Günaydın dostlar…
Bu sabah hep beraber
Madaba’ya gidiyoruz. Türkiye’de hemen hemen her yere gittiğimize göre, artık yurtdışına açılma zamanımız geldi.
Çalıştığımız şirketin sorumluluk alanının genişlemesi ile beraber, bizim de
seyahatlerimizin şekli değişmeye başlamıştı.
Madaba, nerede diye
merak ediyorsunuz değil mi? Söylemiyorum, arayın Google’da kendiniz bulun. Hem
kendiniz bulursanız bir daha da hiç unutmazsınız. Genişlemiş coğrafyada benim
ilk seyahatim Madaba’ya oldu. Buralara giden arkadaşların da çok iyi bildiği
gibi, o yöne giden uçakların çoğu sabaha karşı 2.00’de, 3.00’te filan giderler.
Herkes uyumaya hazırlanırken, gece yarısına doğru evden çıkıp havaalanına
gitmek çok garip bir histir.
Tam da yukarıda tarif
ettiğim şekilde, bir pazar akşamının geç
saatlerinde evden çıkıp Madaba yollarına düştük. Şehrin sessizliği ilk defa
gidecek olmanın yarattığı belirsizliğe karışıyordu. Her ayrılışta zaten az da
olsa bir burukluk vardır. Gecenin o saatinde ayakların geri geri gider. Birçok
yere gittim ama daha önce hiçbir Ortadoğu ülkesine gitmemiştim. Nasıl bir
ortamın beni beklediği hakkında da hiçbir fikrim yoktu.
Merak edip de baktınız
mı? Neredeymiş Madaba? Bakmadıysanız ben de söylemiyorum.
Tek bildiğim uçaktan
indikten sonra havaalanında vize almam gerektiğiydi. Allah devletimize zeval
vermesin, anladığım kadarıyla bu vize işi artık ortadan kalkmış. Güzel de olmuş,
zira (kuyruklar çok uzun olmasa da) sabahın köründe vize kuyruklarında beklemek
hiç hoş olmuyordu.
Kalacağım otel beni karşılamak için bir araç yollamıştı. Yarım
saat kadar süren bir yolculuktan sonra otele vardım. Aracı kullanan çocukla
beraber lobiye girdiğimizde, bir sürü insanı yerlerde kavga ederken gördük.
İnsanlar, askerler, polisler, takım elbiseli bir takım tipler ne arasanız
vardı. Yerlerde, masalarda, koltuklarda büyük bir kavga dönüyordu ve kimin
kiminle kavga ettiği de belli değildi.
Beni getiren çocuk, “Siz
karışmayın sakın, biz burada duralım” dedi. İyi ki söyledin, ben de tam kavgaya
karışmak üzereydim! Bence artık nerede olduğumu söyleyeyim. Amman’da 5 yıldızlı
bir otelin lobisindeyim. Sonunda kavga bitti ve anlaşıldı ki, her meslekten 20
kadar Ürdünlü iki tane İngiliz’le kavga ediyordu. 20 kişinin yarısı polis ve
asker olmasına rağmen, iki tane İngiliz’i kontrol edemediler. Kelepçe takıp
götürebilmek için hepsi 20 dakika yerlerde süründü.
Kavganın nedeni mi? Tam
da tahmin ettiğiniz gibi. İngilizler çok içmiş (unutmayın saat sabahın 4.30’u
filan ve kış gecesi) ve etrafa küfür etmeye başlamışlar. Bizimkiler de bunları
götürmeye kalkmış ama gördüğüm kadarıyla, bu iş çok da kolay olmamış.
Zaten saat 9.00 da
gelip alacaklar, bırakın da azıcık uyumaya çalışayım.
Daha sonraki yıllarda
Ürdün’e defalarca gittim ve birçok yerini de gördüm. Ben ortamını beğeniyorum.
Çok güzel mahalleri var. Ürdün’ün en belirgin özelliklerinden biri de, bütün binaların
dış kaplamalarının açık kahverengi olması. Ürdün’de çıkan ve 'Ürdün taşı' dedikleri bir taş var ve anladığım kadarıyla en ucuz evin de, en pahalı evin de
dış cephesinin bu taşla kaplanmış olması şartı var. Bu nedenle de ne yöne
baksanız aynı rengi görüyorsunuz.
Ürdünlüler, iyi
niyetli asil insanlar. “Biz kraliyet ailesinden geliyoruz” diyerek, çok da gururlular.
Her yerde olduğu gibi; Amman’da, Madaba’da ve diğer şehirlerde çok güzel vakit
geçirdik, dostluklar kurduk.
Madaba’da ne işim mi
vardı? Madaba, Amman’a 45 dakikalık bir mesafede ve bizim şirketin fabrikası
Madaba’daydı. Madaba, bazı yarışma programlarında kazık soru olarak zaman zaman
çıkıyor. Artık hepiniz Madaba’yı, öğrendiniz, bir daha da asla unutmazsınız.
Sağlıklı kalın, mutlu
kalın…
Biz uzun yillar Madaba yerine Amman fabrikasi dedik. Madaba ismini pek kanul etmek istemedik galiba
YanıtlaSilAmman her zaman severek gittiğim bir şehirdi.
Sil