31 Aralık 2017 Pazar

Aile Arasında...

Günaydın dostlar…

Yılın son gününde de her zamanki tarzımı değiştirmeyerek, en son söyleyeceğimi en başta söyleyerek yazıma başlayayım. Ben sinemaya gitmeyi sevmem. Sinemaya gitmeyi sevmediğim gibi, evde de film izlemeyi sevmem.
Durum böyleyken, geçen akşam çok sevdiğim dostlarımın da ısrarıyla “Aile Arasında” filmini izlemeye gittim.


Bütün duyduğum da, “Filmde Engin Günaydın oynuyor ve gülmekten yerlere yatacaksın” şeklindeydi. Kendi kendime, “Ben Engin Günaydın’ın espri tarzını ve yaptıklarını komik bulmuyorum ki” dedim ama yüksek sesle de söylemedim. Nadiren de olsa bazı düşüncelerimi kendime saklayabiliyorum.

Hemen itiraf edeyim; epeyce bir süre “Avrupa Yakası” seyretmişliğim vardır ama bizim amcayı orada da komik bulmuyordum. Ofis ortamındaki çalışanlar bile ondan daha komikti.

Film beni yanıltmadı. Gerçekten de komik değildi. Hemen hemen hiç gülmedim. Senaryonun her gün karşımıza çıkabilecek bir şekilde sürüp gitmesini çok beğensem de, ne yazık ki gülmekten yerlere yatamadım. Üstelik ben çarşıda, pazarda, sokakta yaşananları çok komik bulan bir insanım ama yine de gülemedim.

Gülemedim de ne oldu? Çok mu sıkıldım? Kesinlikle hayır. Tam tersine, çok beğendim. Filmin sonuna doğru yaşanan düğün cıvıklıkları dışında mükemmel bir çalışma olmuş. Gülse Birsel çok zeki bir insan ve çok iyi gözlem yapıyor. Sokaktaki gerçekleri büyük bir başarıyla beyaz perdeye aktarmış. Dizilerinde de durum çok farklı değil.

Komik bulmamakla beraber, Engin Günaydın büyük bir değer. Sadece komedi tarzı bana uymuyor. Beni en çok etkileyen, adını bile bilmediğim, başroldeki kadın oyuncu oldu. Bence, filme bir farklılık, bir derinlik getiren de, onun rol yapabilme kabiliyeti olmuş. Çok doğaldı, çok farklıydı. Unutmayın ki aşk zorluktur, aşk farklılıktır…
Daha patlamış mısırın bile yarısına gelemeden, filmin yarısına geldik. O kadar hızlı geçti ki, bu da ne kadar güzel bir çalışma olduğunun en güzel işaretidir.

Çok beğendiğim, Solmaz rolündeki kadının, Demet Evgar olduğunu öğrendim. Nereden mi öğrendim? Tabi ki Google’da arama yaparak… Bu ismi hiç tanımıyordum ama bundan sonra hiç unutmam. Daha önce de belirttiğim gibi, çok başarılı bir çalışma olmuş ama Demet Evgar olmasa, film, değerinin %70’ini kaybeder. Gülmesi de, ağlaması da o kadar doğaldı ki, zannedersiniz kadın yan komşunuz.

Diğer rollerde oynayan, ismini bilmediğim sanatçılar da çok başarılıydı. Benim için, hiç sıkılmadan başından sonuna kadar film seyredilmek çok nadir bir olaydır. Bu filmde gerçekten de hiç sıkılmadım. Televizyonda, şurada, burada bir kere daha denk gelirsem, bir kere daha izlerim.

Neden çok sevdim? Sevdim, çünkü benim hayata bakış açıma ve parametrelerine uyuyordu. En başta iyi niyet vardı, samimiyet her yerdeydi. Zorluk mu dediniz? Gerçekten de zor hayatlar vardı. Birçoğumuzun hiç de bilmediği bir yaşam şekli, çok güzel yansıtılmıştı.
En çok değer verdiğim parametre, “cesaret” de oradaydı. Cesaret olmadan denizlere açılamazsın, her zamanki uyuz limanında, halatlarla bağlı bir şekilde ertesi gün değişik bir şey olmasını beklersin.

Son olarak da, doğallık bütün filmi kucaklamıştı. Düğündeki avize düşmesi ve insanların bir birine saldırması saçmalıklarına kadar, her şey çok doğaldı. Keşke düğün aşamasındaki o bölüm hiç olmasaydı.
Emin, der ki; bu filmde isterseniz çok gülebilirsiniz ama sadece gülmek için değil, çok güzel bir film izlemek için gidin…

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

20 Aralık 2017 Çarşamba

Siyah...

