Gelin bu sabah bu
günleri bir kenara park edelim, çok eskilere gidip İstanbul’dan New York’a Delta Airlines ile kısa bir yolculuğa çıkalım. Net bir tarih vermek zor olsa
da otuz beş yıl kadar öncesine gidersek doğru bir yerlere varmış oluruz.
Türk Havayolları’nın,
New York’a uçmadığı dönemlerde bütün Amerika seyahatlerimi Delta Havayolları
ile yapardım. Birçoğunuzun da bildiği gibi bu seyahat rüzgar durumuna bağlı
olarak genelde on bir saat gibi bir sürede tamamlanır. Delta Havayollarının o yıllarda bu uçuşları yapan uçaklarının (yanılmıyorsam Boing 757 veya 767 idi) ikişer koltuk cam kenarlarında, beş koltuk ortada gibi bir oturma düzeni vardı. Beş koltuğun ortasında bir yerlere düştüysen felaket bir durumdu. Geçmez o yolculuk.
Bu gibi durumlara düşmemek için ben her zaman cam kenarındaki iki koltuktan cam kenarında olmayanını alırdım. Bu tarafta hiç olmazsa koridor var, bir ferahlık var. Cam kenarında insana sıkıntı basar vallahi. Bir de koridor tarafında oturan uyudu mu bitersin. Tuvalete gitmek bile bir kâbusa dönüşür. Uyandırsan bir türlü uyandırmasan altına edeceksin. Bir şey olsa da kendiliğinden uyansa diye beklersin.
Ben cam kenarındaki iki koltuktan, koridor tarafında olanına oturdum ve on dakika sonra da cam kenarındaki koltuğa benim yaşlarımda bir kadıncağız geldi. Daha iki dakika geçmeden de çekti battaniyeyi kafasına ve uyumaya başladı.
Ne içecek için uyandı ne de yemek için uyandı. Zaman zaman gözlerini açıp, sinir sinir etrafa bakıp yine kapatıyordu. Ne milletten olduğunu bile anlayamadım. Bizden midir, Amerikalı mıdır yoksa Mozambik’ten midir hiç belli değil. Kadıncağız ne tuvalete kalktı ne de yerinden kalktı. Uyudu da uyudu.
Bana da yol boyunca
kelime etmedi. Ben de yolda konuşmayı çok sevmediğim için aslında bu durumdan
çok da şikâyetçi değildim.
New York’a inmemize altmış dakika kala pilot bir anons yaptı. “Sayın Yolcularımız, hava şartları nedeniyle
yolculuğumuzun geri kalan kısmı biraz zor geçecek ve her zamanki normal
türbülanstan bahsetmiyoruz.” gibi bir şey söyledi. Herkes yerine oturdu,
kemerler bağlandı ve beş dakika sonra uçak sallanmaya başladı.
Bizim cam kenarındaki teyze de uyandı ve şaşkın gözlerle etrafa bakmaya başladı. Bana dönüp aksanlı bir
İngilizce ile “What is wrong?” dedi. (En azından Amerikalı olmadığını anladık).
“Hava kötüymüş, biraz türbülansa girdi uçak.” dedim. Bu arada da uçağın
sallanmasının boyutu daha önce hiç görmediğimiz boyutlara gelmeye başladı. Ben çok
korkmuyorum ama koltukta yerimden kıpırdamadığım da kesin.
Uçak gidiyor, biraz
düşüyor, biraz motorlar zorlanıyormuş gibi oluyor, biraz gereğinden fazla hızlı
gidiyormuş gibi oluyor, biraz burnu havaya kalkıyor, biraz gidip düşüyor, biraz
yana yatıyor, biraz kamyon çarpmış gibi oluyor vs. Bizim teyze bir anda
benim elime yapıştı. Bir saniye önce yüzüme bakmayan insanla şimdi el ele
oturuyoruz. Hem de nasıl bir el ele oturmak. Öbür eliyle de uzanmış koluma
yapışmış. Hayatım boyunca böyle iki elle, iki kolla sarılarak kimseyle
oturduğumu hatırlamıyorum.Ellerimizin kollarımızın stresten ter içinde kaldığını hatırlıyorum ama teyze mengene gibi tutuyor, bütün uçak çekse ayıramaz. Zaman geçmek bilmiyor ve ben de kendi kendime “Ne bitmez altmış dakikaymış.” deyip duruyorum. Kadın korkudan ölmek üzere, üçüncü bir eli olsa onla da sarılacak. Uçak sallana ballana gittiği için ben de milim yerimden kıpırdamıyorum ki bir de ben uçağın dengesini bozmayayım diye.
Kendimi kasmaktan ve gerginlikten fanilamın sırılsıklam olduğunu hissediyorum. Tamam, itiraf ediyorum; donuma kadar sırılsıklamdım. Kadın da elleri kolları aldı vermiyor, böyle garip bir pozisyonda kaldım.
Yüzlerce kere uçmuş ve
kendi çapında çok ciddi türbülanslar yaşamış bir insan olarak ben bile o
uçaktaki son bir saati unutamam. Bazen hadi iki sohbet edelim dersin yedi saat
uçar gider, bazen de yedi dakika geçmez.
Sonunda Allah’ın
izniyle New York’a indik. Uçak körüğe yanaştığında kadıncağız halen titriyordu
ama ellimi bırakmaya hiç niyeti yoktu, unuttu onu orada. Gariptir bu hayat
denilen yarış. Bazen hiç beklemediğin, hiç tanımadığın bir insanla el ele
oturtur seni. Yarın ne olacağı da kimin gelip elini tutacağı da hiç belli
olmaz.
Pasaport kuyruğuna
girerken bizim teyze yanıma gelip, “I remember you.” dedi. Ben de onu “Bu
yaşanan bir saati hiçbir zaman unutmayacağım.” diyor diye algıladım ve “Me
too.” deyiverdim.
Sağlıklı kalın, mutlu
kalın…
İnsan insana her zaman lazım.
YanıtlaSilÇok doğru. Bir anda değişir her şey.
Sil🥱😊
YanıtlaSil