Günaydın dostlar…
Ankara’da,
çocukluğumuzun geçtiği yıllarda, sevgili ilkokul arkadaşım Muhittin de ben de
çok koyu Fenerbahçeliydik. Halen de öyleyiz. İşin kötü tarafı, o yıllarda Ankara’ya
Fenerbahçe ya yılda bir kere gelir ya da hiç gelmezdi. Fenerbahçe maçı
seyretmek, bizim için her zaman içimizde kalan bir özlemdi. Neden mi gelmezdi?
Ankara’nın Süper Lig’de bir tane bile takımı yoktu da ondan. Hatta o zamanlar
adı da Süper Lig değil, Birinci Lig’di.
Sevgili gençler, akıllı
telefonların ve internetin olmadığı günlerden söz ediyorum. Gözünüzde
canlandırabiliyor musunuz? Futbol tabletlerde değil sokaklarda oynanıyordu.
Hepimiz kendimizi bir takımın yıldızı zannederek oynardık. Ben her maçta
Fenerbahçeli Ogün olurdum.
Sivri zekalı arkadaşım
Muhittin, “Oğlum Fener gelmiyorsa, bu hafta sonu biz gidelim” diyerek ilk fitili
ateşledi. Muhittin harika bir öneri yaptı ama daha yaşımız çok küçük ve izin
alabilmek imkânsız gibi bir şey. En fazla 15 yaşındayız (daha da küçük
olabiliriz) ama içimizdeki Fener sevgisi o kadar büyük ki, plan bir anda
aklımıza yattı.
Muhittin her şeyi
düşünmüş; cuma akşamı otobüsle gideceğiz, cumartesi İstanbul’da gezip akşamına
İnönü’de maça gideceğiz, akşam aile dostlarının otelinde kalacağız, pazar öğlen
gibi de otobüse binip döneceğiz. Ne yalan söyleyeyim plan benim de aklıma yattı.
Adam her detayı düşünmüş. Babamın seyahatte olması da çok güzel bir tesadüf
olarak iyi denk gelmişti. Bir tek annemi
kandırmak kalmıştı ki, onu da bir şekilde hallederiz.
Limitli bir para ve çok
zor koparılmış bir izinle cuma akşamı evden çıktık. Otobüs gece yarısı olduğu
için, ilk durağımız Sakarya’daki birahanelerdi. Patates tava, sosisli, bira
derken otobüs saatini ettik. İyi geçen bir yolculuktan sonra, otobüs bizi şu
anda hiç ama hiç hatırlamadığım, Avrupa Yakası'nda bir semtte, sabah saat 6.00
gibi bıraktı. Sabahın altısında hiç bilmediğimiz bir semtte, sokakta bir
birimize bakarken, gözümüze ilişen ilk kahveye girdik. Adam daha çayı bile
yapmamıştı. Ne işiniz var buralarda deyince, bizim Muhittin “Ankara’dan maça
geldik” deyiverdi. Bu cümlenin tercümesi, “Biz yol, iz bilmez, Ankara’dan
gelmiş, her türlü tehlikeye açık, iki şaşkın ördeğiz demek”. Adamcağız da, “Daha
erken, maça daha çok var, ayrıca İnönü Stadı buraya çok uzak dedi” Doğru
söylüyordu, daha 13-14 saat kadar bir zaman vardı. Biz biraz erken geldik
galiba.
Hava çok soğuk değil
ama oldukça serin. Zaten kale arkasında da soğuk taşın üzerinde seyrettik maçı.
Bırakın koltuğu, taşın üzerinde tahta bile yoktu. Epeyce üşümüş bir vaziyette
maçtan çıktıktan sonra, uzun bir müddet yürüyüp bir vapura bindik. Her şeyi bilen
ve düşünen Muhittin, biletleri aldı, bindik vapura gidiyoruz.
Kadıköy tarafına geçtiğimizi
düşündüğüm için vapur seyahatinin detayları ile çok da ilgilenmedim. Sonuçta
Kadıköy denilen yer bizim mahalle sayılır. Vapur gitti gitti ve Marmara’nın
karanlığında kayboldu. Oğlum Muhittin “Bu vapur nereye gidiyor ulan?” dediğimde
“Ağabey, Anadolu Yakası’nda, Yalova diye bir yerdeymiş bu otel” dedi.
Yalova’mı? Muhittin, Allah senin belanı vermesin. Ben de kendi kendime “Karşıya
geçmek bu kadar uzun sürmüyordu, bu akşam amma da uzun sürdü” diye saf saf
düşünüyordum.
Sonunda otele varıldı.
Bizim Muhittin’in oteli, 6-7 odalı bir köy evi. Sakın aklınıza butik otel filan
gelmesin. Butik değil, hatta otel bile değil. Her an yıkılacakmış gibi duran,
ahşap bir köy evi. İşin garibi adam bizim Muhittin’i pek de tanımadı. Gecenin o
saatinde bizle uğraşmamak için tanımış gibi yaptı.
Sobalı, iki yataklı
bir odaya girdik. Odanın içinin buzhaneden pek bir farkı yoktu. Yerde elmalar
filan duruyordu. Buzdolabı olarak kullanıyorlardı herhalde. Her şeyi bilen
Muhittin, “Ben sobayı yakayım” dedi ama pek de becerebilecek gibi durmuyordu.
“Bırak ulan bırak, zehirleniriz şimdi burada” diye iyi ki de çıkışmışım. Kazağımızla
pantolonumuzla, odadaki bütün yorganları da
(yerde bir takım yorganlar duruyordu) üzerimize örterek 3-4 saat kadar uyuyabildik
ve yine sabah namazı okunmadan, daha evin sahipleri uyanmadan yola koyulduk.
Sapaktan minibüs,
Yalova’dan vapur derken, başladığımız noktaya geri döndük. Ankara yolunda
gözlerimiz kapanırken, bir Fenerbahçe maçı için bu kadar eziyete değer miydi
diye düşündüm.
Kendi cevabımı yine
kendim verdim. Fenerbahçe maçı her şeye değer. Çok seviyorsan; uzun yolları da
aşarsın, karşına çıkacak diğer zorlukları da.
Sağlıklı kalın, mutlu
kalın…
Kanarya sen bizim her şeyimizsin 👏🏻👏🏻👏🏻
YanıtlaSilGünaydın Dostlar,
YanıtlaSilYazılarımı Twitter'da AykutEvrankaya sayfasında, Facebook'ta Sabah Sabah Evrankaya sayfasında, LinkedIn'de Emin Evrankaya sayfasında takip edebilirsiniz.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın...