arasına almaya çalışırdı.
Herkes sekiz saat yürürken biz yedi saat yürürdük. Sıcaktan ve güneşten yüzümüzün gözümüzün yara olduğu bir ortamda ağaçların altında geçen bir saat bir saattir.
Sevgili komutanımız da “Geri zekâlılık yapmayın, alternatif baloya gitmek değil, alternatif altmış derece güneşin altında sıcaktan erimiş asfaltın üzerinde yürümek." derdi.
Bir şeyleri istemek güzel de alternatifleri ve ne getirip ne götüreceğini de iyi anlamak şart.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…
Severiz Bir Büyüğün Arkasına Sığınmayı
Günaydın Dostlar,
Yüzyıllardır devam
eden yaşam şekli ve beklentiler bu topraklarda hiç değişmez. Konu ne olursa
olsun her zaman severiz bir büyüğün arkasına sığınmayı. Kendimizi her şeyimizi
kontrol edecek yetkinlikte görmeyiz. Her zaman başımızda bir büyük olsun
isteriz.
Bir yerde
kendiliğinden gelişmiş, doğal sürecin parçası olarak yer almış bir büyük yoksa hiç
sorun değil; biz hemen kendimiz yaratırız bir tane. Şarkıcılara, futbolculara,
teknik adamlara imparator deriz ve tutar en tepeye oturturuz. Futbolcu olarak
kalsa olmaz, illaki imparator olacaktır. İmparator yapamadıklarımıza da kral
deriz, baba deriz, paşa deriz, sultan deriz; deriz de deriz. Hatta kralın
çirkini, güzeli bile vardır.
Severiz kontrol
edilmeyi, mayamızda var, alışmışız bin yıldır. Birileri bizim adımıza her şeyi
düşünsün, kararları versin, biz de karar alma zahmetine ve riskine girmeyelim.
Bir şeylerin yasaklanmasına da bayılırız. Yasaklar bizim için sevgi
göstergesidir. Bizi sevdiği ve bizim iyiliğimizi istediği için yasakladı diye
düşünürüz.
Geçmiş yıllarda bazen
televizyonlarda yayımlanan evlenme programlarına denk gelirdim. Bu programlar
tam hayatın içi, mahallenin gerçeğidir. Sorarlar adaylara “Karşı taraftan ne
bekliyorsun?” diye. Kızlar da erkekler de onlar için gelecek olan adaylarda
bekledikleri özellikleri sıralarken çoğunlukla hep “Beni kontrol edecek biri
olsun.” derler. Nedir bu kontrol edilme arzusu kardeşim? Kocaman adamlar
olmuşsunuz, kendi kendinizi bir zahmet kontrol edin artık.
Maço ve kabadayı
tavırları da severiz. Büyük bir yerlere oturttuğumuz insanların bu tip tavırlar
sergilemesi de beklentilerimiz içindedir. Ona, buna posta koyacak ki biz de
sokakta “Bak gördün mü babayı ne biçim posta koydu bilmem kime.” diyeceğiz.
Bizim çocukluğumuzda etraf kabadayı doluydu. Kim bu adam dediğinde “Mahallenin
kabadayısı” derlerdi. Ben o zamanlar bu durumu hiç anlamazdım. Gerçi düşündüm
de şimdi de pek anladığım söylenemez. Sanki adamın bu konuda üniversiteden alınmış
bir kabadayılık sertifikası var.
Bulamadık mı arkasına
sığınacak bir kimse, bu sefer de bir yetmişliğin arkasına sığınırız. Acımızı,
sevincimizi ona anlatırız. Adalara karşı oturmuş yavaş yavaş kararmakta olan
denize bakarken sığınırız ona, o da bir büyüktür. Kırılgan olması hiç önemli
değildir, yeter ki başımızda bir büyük olsun. Masamızda bir büyük olduğu zaman bütün dertlerimizden arınırız. O masada o gece konuşulacak veya olabilecek her
şey, artık o büyüğün sorumluluğundadır.
Araştırıp işin
doğrusunu öğrenmek yerine, duyduğumuza inanmayı da çok severiz. Araştırıp,
öğrenmek doğal olarak bir zahmet, bir çalışma gerektiriyor. Bu konuda son
derece tembelizdir. Araştırmacılık bizim ruhumuzda yok. Büyüklerimiz söyler bir
şeyler nasıl olsa, biz de ona göre hareket ederiz. Araştırmaya ne gerek var? Sevdiğimiz,
saydığımız bir insanın her dediği doğrudur bizim için. Bu yönü iyi ama bu yönü
de çok kötü demeyi beceremeyiz.
