Bu sabah ilk defa yağmurlu bir Ankara sabahından yazıyorum
sizlere. Hava son derece karanlık ve yağmur, rüzgar, soğuk ne isterseniz var. Hemen moralinizi bozmayın, her şeye rağmen Ata'm Anıttepe’de
uzaklarda pırıl pırıl parlıyor. Yazımı yazarken göz ucundan birbirimizi
görebiliyoruz. Hepinizi çok öpüyor ve sizinleyim, diyor.
Madem Ankara sabahından yazıyorum, birazcık da dün buraya
nasıl geldiğimden söz etmezsem olmaz. Daha doğrusu nasıl gelebildiğimden söz etmezsem olmaz. E-5 karayolunda yürüyen binlerce işçi kardeşimiz yolu geçilemez bir hale getirdiği
için zar zor bir şekilde Harem Otogarı'na varabildim. Otobüs bu yoldan geçip de
nasıl gelecek diye düşünürken neyse ki yirmi dakika gecikme ile bir şekilde yan
sokaklardan geldi. Öyle bir sabah için bence hiç de fena değildi.
Otogardan çıktıktan sonra, daha yüz metre gitmeden otobüsün
biri üstümüze çıkıyordu. Bizim amca son anda sağa kırarak daha ilk dakikada
olabilecek bir kazayı önledi. Bizim ön sıradaki bastonlu amca “Aferin oğlum, çok
güzel kurtardın.” dedi. Şoför amca da “Sağ olun.” diye cevap verdi. Biraz daha
gittik, bu sefer de bastonlu amca “Ne biçim üstümüze geldi, değil mi?” diye
şoföre yine laf attı. Adamcağız da evet, diye geçiştirmeye
çalışıyor ama ne mümkün. Amca sürekli olarak ortaya laf atıyor. En sonunda “Amcacım
bizim araç kulanırken konuşmamız yasak.” deyince, bizim amca da “Çok haklısın, sen
işine bak.” dedi de şoför yakayı kurtardı.
Averaj yaş durumu doksanının üzerinde, hepsi üşüyor, içerisi oldu
bir hamam. Üzerimde çıkarabileceğim ne varsa son limitlere kadar çıkardım ama
yetmedi. Hatta limitleri zorladım bile denebilir. Muavine “Şunu biraz
kısamaz mıyız?” diye sorduğumda "Yok ağabey, hepsi üşüyor, daha da açmamı istiyorlar da, ben
açmıyorum." diye bir cevap aldım. Yapacak bir şey yok, keşke yün donumu giymeseydim.
Bu arada yan sırada oğlu ile beraber oturan teyzem telefonda
biri ile konuşuyor ve “Her şey değişmiş, vallahi iki saate Bolu’ya geliverdi.”
diyor. Sevgili teyzemin haberi olmasa da bu değişiklik olalı 26 yıl filan oldu.
Bir değişiklik de yeme içme konusunda olmuş. Varan otobüsü
maşallah ada vapuruna dönmüş. Millet çıkardı yumurtaları, puf
böreklerini, zeytinyağlı yaprak sarmaları, ekmek arası köfteleri ve yemeğe başladı. Müşteriler eski günlerden olunca adetler de eski günlerden oluyor herhalde. Bir
patlıcan kızartmadıkları kaldı.
Yarım saatlik molada aşağıya inebilmemiz zaten on beş dakika
sürdü. Neyse bir şekilde indik, bir şeyler yedik, tam otobüse geri bineceğimiz sırada bizim bastonlu çift dükkanlara doğru yürümeye başladı. Şoför, muavine “Hasan bunlar nereye gidiyor, kalkıyoruz şimdi.” dedi ve muavin soluğu bizim amcanın
yanında aldı. Amcam hiç istifini bozmadan “GS dükkanına gidiyoruz.” dedi. Güzel düşünmüşler ama dükkan plazanın en sonunda, gidip gelmeleri imkansız. Muavin “Amca siz oraya iki saatte gidip dönemezsiniz,
siz gelene kadar biz Ankara’ya varmış oluruz.” gibi kendince politik bir yorum yaptı. “Ne alacaksanız ben alıp getireyim.” deyince amca da “Bir şey
alacağımız yok, bakmaya gidiyorduk.” diye cevap verdi.
Mola sonrası muavin hemen çay veya kahve istemisiniz, diye
geliyor. Teyzenin 10 yaşındaki çocuğu da muavine “Şu anda değil, ben isteyince seni çağırırım.” diye cevap verince muavini bir gülme tuttu. Velet kendini Strada’da zannediyor.
Bu arada otobüsteki ekranda da “Kaynanan Gelin Seda’ya Gelin”
programı var. Seda “Kaynana, gelininin oğlundan habersiz bir sürü
alışveriş yaptığını öğrenirse oğluna yetiştirir mi?” diye bir soru soruyor.
Ben hemen cevabı vereyim, anında yetiştirir.
Ankara gişelerden geçtikten sonra, şoför amca radyoyu açtı ve
telefon zili gibi bir müzik çalmaya başladı. Benim bastonlu amca, şoförün
arkasında oturan 100 yaşındaki amcaya döndü ve “Telefonun çalıyor, baksana.” dedi.
Amca da “O telefon değil, radyo.” diye cevap verdi ve arkaya bana doğru dönüp bunak, dedi. Bastonlu iyi ki duymadı.
İstanbul’dan yirmi dakika geç kalkan huzur evi servisi, elli dakika geç bir şekilde Ankara’ya vardı. Yollar bomboştu, herhangi başka bir gecikme de olmadı. Otuz dakikayı nerede kaybettik, ben de anlamadım. Otobüsün hızı yolcuların kan dolaşım hızına ayak uydurdu diye düşünüyorum.
Şimdi gitmem lazım, kardeşim Kafes Fırın’a kahvaltıya götürecek de.Sağlıklı kalın, mutlu kalın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder