30 Mart 2019 Cumartesi

Her İki Dakikada Bir...

Günaydın dostlar…

Perşembe günü Avrupa Yakası’nda işlerim vardı. Yıllardır Marmaray’ın açılmasını bekleyen ve de trenlere meraklı bir insan olarak, Marmaray ile gitmeye karar verdim. Denemezsem rahat edemezdim.
İstasyon evime 10 dakikalık yürüme mesafesinde, trenler de evimin dibinden geçiyor; adeta beni davet ediyorlardı. “Hadi Emin, sen trenleri seversin” diye beni çağırıyorlardı.


Televizyon kanallarını değiştirip dururken, bir akşam çok büyük amcalardan bir tanesinin Marmaray Seferleri’nin her iki dakikada bir yapılacağını söylediğini duymuştum ama günümüzün gerçeği pek de öyle değil. Seferler on beş dakikada bir yapılıyor.

Karşı Yakadaki ilk işim Levent’teydi. Planımı da Marmaray ile Yenikapı’ya gidip oradan da Taksim Metrosu’na aktarma yapmak üzerine yaptım. Planım saat gibi işledi vallahi. 7-8 dakika bekledikten sonra tren geldi ve tam 25 dakikada Yenikapı’ya vardı. İstanbul gibi bir yerde Suadiye’den 25 dakikada Yenikapı’ya gitmek inanılmaz bir lüks.

Aktarmada da hiç sorun olmadı ve 20 dakikalık bir yolculuğun ardından Levent’e vardım. Levent, Gayrettepe, Zincirlikuyu derken; Taksim Metrosu’nu bütün gün yoğun bir şekilde kullandım. Akşam da Zorlu Center’da güzel bir mekânda 25 yıllık dostumla güzel bir yemek yiyip, sohbet ettim.
Çok uzun bir günün ardından da yine aynı şekilde eve dönmeye çalıştım ama işler bu sefer sabahki kadar düzgün gitmedi.
Taksim Metrosu ile Yenikapı’ya gidene kadar bir sorun yoktu. Ne zaman ki Marmaray İstasyonu’na geldim, o noktada da sorunlar başladı. İlk başta bazı trenlerin Gebze’ye kadar, bazılarının da sadece Söğütlüçeşme’ye kadar gittiğini öğrendim. İşin komik tarafı da, ne tren gelirse gelsin ekranlarda hep “Ayrılık Çeşmesi” yazıyor.

Trenlerin alnındaki ışıklı panoda da ne Gebze yazıyor, ne de Söğütlüçeşme. Benim binip de Suadiye’ye geldiğim trenin ışıklı panosunda “Halkalı” yazıyordu. Halkalı’nın ters yönde olduğu düşünülürse, vatandaşın işi oldukça zor. Yabancılar zaten toptan düğüm olmuş vaziyetteydiler. Allah’tan bizler her duruma yadırgamadan bakabilme yetkinliğimizi çok geliştirerek büyüdük de, hiçbir şey bizi şaşırtmıyor.

Oradaki yetkili amcalardan birine; “İnsanlar düğüm olmuş durumda, her yerde ayrı bir şey yazıyor, hangisine güveneceğiz de trene bineceğiz?” diye sorduğumda, “Ağabey Marmaray açılmadı ki henüz” şeklinde bir cevap verdi. Bu sefer de ben bunadım. “Bunlar ne, lunapark treni mi?” diye sorduğumda da, “Henüz açılmadı, bu şimdilik bir durum” cevabını aldım. Bu cevap tam olarak ne demektir, herkesin kendi yaratıcılığına bırakıyorum.
Bu işleri bilen amcalardan biri, “Beyefendi 5 vagonlu tren gelirse Söğütlüçeşme’ye, 10 vagonlu tren gelirse genelde Gebze’ye gidiyor” diye insanlara yardımcı olmaya çalıştı ama yine de insan bir garip oluyor. Türkiye burası 8 vagonlu gelirse ne halt edeceğiz? Nereye gittiği doğru bir şekilde bir yerlerde yazsa güzel olmaz mıydı?
İşin komik tarafı, o bilgi bir yerlerde yazıyor. A4 kâğıda yazdırılmış şekilde, trenin nereye gideceği ön camında yazıyor. Koca tren bütün ışıkları açık bir şekilde peronda gelirken, bir şekilde o kâğıdı görmeniz gerekiyor yoksa durumunuz vahim. Doğru tahmin ettiniz aynen bizim sarı dolmuşlardaki sistem.

Gençler bizim umudumuz ve çok akıllı ve pratikler. “Nereye gittiği çok fark etmez ağabey” deyince, oradaki amcalardan biri “Neden?” diye sorduğunda; “Ağabey trene binerim, Söğütlüçeşme son duraksa orada iner peronda arkadan gelen treni beklerim, son durak değilse de zaten sorun yoktur” şeklinde müthiş bir cevap verdi. O çocuk bilmese de, Emin verdiği cevabı çok takdir etti.

Marmaray açıldı, inşallah benim de çok işime yarayacak ama işletme, yönlendirme ve bilgilendirme ekipmanlarında ve yazılımlarında çok eksikler var. Bizim Yenikapı’daki amcanın söyledikleri doğruysa, birkaç hafta sonra kapatılıp, eksikler tamamlandıktan sonra tekrar açılacakmış. Bir şey bildiğinden mi söylüyordur yoksa atıyor mudur, onu da bilemem.
Önemli bir yatırım ve günde 1 milyondan fazla insan kullanacak. Eksikleri tamamlandığında da daha güzel olacak..

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

27 Mart 2019 Çarşamba

Kombi Bozuk...

Günaydın dostlar…

Garip bir kış mevsiminin son günlerine doğru yaklaşıyoruz. “Bu sene İstanbul’a kar yağdı mı?” diye bana soruyorlar. “Yağmadı” desem olmaz, “Yağdı” desem gönlüm razı değil; ne cevap vereceğimi bilemiyorum. Gökten beyaz bir şeyler yağdı ama onlara kar demek hiç içimden gelmiyor. Bırakın kar yağmasını, bana sorarsanız doğru dürüst yağmur bile yağmadı.
Çok az kar yağdı, çok az yağmur yağdı ama en iyisi gelin biz bu güzel çarşamba sabahında bu kışı biraz park edelim ve 5 yıl öncesine gidelim. Daha sonra nasıl olsa geleceğe geri dönüş yaparız.


5 yıl kadar önceydi, (neredeyse benim zamanımın ilkokulu bitirme süresi kadar) bir anda kombi bozuldu. Yetkili servisini aradım, çok terbiyeli bir çocuk geldi ve  “Ağabey bu bozuk” dedi. “Ben de seni Bezik oynamak için çağırmadım” diye cevap verdim.

Baktı, baktı, baktı ve en sonunda, Bu kombi çok eski, değişmesi lazım, 10 yaşında filan mı?” diye sordu. İyi attı herif, cidden de tam 10 yaşındaydı zavallı eski kombim. Üstelik 3,650 gün boyunca da bana bir gram sorun çıkartmamıştı. “Yapacak bir şey yoksa değiştirelim” dedim ama herifin dertleri bitmedi. Bu sefer de, “Bu senin eski kombi Almanya’da üretilmişti, şimdikiler burada üretiliyor ve bunun kadar iyi değil” diye yumurtladı. Hadi buyurun bakalım… “Ayrıca da seninki çift eşanjörlü, şimdikiler tek eşanjörlü, eski kombin kadar iyi performans vermez” şeklinde de minik bir ilave yaptı. Adam daha ne yapsın satışı bitirebilmek için elinden gelen her şeyi yaptı. “Almıyorum ulan” dedim. Başka marka almaya karar verdim.

Birçok insana “Ne marka alayım?” diye sordum ve sonunda gittim biraz daha pahalısına çift eşanjörlü başka bir marka aldım. Yeni markanın adamı geldi ve dedi ki, “Proje çizip, İgdaş’dan projeyi onaylatmamız lazım”. “İyi olur, çizin bakalım” dedim (bunların hepsi para tabi). Adam gitti proje çizmeye ve 2 gün sonra geldi “Sizde bu evin hazır çizilmiş projesi var mı?” diye sordu. Dedim “Var, al ulan onu da ben vereyim”. Proje çizildi İgdaş’dan onay alındı ve adamlar kombiyi takmaya geldi.

Kombi takıldı. Gazı açması ve onay vermesi için İgdaş beklenmeye başlandı. İğdaş söylediği günde, söylediği saatte geldi, bir gram aksama yok. 39 metreden kombiye doğru baktı ve “Süper olmuş Mehmet ağabey” deyip onayı verdi ve gitti.
Takarken adam dedi ki, “Ağabey sistemin içinde dolaşan su çok pis, siz bu radyatörleri filan en son ne zaman temizlettiniz?”. Dedim “Hiçbir zaman”. “Olmaz ki ağabey iki sene de bir temizlenmesi lazım” diye bir uzman görüşü belirtti. “Tamam, temizletelim ulan” dedim. Dedim demesine de, kim temizleyecek? Meğerse bu işi yapan firmalar da varmış. Ana işleri kalorifer temizliğiymiş.

Geldi kalorifer temizleyici firma, bütün bir gün boyunca içini, dışını, borusunu cartını, curtunu tertemiz yaptı. Kaloriferler mis gibi oldu. “Allah’a şükür bu da bitti” dedim ama meğerse bitmemiş. Bu sefer de kolektör çıktı başımıza.  “Şimdi kaloriferler mis gibi, kolektör pislik içinde olmaz, onun da değişmesi lazım”. “Değiştir ulan onu da değiştir, o kaç para?” “350 TL”.  Üzerindeki kolektör ECA marka. Malum ECA da pahalı bir marka. Kesinlikle ECA olsun yoksa akşam rahat uyuyamam…

ECA’yı aldı geldi adam baktı, baktı “Bu kombi 10 senelik mi?” dedi. Alnında yazıyor herhalde, bakan anlıyor. “10 senelik olduğu için artık bu parçadan üretilmiyor, benim yanımda getirdiğim parça da uymaz” dedi… “Ne halt edeceğiz?”. “Bir yerlerde bu parçadan bulacağız, ben bulunca seni haberdar ederim” dedi ve gitti. Murat Soydan’ın giden trenin arkasından baktığı gibi öylece kaldım. Dışarısı soğuk, ev buz gibi mecburen giydim yün donları oturuyorum.

Allah’tan bizim adam 2 gün sonra parçayı buldu ve değiştirmeye geldi de, götümüz donmadan işi halledebildik. Biraz daha geç kalsa, yün don da kurtarmayacaktı.  Tam değiştirirken, “Bu yeni parçanın boyu birazcık kısa kalıyor” diyerek, sanki benim suçummuş gibi bana bakmaya başladı. Tövbe, tövbe… “Sen üzülme ağabey ben çözerim” dedi ve tekrar dışarı gitti. Bana yine hüsran, yine soğuk, yine yün don… Endişelerim tavan yapmışken bir anda geldi ve bir şekilde parçayı değiştirdi. Ne halt ettiğini bugün dahi bilmiyorum.

“Kolektörü de değiştirdik, her derdimiz bitti” diye düşünürken kombinin içinden su azalmaya başladı. Ayıptır söylemesi “Bu ibne doğru dürüst değiştiremedi, zaten boyu da kısa kalmıştı, oradan su kaçırıyor bu zıkkım” diye söylenmeye başladım. ECA yetkili servisini çağırdım. Nasıl olsa kaybedecek bir şey kalmadı artık, bir de onlar baksın.
ECA da olaya başka bir boyuttan yaklaştı. “Kolektörde sorun yok, sorun kolektöre giden borulardaki minik vanalarda, hepsi eskimiş su kaçırıyor değişmeleri lazım” görüşünü belirtti. Bu işi biraz daha zorlarsam, bana “Senin de değişmen lazım” diyecekler.  Yapacak bir şey yok, vanaları da değiştirelim ama minik bir sorun var, bu gelenler vana değiştirme işine bakmıyorlarmış, onun için Mustafa Bey’in gelmesi gerekiyormuş.