Ne der Robin Sharma?
“Nefes alabilen her insan lider olabilir.” Bence artık kontrol edilmekten
vazgeçip bırakın evin, sokağın, mahallenin, işyerinin lideri olmayı; en
azından kendimizin lideri olmayı becerebilmeliyiz.
Sağlıklı kalın, mutlu
kalın…
27 Mart 2014 Perşembe
Perşembe Pazarı
Günaydın Dostlar,
Her perşembe Erenköy
sokaklarında, sabahın erken saatlerinde semt pazarı kurulur ve akşam hava
kararıncaya kadar devam eder. Farklıdır pazarcının hayatı. Diğerlerine
benzemez. Ayrı bir dünya, bir yaşam tarzıdır. Ben, her zaman pazarcıların
dünyasını sirk hayatına benzetmişimdir. Kendine özgü kuralları, kültürü vardır.
Sen yatağında yarım gözle baktığın alarmın çalmasına daha 39 dakika olduğunu
görüp mutlu olurken pazarcının günü çoktan başlamıştır. Yazı, kışı, sıcağı, soğuğu,
yağmuru, çamuru yoktur bu işin; o pazar muhakkak kurulacaktır.
Sorumluluğu vardır
pazarcının. İnsanlar, akşam yemeği sohbetlerinde “Yarın da kahvaltıdan sonra
pazara giderim.” diye planlar yaparken onları ortada bırakamazsın. Ertesi sabah
doğacak güneş kadar kesindir perşembe pazarının kuruluşu.
Tentenin ipini Emekli Zabıta Müdürü Mehmet Bey’in bahçe demirine bağlarken akıllarda yine aynı soru
vardır. Mehmet Bey uyandığında “Bu ipi buraya bağlamayın diye size 130 kere
söylemedim mi?” diyerek yine kızacak mıdır acaba?
Herkesin yeri santim, milim bellidir pazarda. Yün doncu, yine her hafta olduğu gibi köşeden ikinci
tezgâhta yerini almıştır. Tezgâhın kısa ayağının altına koyacağı taş da her
zamanki gibi yanında. Çok kıymetlidir o taş. Her yere amcayla beraber gider.
Sabah karanlığında tezgâhın birazcık kısa olan, sol arka ayağının altına koyacak
taşı nereden bulacaksın?
Sebzeler dizilir,
meyveler dizilir ve yavaş yavaş pazar hareketlenir. Her ne kadar bağırarak
müşteri çekmek yasaksa da kimse dinlemez bu yasağı. Pazarcı; dedesinden,
babasından böyle görmüştür. Bağırmadan pazar olmaz.
İyisi demişken bizim
çocukluğumuzda pazarlarda bir sürü çürük veya çürümesine çok az kalmış meyveler,
sebzeler olurdu. Şimdi bakıyorum da her şey gıcır gıcır, bir gram çürük yok.
Çürükler de doğal yetiştirilen ürünlerle beraber uçtu, gitti galiba. Artık
hiçbir şey çürümüyor. Kırk yılda bir pazara gittiğimde annem “Doğru seç, sakın
çürük alma.” derdi ama artık bu uyarı pek geçerli değil.
Dediğim gibi pazarda
herkesin bir yeri vardır ve bu noktaların hepsi stratejik olarak ayarlanmıştır.
Soğan, patatesin bir ağırlığı olduğu için onlar genelde çıkış noktalarına
yakın yerlerde konuşlanmıştır. Kimse, pazarın ortasından kilolarca patates alıp uzun mesafeler taşımak istemez. Ayrıca kültürümüzde yarım kilo patates almak
gibi bir şey de yoktur. Nedense onlar en az iki kilo alınır. Daha az alınırsa
ayıp mı olur, yasak mıdır ben bunu çözemedim.
Perşembe pazarı bir
gelenek, bir buluşmadır. İnsanların gözleri bir yandan da her hafta gördükleri insanları arar. Biz meraklı insanlar olduğumuz için komşuların ne aldıklarına da
bakarız çaktırmadan. Sonra da gidip “Ayşe Hanım da torbayı patlıcan doldurmuştu,
ne yapacaksa o kadar patlıcanı?” diye dedikodu yaparız.