Günaydın dostlar…

Pembeler, yeşiller, kırmızılar her yerdeydi, hepsi de çok canlı, ışıl ışıldı. Aşk var diye vardı bütün renkler. Sen ne yaptın? Aşkın kıymetini bilemedin, değerini anlayamadın, “Hep orada ol, her zaman benimle ol” diyemedin; o da gitti.
Zannettin ki, aşk gidince her şey rengârenk yerinde kalacak ama son dakikada sana bir de sürpriz yaptı. Giderken her şeyi siyaha boyayarak gitti. Senin yüzünden bizim de etrafımız karardı, her şey siyah artık…


Gökyüzünün kararmasını kış şartlarına yüklemeye çalışma. Gökyüzü daha düne kadar güneşliydi, ılıktı, tertemizdi. Hatta umut doluydu. Bugünkü kapalı havanın nedeni sensin. Kara bulutlar gelmedi, senin kıymetini bilemediğin aşkın, bulutları siyaha boyadı. Onlar kara değil, siyah…

“Işığı kim söndürdü acaba?” diye düşünerek etrafına bakıp durma. Sen onun kıymetini anlamadın, karanlıkta kaldın. Işık söndürülmüş filan değil, sadece siyaha boyandı. Ben yapmadım, yanındayken değerini bilemediğin o güzel insan yaptı. Sen tahmin edemedin ama ampullerin hepsini siyaha boyadı. Odanın karanlığında beyaz duvarları da göremiyorsun artık, için sıkılıyor. Dışarı çıkman lazım, duvarlar üstüne geliyor ama bir minik ayrıntıyı atlıyorsun. O duvarlar da beyaz değil artık. Evet, doğru tahmin ettin, onları da siyaha boyadı giderken…

Oda karanlık, daha da kötüsü onun kokusu da yok artık. Oralarda bir yerde de değil. Giderse bu kadar umursayacağını, siyahlar bağlayacağını hiç düşünmemiştin ama gitti. Siyah montunu giyip, siyahlara yürüdüğü an, hiç gözünün önünden gitmiyor. “Neden gitme diyemedim?” diye şimdi kendine sormanın bir anlamı yok. Ortam siyah olmadan soracaktın. Gururun müsaade etmedi değil mi? O zaman şimdi al gururunu karşına, bütün gece karşılıklı fal bakın. Bakalım fallarda bir gelen, giden var mı?

“Ne fal bakması be kardeşim? “İçim daralıyor” diyorum, anlamıyor musun? İçime bir siyahlık çöktü”. Tamam, o zaman dışarı çıkalım ama hemen uyarayım, gökyüzü de siyah. Üstelik senin yüzünden bizim de içimiz daraldı, siyahlaştı.  Ne demişler? “Bir aşkının kıymetini bilmeyenin, yedi mahalleye zararı vardır”. Maşallah seninki 17 mahalle oldu.

“Üzerindeki elbise siyah mıydı? Of Allah’ım onu bile hatırlamıyorum. Hiç dikkat etmemişim. Durum böyleyken, nedir benim içimi siyaha boyayan, umutlarımı, düşüncelerimi siyaha çeviren? Güzel vakit geçiriyorduk, onunla sohbet etmeyi de çok seviyordum ama gittiğinde her rengi siyaha boyayacağını hiç düşünememiştim. Çok sevmediğim kahverengi bile yok artık hayatımda, her yer siyah…
Zaten çok sevmiyordun ki, nedir bu karamsarlık? İlk önce kelimelerimizi doğru kullanalım; onun adı karamsarlık değil, siyahlık. Acaba yanındayken kıymetini anlayamama durumu mu vardı? Üzüntüden gözlerine siyah perdeler inene kadar ağlasan da faydası yok artık, aşk gitti bir kere… Gecenin siyahlığına karıştı…
Aşk gitti. Renkleri de yanında götürdü. Meğerse bütün renkler aşk var diye varmış. Aşk var diye gül kırmızı, papatya beyazmış. Aşk var diye ağaç yeşil, gökyüzü maviymiş. Hele Boğaz’ın suları; aşk var diye masmaviymiş. Aşk var diye, (sen bilmesen de) sen ona aşıkmışsın. Belki de ilk günden beri, belki de ilk dakikadan beri. Belki de saçlarını her yöne sokuşturduğu için. Sen bilmesen de, kalbin, miden zaten biliyormuş…

Yanındakinin kıymetini bil, her yeri siyaha boyatma. Siyah zor bir renktir. Üstüne renk tutmaz. Beyazı bir çırpıda siyaha boyayabilirsin ama siyahın üstüne boyamak o kadar kolay değildir.

Üzülme renkler bir gün geri gelecek ama o gün gelinceye kadar, uzunca bir müddet siyah kalacaklar…
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

1 Aralık 2017 Cuma

Tek Bir Güzel Haber

Günaydın Dostlar,

Hiç tek bir güzel habere ihtiyacınız olduğu bir zaman oldu mu? Bazen haberler öyle arka arkaya gelir, öyle bir üzerinize kümelenir ki koca dünyada hiçbir şey iyi gitmiyormuş gibi hissedersiniz. Kötü haberler maratonunun son kilometrelerinde koşucular arasında kalmış tavuk gibi olursunuz. Bütün kötü haberler sizinle bir arada olabilmek için bir yarış içindedirler. Kendi kendinize “Tek bir güzel haber duymak istiyorum.” diye mırıldanırsınız.
“İstemiyorum sizi, gidin.” deseniz de kıçınızın dibinden ayrılmazlar. İstemediğin ot dibinde bitermiş misali bir yaklaşımla sadece dibinizde değil; üstünüzde, altınızda, her yerinizde biterler. Kardeşim bu kadar çok haber geldi, bir tane de iyisi gelmez mi? Neden anlamak istemiyorsunuz? Tek bir güzel haber duymak istiyorum.


Gerçekten de her şey kötü mü gidiyor yoksa siz mi öyle hissediyorsunuz? Herhangi bir anda dünyada, ülkede, evde, sokakta, işyerinde, her yerde her şey kötü gidiyor olabilir mi? İstatistiksel olarak bu kadar çok şeyin aynı anda kötü gitmesinin ihtimali çok düşük olmalı. Beş yüz yıldır yaşanmamış şeylerin hepsi birden bir anda bizi bulmuş olamaz. Ne diyorsunuz, olabilir mi? Hepsi kapıda kuyruk olmuşlar, ışık bekler gibi sizi bekliyorlar. Tek bir güzel haber duymak istiyorum.

Bu kadar dert yetmezmiş gibi bir de üstüne Fener yenilir. İyi oynasa, mücadele etse de yenilse üzülmezsiniz ama hem kötü oynar hem de yenilir. Siz, evinizin salonunda sahadaki oyunculardan daha çok çaba gösterirsiniz. Fener kazansa kötü giden her şeyi bir anlık da olsa unutacaksınız ama bu lüksü size vermezler. Maçtan sonra “Bu hayatta zaten her şey çok kötü.” ruh halinize geri dönersiniz.

Hâlbuki biraz kıçlarını kaldırsalar ne güzel olurdu. Çok fazla bir şey istemiyordum ki tek bir güzel haber duymak istiyorum.

Zaten her şey kötü giderken masanın ucundaki sarı kız beni görse, dertlerimi unutsam kime ne zararı olurdu ki? Görmesi bile şart değil, en azından baksaydı. İyi niyetle uzanan güzel, minik bir el; bırakın dünyadaki sıkıntılarınızı uzaydakileri bile unutturur. Madem görmedi, madem bakmadı; keşke üç saniye bana gülseydi. Kahkahalar peşinde değilim, minicik bir gülücük istiyorum, tek bir güzel haber duymak istiyorum.

Siz sarı kızın kalbini çalamadınız ama hırsız arabanızı çaldı. Bu kadar sıkıntının arasında bir de bu eksikti. Üstelik çok da iyi bir yere park ettiğimi düşünüyordum. İçindeki ses “Boş ver arabayı, sen kalbini park et.” dese de işin gerçeği, artık park edecek araba da yoktur. Kalp zaten yok. Dimyat’a kalp kazanmaya giderken evdeki arabadan olduk. Uzaklara boş boş bakarak yürürsün serin sokaklarda. Kafanda hep aynı cümle “Çok bir şey istemiyorum ki tek bir güzel haber duymak istiyorum.”
Kız seni görmez, araban da bulunmaz, havalar da kararır. Birden "Güneşe ne oldu?” derdine düşersin. İnanması çok zor ama güneş de yok artık. Sıra sıra bekleyen dertler güneşini de aldı götürdü. Gece karanlığında gökyüzüne bakamazsın, ay dedeyi de kaybetmekten korkarsın. Ne kızın sıcaklığı var artık ne de güneşin sıcaklığı. Sen varsın, ay dede var, bir de karanlık ve soğuk var. Soğuk sokaklara, kaldırımlara oturma hasta olursun. Olamaz, bir sıkıntı daha mı geliyor? Hasta olmak istemiyorum, sadece tek bir güzel haber duymak istiyorum.

