14 Ocak 2020 Salı

Zühre Hanım...

Günaydın dostlar…

Çok fazla dizi izlemesem de, sinemaya nadiren gitsem de; inanılmaz bir iş yaptım ve baştan sona kadar Atiye dizisini izledim. Gülgün ve diğer samimi arkadaşlarımın ısrarları bunda çok büyük bir rol oynadı. Sıkılmadan izledim. Bir şekilde insanı sürüklüyor. Çok mu harikaydı? Bence değildi.
Bazı gereksiz sahneler ve abartılmış çekimler olmasa daha da iyi olurdu diye düşünüyorum. İlk dikkatimi çeken bir diğer konu da, aradan geçen uzun yıllara rağmen Atiye’nin koşma şeklinin hiç değişmemiş olmasıydı. Bihter nasıl koşuyorduysa, Fatmagül nasıl koşuyorduysa; Atiye de aynen öyle koşuyor.


Dizi kültürüm yok, hele de Netflix kültürüm hiç yok. Atiye, izlediğim ikinci Netflix dizisi oldu. İlk izlediğim de, La Casse De Papel dizisiydi. Allah var, ondan daha çok keyif almıştım. O dizinin bölümleri daha kısa olduğu için daha çabuk akıp gidiyor. Atiye dizisinin sürekli karanlık ortamlarda geçiyor olması içimi karartı. Kuzeyli gibi güneş çıksa da görsem diye bekler oldum…

Çok fazla sinema aşığı olmadığım için, bu gibi dizilerde/filmlerde ortaya çıkan milyonda bir ihtimallerin birbirini bulması, beni bu işten soğutuyor. Bütün Göbekli Tepe olayı meğerse tek bir ailenin etrafında dönüyormuş.

Benim için bir diğer sorunlu konu da, zamanların birbirine karışması. Ben bugünün bugünle ilişkisini anlayamazken, bugünün dünle yaptıklarını hiç anlayamıyorum. Dizinin bir kısmında “Aaa meğerse çok uzun yıllar önce böyle olmuş, bu da bunun kardeşiymiş” filan gibi şeyler söylemeniz gerekiyor ya, hemen soğuyorum. Saatlerce izliyorsun, sonra birden bir şeylerin öyle olmadığı ortaya çıkıyor.

İlahi güçlerin gizlice organize ederek bir araya getirdiği insanlar gibi kavramlar da bana fazla geliyor. Arkadaşımın biri “Yaşananları, tesadüfleri, sıralamayı çok da sorgulamadan izleyeceksin” dedi. İster istemez ben de çok sorgulamadan izledim. Çok düşündüğünüz de, “Ulan milyon kişi varken bunu mu buldu?” gibi sorular soruyorsunuz, bu da dizinin tadını kaçırıyor. “O şimdi oradan çiçek gibi nasıl çıktı?” diye sormayacaksınız. İlahi güçler yaptı.

Bu evrende yaşananları anlayamazken bir de paralel evrenlerle uğraşmak da beni aşıyor. “O şimdi neden böyle yaptı, kız hani gitmişti yine nereden çıktı?” diyorum. “Akış şu anda paralele evrene geçti” diye cevap veriyorlar. Ben tek boyutlu olanını anlayamıyorum; bir de paralelini, dik açılısını, dar açılısını, neren anlayayım.
Benden başka izlemeyen kalmamış olsa da, yine de dizinin gelişimi ve sonuyla ilgili ipucu vermeyeceğim. Gerçi sonu geldi mi onu da bilmiyorum. Birçok şey orta da kaldı. En azından bana öyle geldi. Para bulabilirlerse muhtemelen ikinci sezonunu da çekerler.
“İkinci sezon” demişken, merakla bekliyor muyum? Hayır. Denk gelirse izlerim ama izlemesem de olur. Nedense, senelerce devam etmesi gereken bir hikâye hissine kapılmadım. Temiz temiz ilk sezon sonunda bitirselerdi belki de daha iyi olurdu.

Özetlersek, dizi kötü değil. Beren Saat ve Mehmet Günsur’un sanki normal yaşamlarını yaşıyorlarmış gibi rol yapmalarını beğeniyorum. Benim gibi bu işlere çok meraklı olmayan birini bile sürükleyebiliyor. Bu arada da Göbekli Tepe ve Nemrut’un çok güzel reklamını yapıyor. Umarım ikinci sezonda Pamukkale’ye de giderler. Yeraltı mağaraları bir şekilde Pamukkale’ye bağlanıyordur. Bu işleri seven arkadaşlar kesinlikle seyretmeliler. Sonunda ne olduğunu anlıyorsanız, bana da anlatın.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

1 yorum:

  1. Günaydın Dostlar,
    Yazılarımı Twitter'da AykutEvrankaya sayfasında, Facebook'ta Sabah Sabah Evrankaya sayfasında, LinkedIn'de Emin Evrankaya sayfasında takip edebilirsiniz.
    Sağlıklı kalın, mutlu kalın...

    YanıtlaSil