Karanlık bir Erenköy
sabahında, perşembe pazarı yine kuruldu. Yarınını organize etmeye çalışan,
yarınını yaşamaya çalışan herkes orada. Yün doncu amca da cam tabakçı
beyefendi de pazarda patlıcan bırakmayan Ayşe teyze de.
Sağlıklı kalın, mutlu
kalın…
26 Mart 2014 Çarşamba
Her Şeyi Ben Bilirim
Özet olarak her zaman, her konuda, hep benim dediğim olacak ve başkalarının ne düşündüğü de benim için hiç önemli değil.
25 Mart 2014 Salı
Ankara'da Oyuncak Almak
Sokakta oynanan saklambaçlar birçok ortaokul, lise aşkının kıvılcım platformu olmuştur. Tesadüfen aynı noktada saklanıyormuş gibi yapılarak koşulan duvar arkaları ve orada yapılan konuşmalar, Ankara ilişkilerinin başlangıç noktasıdır. Kıza gel de pastaneye gidelim, diyecek halin yok. Diyelim ki dedin, diyelim ki kız da kabul etti ama zaten muhtemelen annem para vermezdi ve gidemezdik. Babamdan para istesek belki verecek ama ondan da korkudan isteyemezdik. Doğal olarak saklambacın tadı akşam çıkar. Ankara’nın elli derece öğlen sıcağında saklambaç oynayamazsın.
Peki gündüz ne oynanır. Gündüz maç yapılır, daire oynanır, çivi oynanır, seksek oynanır, ip atlanır ve lastik oynanır. Bu oyunların hepsinin kendine göre bir mevsimi vardır. Öyle her mevsimde oynayamazsın. Çivi oynayabilmek için çamur lazım, o da genelde kışın olur. Yazın kimse çivi oynamaz. Lastik ülke yaşamında bir dönemdir. Kız, erkek belli bir jenerasyon lastik oynayarak büyümüştür. Candy Crush’dan daha beter tiryakilik yapıyordu. Lastiğin nasıl oynandığını bilenler bilmeyenlere anlatsın lütfen. Zaman zaman yakantop, kukalı saklambaç gibi oyunlarda oynanırdı ama onları oynamak çok havalı bir iş değildi.
Her mahallede bahçe duvarı sohbetleri de çok meşhurdu. Önceden belirlenmiş bir duvar üstünde oturulup sohbetler yapılır, ay çekirdeği yenilir, dondurmalar alınır hatta ve hatta zaman zaman daha sonraki yıllarda biralar bile içilirdi. Kaldırımlar ay çekirdeği kabuğundan geçilmezdi.
Babacığımın aldığı elektrikli treni de unutmamam lazım. Elektrikli, transformatörü filan olan ve de kendi kendine gidecek olan bir tren. İnanılmaz bir olay… Tren çok komplike görünüyordu. Raylardan çıkıp transformatöre bağlanan kablolar filan vardı. Doğal olarak olay beni aşıyordu ve babamın kurması gerekiyordu. Tren iki yıl kadar kutusunda durdu ve babam çalışmaktan ve seyahatlerden hiçbir zaman fırsat bulamadı. En sonunda Emin annesinin bütün “Yapma oğlum, bozarsan bir daha hayatta alamayız.” laflarına aldırmadan treni kendi kurmaya kalktı ve de başardı. O küçük tren bugün daha büyümüş, tamamen elektronik olarak yönetilen bir tren olarak halen durmaktadır.
Evlerde evcilik oynamak çok modaydı. Son derece boktan oyuncaklarla ve plastik bebeklerle evcilik oynanırdı. Eminim hepsi zararlı madde deposuydu. O devirde zararlı maddeden üretilmiş oyuncak diye bir şey bilmiyorduk. Beni de genelde hep çocuk yapıp ev ödevi filan verirlerdi. Daha sonraki yıllarda bütün okul hayatım boyunca ev ödevi yapmayı hiç sevmedim. Boşuna dememişler “Çocukluğuna inmek lazım.” diye. Evlerde coğrafya oyunu, amiral battı gibi oyunları da sık sık oynardık. Amiral battı için kareli kağıt varsa kolaylık olurdu yoksa kendimiz çizerdi. Belirlenen harften şehir, eşya, isim vs… gibi konularda bir şeyler bulup yazmaya coğrafya oyunu denirdi. Bilenler puan alır, belirli bir süre içinde bir şey bulamayanlar o kategoride sıfır çekerlerdi.