Sevgili Mustafa Bey, bir hafta kadar sonra teşrif ettiler. Baktı, etti “Ağabey bunlar 10 senelik mi?” dedi, Aklıma bin türlü şey geldi ama şimdi 12 ayın sinirini Mustafa Bey’den çıkarsam adil olmaz… “Haaaa evet 10 senelik” dedim.  “Tamam, ben şimdi hazırlıksız geldim, pazartesi sabahı 9.00’da gelip değiştirsem olur mu?” diye sordu. “Hiç sorun değil sevgili Mustafa, pazartesi sabahı gel, aramızda 3-5 günün lafı mı olur” Hazırlıksız geldiğine göre, vana tamircisi Mustafa börek açacağını düşünüyordu herhalde. Pazartesi sabahı saat 07.45’de damladı. Ha 9.00, ha 7.45 ne fark eder. Keşke bir gece önceden yatıya gelseydi, sabahın köründe uyandırdı beni.
Minik vanalar da değişti ve sonunda Mustafa Bey de gitti. Bakalım şimdi sıra kimde? Ahmet mi, Mehmet mi, kim, kim?

Kombi bozulduğunda bir çocuk sahibi olsaydım şu anda ortaokula gidiyordu vallahi.
Bu güzel çarşamba günün de ruh haliniz de dâhil olmak üzere hiçbir şeyiniz bozulmasın.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

4 Mart 2019 Pazartesi

Farrokh Bulsara...

Günaydın dostlar…

Sinemaya çok fazla gitmediğim için, “Bohemian Rhapsody” filmini de bu güne kadar izleyememiştim. Bütün arkadaşlarım, dostlarım gitti ama ben bir türlü gidememiştim. Malum çok yoğunum…
Filmi çok beğendim. Bu filmi halen izlememiş arkadaşlar varsa, “Bir dakika bile beklemeyin” derim. Su gibi akıp gitti. Uzun da bir film olmasına rağmen çok çabuk bitti. Bir yandan da, “Müslüm” filminin İngilizcesini seyrediyormuş gibi hissettim. Çok farklı hayatlar olmakla beraber (Müslüm Baba’nın hayatı çok daha çileliydi) çok fazla ortak yanlar da vardı. Biz hiçbir zaman bilmeyeceğiz ama şöhret böyle bir şey galiba.


Ortaokul ve lise yıllarında sürekli bu tip grupları dinlerdik. Ben en çok Deep Purple dinlemeyi severdim ama Queen de en sevdiğim gruplar arasındaydı. 1969 yılında yayınlanan King Crimson’ın “In the Court of the Crimson King” albümü bizim için bir milattır. Gerçekten de plakçıya gidip aldığımız ve yıllarca dinlediğimiz ilk albümlerden biridir.

"Plakçı" demişken Ankara Kızılay’daki Soysal Pasajı’ndaki Cemil Plak Evi’nin sahibi sevgili Cemil ağabeyi de buradan saygıyla anıyorum. Bir şekilde bu albümleri bulup getirirdi. Para biriktirip Cemil’den albüm almak, çok büyük bir zevkti.

