Günaydın
dostlar.
Küçüklüğümüzde
ailece gezmeye gitmenin ne demek olduğunu pek bilmezdik. Hatta aileler çoluk çocuk
bir yerlere gittiklerinde “Bunlar nereye gidiyor olabilir ki?” diye düşünerek
arkalarından bakardık.
Alışık
değiliz ki bir yerlere gitmeye. Götürmeyenler utansın. Daha önceki yazılarımda
da belirttiğim gibi babam çok zeki, çok çalışkan, çok akıllı bir insandı. Bir
yandan da Doğu Karadeniz’in dalgalarının bütün hırçınlığını ve inatçılığını da
bünyesinde barındırırdı. Doğal olarak son derece de aksi bir insandı. Dik dik baktığı
zaman küçük çocuklar anında ağlamaya başlardı.
Böyle bir
mizaçta olan bir insanın da çoluk çocuk bir yerlere gitmeyi sevmemesi kadar
doğal bir şey yoktur herhalde! Allahtan çok sık seyahatlere gidiyordu da biz de
sokaklarda sürtebiliyorduk. Evde olsa, hemen “Gelin yukarı” diye söylenmeye
başlardı.
“Her şeyin
en iyisini ben bilirim” diye düşünen ve de kimsenin düşüncesine saygısı olmayan
bir insan olarak, çocukların gezmeye gitmesini de çok doğru bir şey olarak
görmüyordu. Derler ya çocukluğuna inmek lazım diye, belki de büyüdüğü evde
onların da öyle bir yaşamı yoktu.
Kendi başına
seyahat etmeyi, gezmeyi seven ve yanında kimsenin ayak bağı olmasını istemeyen
babam, bir gün eve geldi ve cumartesi akşamı için tiyatro bileti aldığını söyledi.
Büyük şok. Babam gidecek de tiyatro bileti alacak. Vay anasını be, demek ki bu
dünyada hiçbir şey imkânsız değilmiş.
Almışsa
almış bize ne. Biz çocuklar olarak hiç üstümüze alınmadık. Zaten böyle bir
konunun detayını bizle konuşmak gibi bir âdeti de yoktu. En fazla yaveri anneme
söylerdi, annem de bize söylerdi.
Ertesi sabah
annem bizim için de bilet alındığını söyledi. Bu işte bir yanlışlık olmalıydı,
babam ne yapmaya çalışıyordu, bu hareketinin arkasındaki gizli ajandası neydi
acaba? Biz şimdi resmen gece gece evden çıkıp bütün aile çoluk çocuk tiyatroya
mı gidecektik!
Akşam babam
geldi ve “Çok güzel ve çok komik bir tiyatroymuş, siz de artık büyüdünüz, hep
beraber gideceğiz” dedi. Vay anasını be…
Cumartesi
akşamı geldi; tiyatroya gidildi ve gerçekten de çok gülündü, çok eğlenildi.
Zeki Alasya, Metin Akpınar ve diğerlerinin oynadığı oyun tek kelimeyle
muhteşemdi. Mahallede, sokakta günlerce onların esprilerini anlattık durduk.
Bambaşka bir bakış açısı, bambaşka bir espri anlayışı ve bambaşka bir yetenek.
Neydi bu
insanlar? Uzaydan mı gelmişlerdi? Halkın içinden sözlerle halkı güldürebilme ve
her günkü olayları kendinle ilişkilendirme durumu ilk defa gördüğümüz bir
durumdu. Bundan sonraki en büyük değişiklik Tolga Çevik ve diğerlerinin
başlattığı interaktif tiyatro hareketi ile yaşanmıştır.
Daha sonraki
yıllarda, Devekuşu Kabare Tiyatrosu Ankara’ya geldikçe üç dört defa daha
oyunlarına gittiğimizi hatırlıyorum. Hatta bazılarında rahmetli Kemal Sunal da
vardı diye aklımda kalmış. Hepsi ayrı güzeldi ve hepsini sonraki yıllarda
defalarca izledik. Hatta Amerika’da yaşarken kasetten sözlerini bile dinlerdik.
Zeki Alasya
yeri doldurulamayacak bir değerdir. Birçok değerli sanatçı gibi onun da gidişi
biraz erken oldu. Nerede olduğu önemli değil ama bir gün bir arkadaş ortamında
beş altı dakika kadar rahmetli Barış Manço ile beraber ayaküstü sohbet etme
şansım olmuştu ve ne kadar ince zekâsı ve espri anlayışı olduğu görmek, beni
çok etkilemişti. İmkân olsa insan hiç durmadan saatlerce sohbet edebilir.
Mekânınız
cennet olsun sevgili Zeki Alasya, Kemal Sunal, Barış Manço; benim sizleri
unutmam hiç ama hiç mümkün değil.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…