Bir gün Türk malı legolar çıktı ortaya ve bize de yılbaşı hediyesi olarak bir kutu alınmıştı. Bizim evde yılbaşı hediyesi almak gibi bir adet yoktu ama nasıl olmuşsa o sene bir yanlışlık olmuştu. Alındı alınmasına ama legolar çok kötü, birbirini tutmaz, doğru dürüst üst üste oturmaz. Tam bir sinir harbi. Yine de legolarla epeyce oynamıştık. Kızla pastaneye gidecek halimiz yok ya.
Hiçbir şey bulamadığımız günlerde de yüksekten atlamaya bayılırdık. Bu toprakların çocuklarında, kazılmış çukurlara atlama merakı vardır. Adam ev yapacak, temel kazmış, doğal olarak bize de bir atlama alanı yaratmış. Aşağıya kim ilk atlayabilecek, ilk kimin g…. yiyecek, camia bunu merak eder görmek isterdi.
24 Mart 2014 Pazartesi
Bu Hafta Sonu Seçim Var
Eskiden oy vermeyene para cezası verirlerdi, bilmiyorum şu anda halen böyle bir uygulama var mı? Cezası olsa da olmasa da herkesin gidip oyunu vermesi lazım. Unutmayın sonuçta bu seçilen kişiler beş yıl boyunca bulunduğunuz ili, ilçeyi yönetecekler. Beş yıl kısa bir süre değil.
23 Mart 2014 Pazar
Öğlen Öğlen Twitter
Günaydın Dostlar,
Nedir Twitter?
Twitter bir şirkettir.
Adı da Twitter Inc. O da her şirket gibi bir şeyler satıyor. Nedir sattığı?
Haberleşme hizmeti.
Birçok seçeneğin var.
Yüzlerce arkadaşına bir mesaj, bir yorum yollayacağın zaman yüzlerce mesaj
atabilirsin; WhatsUp grupları üzerinden yollayabilirsin; yüzlerce kişiyi
arayabilirsin; yüzlerce e-mail atabilirsin; yüzlerce mektup yazabilirsin;
yüzlerce minik duman mesaj bulutu yaratabilirsin vs. vs. ya da Twitter’ı
kullanarak yüzlerce kişiye tweet atabilirsin. Twitter da bu tip hizmet satan
şirketlerden bir tanesidir.
Birçok şirket
haberleşme hizmeti sattığına göre buradaki sorun nedir? Amcanın biri bu hizmeti
kullanarak teyzemin birini sinir edecek bir mesaj atmış ve bunu da herkes
görmüş. (Böyle bir teyze var mı, yok mu o konuya hiç değinmiyorum bile). Ne
yapmış teyze? Amcamı Twitter’a şikâyet etmiş. “Kapat bu terbiyesizin hesabını.”
demiş. Twitter umursamayınca da doğal olarak gitmiş, mahkemeye vermiş. Mahkeme
de karar vermiş ve Twitter’a “Kapat bu hesabı.” demiş. Twitter yine umursamamış
ve devlet büyüklerimiz devreye girip Twitter’ı Türkiye’de yasaklamışlar.
Türkiye’de hizmet veya
ürün satan binlerce firma var ve bunların birçoğunun hizmet veya ürün sattıkları
tüketiciler ile birçok sorunu olabiliyor ve doğal olarak mahkemelerde birçok
dava açılabiliyor. Ticari yaşamın en doğal süreçlerinden biri
Şimdi örnek olarak
aynı durumu bütün dünyada ve Türkiye’de de faaliyet gösteren bir Alman otomobil
devi için düşünelim. Teyzem mutsuz, arabamı şöyle yapın, böyle yapın diyor,
adamlar yapmıyor. Almanya’daki ana firmaya yazıyor, onlar da umursamıyor ve
gidiyor, mahkemeye. Mahkemeyi kazanıyor ama firma yine de mahkeme kararlarını
yerine getirmiyor. Hemen devlet büyüklerimiz devreye girip bu firmayı
Türkiye’de yasaklıyorlar.
Olmaz mı diyorsunuz?
Neden olmasın ki? O
zaman olay başka yerlere gider ve Twitter mahkeme kararı için filan değil,
sadece insanların haber alma özgürlüğünü kısıtlamak için kapatılmış gibi bir
durum ortaya çıkar. Böyle bir durum başka bir firmaya uygulanmaz diyorsanız
Twitter'ın kabahati haberleşme hizmeti sunuyor olması mıdır?