Hatırladığım bir diğer albüm de, 1971 yılında piyasaya çıkan Led Zeppelin IV albümüdür. Bu yıllardan sonra muhteşem albümler arka arkaya gelmeye başladı.
1971’de yayınlanan Jethro Tull’ın Aquaulung albümü, 1972’de yayınlanan Deep Purple’ın “Made in Japon” albümü, 1973’te yayınlanan Pink Floy’dun “Dark Side of The Moon” albümü, 1974’te yayınlanan Camel’ın “Mirage” albümü ve 1975’te yayınlanan Queen’in “A Night at The Opera” albümü aralıksız dinlediğimiz albümlerdi. Her birini yüzlerce kere dinlemişizdir ve hala da dinlerim.
Tabi bu arada yine 1975’te yayınlanan Pink Floyd’un “Wish You Were Here” albümünü ve Renaissance'ın  “Scheherazade & Other Stories” albümünü de unutmamak lazım.

Daha sonra Amerika’da yaşadığım yıllarda bu grupların birçoğunun canlı performansını izlemek şansım oldu ama Queen konserine hiç denk gelemedim.

1985 yılındaki “Live Aid” konserlerini bütün bir gün boyunca televizyondan izlemiştim. Çok önemli bir organizasyondu ve nerdeyse bir Queen konserine dönüşmüştü. Bu filmde de Live Aid’e çok uzun yer ayrılmasına çok mutlu oldum. O konserin öncesinde ve sonrasında Queen adına yaşananları çok iyi bildiğim için, filmin bu kısmı beni çok duygulandırdı. Gözlerim dolarak, zevkle izledim.
Tahmin ettiğiniz gibi, eve gelince “A Night at The Opera” albümünü baştan sona bir kere daha dinledim. Filmde sözü edilen “You’re My Best Friend” şarkısı da bu albümde ve çok güzel bir şarkıdır.

“Bohemian Rhapsody” filminden çıkarmamız gereken bir ders de, takımı bozduğunuz zaman bir yere varamadığınızdır. Ne kadar iyi müzisyenleri bir araya toplarsanız toplayın, takım ruhunu kaybettiğiniz zaman hiçbir zaman başarılı olamazsınız. Sadece Freddie Mercury değil, Deep Purple’ın efsane solisti Ian Gillan da dahi olmak üzere birçok solist solo kariyerler için gruplarından ayrıldılar ama gruplarının yarısı kadar bile başarılı olamadılar.
Kendini herkesin çok üstünde görmeye başladığın zaman, tehlike çanları da çalmaya başlıyor. Ne kadar harika olduğunu senin değil başkalarının düşünmesi gerekiyor. İnsanlar müziğini dinlemediği zaman bir anda dibe vuruyorsun. Freddie gibi Ian Gillan’ın da çok ciddi içki ve sigara sorunları vardı ve yıllar içinde onun da efsane sesinden eser kalmadı. “Jesus Christ Superstar” rock operasındaki muhteşem performans da artık sadece anılarımızda ve plaklarda kaldı.
İnsan böyle bir film izlerken, “Keşke Aşkı Memnu Beşir gibi öksürmese” hissine kapılıyor ama her şeyi o kadar çabuk tüketiyorlar ki, hayat da buna paralel yol alıyor. Erişecek hedef kalmayınca insanoğlu değişiklik, farklılık aramaya başlıyor.

Her iki filmin (Müslüm ve Bohemian Rahapsody) bir diğer ortak yanı da, çok fazla içki ve sigara tüketilmesiydi. O kadar çok içiyorlar ki, insan içkiden soğuyor. Hatta kendin içmiş gibi susuzluk yaratıyor. Eve geldiğimde yün donuma kadar sigara kokusu sinmiş hissediyorum.

Freddie Mercury, değişik bir insandı ve yaptığı müzikler de bütün geçmişini ve hayatının parametrelerini yansıtırdı. Şımarık ve bencil tavırları yüzünden ona kızıyoruz ama işin gerçeğini de göz ardı edemeyiz. Queen demek, Freddie Mercury demekti. Zaten ayrılık olduktan sonra, onlar da tek başlarına bir yere varamadılar.

Kendi doğrularıyla, kendi inandıklarıyla, kendi tarzıyla, kendi günahları ve sevaplarıyla yaşadı ve erkenden gitti. Rest In Peace Farrokh Bulsara…

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…