Bütün dünya kötüye giderken en yakınındakilerin, en sevdiklerinin de tavrı değişir. Onlar da kötüye gidiyor olamaz, beni satmaz onlar. Bence de satmazlar, sadece bir sonraki menfaate kadar bir süreliğine kiraya verirler. Üzülmeyin tapunuz hep onların elinde kalır, sadece piyasa koşullarına göre zaman zaman garanti olarak kullanılırsınız. Ben kefil de olmak istemiyorum, garantör de; sadece tek bir güzel haber duymak istiyorum.

Kalbin kırgın, kalbin üzgün, kalbin taşlaştı. Taş demişken taş gibi sarı kız da yok artık. Buzlu yağmurlar suratına vuruyor. Kara bulutlar her yerde. Televizyonu, radyoyu, bilgisayarı hiç açmasan daha iyi olur. Aslında özleyecek kimsen de yok ama birilerini özlediğini hissedersin, bir şeyleri özlediğini hissedersin. Daha başka ne olabilir ki diye düşünürken kedi elini ısırır. Sen onu en pahalı mamalarla besler, en iyi doktor amcalara götürürsün; o da senin elini ısırır. Nankör müdür nedir? Nankör olmayan bir insandan güzel bir haber duymak istiyorum. Tek bir güzel haber duymak istiyorum.

Bu dünyadaki bütün haberler kötü olamaz. Moralinizi bozmayın. Bir gün mutlaka güzel haberler arka arkaya sıralanacaklar. Buna gerçekten inanıyorum. O gün gelene kadar da tek bir güzel haber duymak istiyorum.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

19 Ekim 2017 Perşembe

Firuz Kanatlı

Günaydın Dostlar,

Şener Şen’in Haydarpaşa’ya indiği gibi elimde bavulumla Eskişehir Tren İstasyonu’ndan çıktığımda, yağan tipi altında bir an için “Ben burada tek başıma ne yapıyorum?” diye düşündüm. Hava karanlık, sokaklar boş ama kar taneleri çok doluydu. Suratıma doğru bir yarışın içindeydiler. “Boş boş uzaklara baktım” demek isterdim ama bakamadım.
Burukluk bir gün sürdü. Ertesi sabah işe başladığımda, Eti kültürünün sıcak havası Eskişehir’in dağlarından yelken açarak gelen bütün buzlu yağmurları ılık bir melteme çevirdi. Sevgili Ali İhsan Bey ilk kahvemi bile elleri ile yaptı. Muhteşem bir yakınlık vardı. İlk gün ile ilgili bütün detaylar halen aklımın bir köşesinde duruyor.


Ben dünyanın en sevimli insanı olmadığıma göre, neydi bu yakınlığın, bu aile ortamının sebebi? Kendimi bir anda ailenin bir parçası gibi hissetmeme neden olan büyünün içinde ne vardı? Burası gerçekten de büyük bir aileydi. İyi niyetli, sakin, kocaman bir aileye gelmiştim. Nedenini bilmesem de, ben Eti’de çalışmazken de, hiç kimseyi tanımasam da kendimi bu aileye çok yakın hissederdim. Yakın arkadaşlarım bilirler, “Burçak ve çay” sohbetleri yapmayı da çok severdik.

İşte o büyünün en ortasında Firuz Baba var. Karşınıza çıkan yakınlığın, sıcaklığın, mütevazı bir hayatın, iyi niyetin hepsinin ama hepsinin temelinde Firuz Kanatlı var. Onun yaşam şekli ve hayata bakış açısı, hem kendi ailesinin bütün fertlerine, hem de bütün çalışanlara örnek olmuş durumda. Ne diyor insanlar biliyor musunuz? Firuz Baba, Gülay Anne… Hatta Eti Anne…

İnsanların severek ve isteyerek birilerine anne, baba diyebilmesi ne kadar güzel ve özel bir duygudur. Patron diyebilirsiniz, amirim diyebilirsiniz, başkanım diyebilirsiniz vb. ama kaç iş yerinde, kaç kişiye gönülden “baba” diyebilirsiniz. Parayı yatırırsın, şirketi kurarsın, patron olursun ama baba olamazsın. Baba olmak parayla satın alınamaz, yürek yatırımı gerektirir.

Sabri Ülker’in vefatı esnasında gazetelerde gördüğümüz sözler, her gün karşımıza çıkan cinsten değildi. Yıllar geçmiş olmasına rağmen, o cümleleri halen tek tek hatırlıyorum. Bu nasıl bir inceliktir, en büyük rakibe bu nasıl bir saygıdır? Herkes başaramaz ama unutmayalım ki Firuz Baba herkes değildi. Sıkıntılı anlarında rakiplerine bile her türlü yardımı yapmayı düşünebilecek kadar kocaman kalpli bir insandı.