Böyle bir durumda,
Allah korusun ne deriz el aleme, konu komşuya? Millet halimize güler.
Sağlıklı kalın, mutlu
kalın…
22 Mart 2014 Cumartesi
Virtual Private Network
Arkadaşım bana yazmış diyor ki “Oğlum VPN diye bir şey varmış; onu indirince, Amerika’ya bağlanıp sonra da Amerika’dan bağlanıyormuş gibi bağlandığın için istediğin her yere girebiliyormuşsun.” Daha güzel bir tarifi olamazdı. Daha önceleri bu işle ilgilenenlerin veya şirket dışından işyerlerindeki veya başka ortamlardaki ağlara bağlananların bildiği VPN (Sana Özel Ağ) işini bilmeyen kalmadı.
“VPN indirdim ama bundan sonra her yere bu VPN üzerinden mi bağlanacağım yoksa bu bir tek Twitter’a girerken mi devreye girecek veya ben mi seçeceğim nasıl olacağını?” demedi kimse. Türkiye’de oturup Amerika’dan bağlanıyormuş gibi yapınca internet hızım düşer mi acaba, bu yöntem şu andaki durumdan daha mı çok güvenli, daha mı az güvenli diye düşünen de olmadı. “Bu şekilde bağlanırsam dışarıdan gelecek tehlikelere açık olur muyum?” diye soran da ben hiç duymadım. Bu iş ücretsizmiş diye bir laf yayıldı, o da hepimize yetti zaten.
“Hedef Twitter’a bağlanmak ileri!” deyip Allah Allah sesleriyle koşmaya başladık. Bağlanınca da bu kadar uzun süredir kapatacağız, engelleyeceğiz denilen bir şeye ne kadar kolay bağlandığımıza şaşırdık.
21 Mart 2014 Cuma
Çoban Salatası
Sohbet inanılmaz güzel. Ülkede bir gram dert, tasa kalmamış. Her şey birbirinden mükemmelken sıra o çok önemli soruya gelir, “Salata alır mıyız efendim?” Alırız tabii, sorduğun hata. Böyle bir ortamda alınacak tek bir salata vardır, o da çoban salatasıdır. Böyle bir balıkçıda “Ben bir enginarlı kuşkonmaz salatası alayım.” gibi cümleleri de hiç anlamamışımdır.
“Çoban salatanız soğanlı mı olsun efendim?” Bu ne biçim bir soru ulan? Çoban salatası soğansız olur mu? Soğansız olursa onun adı çoban salatası olur mu? Onun adı şivan salatası olur, davaro salatası olur, bir şey olur ama çoban salatası olmaz.
Çoban salatası çok özel bir konudur bizim için. Bir duygu bağımız vardır çoban salatasıyla.
Çoban salatası, yazın çocukluğumuzun geçtiği Beylerbeyi’nde, Çakal Dağı yolunun 750. metresinde bulunan rahmetli dedemin evinde yapıldığı gibi yapılır. Dayımın mangalda pişirdiği etlerin (gerçi biraz büyüyünce o işin sorumluluğu bana geçmişti) ve rahmetli anneannenin yemeklerinin yendiği, dedenin tek duble rakısını içtiği, balkondan Boğaz'ın görüldüğü yemeklerdeki gibi yapılır. Hatta iki ayrı kayık tabakta hazırlanıp masanın bir o tarafına bir bu tarafına konulur.
Rahmetli Ayşe hala saat 16.30 gibi soğanları doğrar ve acısı gitsin diye tuzla ovardı. Proje önemli, akşama çoban salatası yapılacak. Bol soğanlı olması lazım, başka türlü onun adı çoban salatası olamaz.
Sofra hazır, güneş yavaş yavaş batıyor. Çoban salatası da masaya gelmek üzeredir. Emin, bahçe sulamayı bitirmiş; yüz otuz metre uzunluğundaki hortumu daireler şeklinde toplayarak bodruma taşınabilecek bir hale getirmeye çalışıyor. Vallahi kolay bir iş değildir o hortumu öyle toplayabilmek. Hortumu bodruma attın mı artık mangalda etleri pişirmeye hazırsın. Mangal hazır, etler çabucak pişer ve balkondaki yerimi alırım. Yaz aylarında olduğumuza aldanmayın, Çakal Dağı’nın yarı yolunda akşamlar soğuk olur. Yün don gerekmese de hırka, kazak filan bir şeyler giymek şart.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…