Ben kendi adıma Firuz Baba ile konuşma şansı bulamadığım için çok üzgünüm ama bıraktığı muhteşem eserin ve çok doğru yetiştirilmiş aile fertlerinin bir parçası olduğum için de çok mutluyum. Yaşadıklarını, tecrübelerini onun ağzından dinlemeyi çok isterdim.
Dostlar çok özel bir insan bizleri bıraktı ve ebediyete intikal etti. Daha Eti ile hiçbir bağım yokken, Firuz Baba'nın hayatını okumuş ve çok etkilenmiştim. Bu şehir ve bu ülke bir insanı bu kadar çok seviyorsa vardır elbet bir nedeni. Hiçbir şey kendiliğinden kocaman bir sevgi şelalesine dönüşmez.

Para hepimiz için çok önemli bir parametre. Bunu inkâr edemesek de, örnek liderlerimiz sayesinde bu hayatta paradan çok daha değerli şeyler de olduğunu öğrendik. Nasıl örnek bir insan olunur dersi aldık. Büyük paralar harcasak alamayacağımız bir dersi, sevgili Firuz Kanatlı’dan bedavaya aldık.

Sevgili Firuz Baba, biz seni hiç unutmayacağız. Seni hiç tanıyamamış olsam da, yaptıklarını ve nasıl örnek bir insan olmaya çalıştığını çok iyi biliyorum. Yerleştirdiğin felsefe, Firuz Kanatlı yaşam şekli Eti camiasında sonsuza kadar baki kalacaktır.

Bizlere bıraktığın en büyük hazine, fabrikalar, depolar, işyerleri değil; “yaşarken örnek olmak” dersidir. Mekânın cennet olsun…
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

16 Ağustos 2017 Çarşamba

Örcün Barışta

Günaydın Dostlar,

Bu dünyadan bir Profesör Doktor Örcün Barışta geçti. Sessizce geçti, mütevazıca geçti. Hak ettiği değeri göremeden geçti. Sevgili kardeşim İbrahim’in biricik annesi Örcün Barışta’yı kaybetmiş olmanın derin üzüntüsünü yaşıyoruz.
Herkes sevgili teyzemin isminin değişikliğine takılırdı ama onun değişikliği isminden değil, insanlığından gelirdi. Bütün hayatını işlerine ve sanat tarihine adamış bir değeri kaybettik. Duayen hoca tarifine en çok uyan insanlardan biriydi. Zor bir ortamda, kendine edindiği misyonun gerekliliklerini yerine getirmeye çalışırdı.


Örcün teyzenin bambaşka bir dünyası vardı. Hepimizin her gün gündemini meşgul eden konular, onun hayatında çok da önemli değildi. Kitapları, yazdıkları, okudukları ve çalışmaları ile bambaşka bir dünyanın içindeydi. İnsanların sanata ve estetiğe çok da önem vermediği bir coğrafyada, sanat tarihine adanmış bir kalp taşımak nasıl bir şeydir, bizler hiçbir zaman bilemeyeceğiz.

Örcün Barışta, bir öğretmendi; verdiği en önemli ders de, “Dünya çapında eserlere imza atıp, nasıl mütevazı olunur?” konusuydu.

Böyle bir sohbetin içinde olmadık ama sanat ve sanat tarihi adına etrafında yapılanlardan veya yapılmayanlardan çok da mutlu olmadığını düşünüyorum. Geçim savaşları ve rant kavgaları arasında sıkışmış bir toplumda, ne yazık ki bilime ve ilime çok fazla yer kalmıyor. Günü kurtarmak çabaları;  sanat ile de, tarih ile de ters orantılı parametreler.
Günü kurtarma çabası hiç yoktu. Dedim ya, o farklı bir dünyada yaşıyordu. Cüzdanı değil, kalbi kocamandı. Hiçbir zaman paraya pula kıymet verdiğini görmedim. Verici ve sürekli düşünen bir insandı. “Ne kadar maaş aldığımı bilmiyorum” dese, kimse şaşırmazdı. Onun dünyasında para bankalarının değil, bilgi bankalarının önemi büyüktü. Her zaman bilgiye, öğrenmeye, kendini geliştirmeye, sürekli araştırmaya çok değer veren bir insandı.
Sonuçta Örcün Teyze’de su üstünde yürümüyordu. Onun da hepimiz gibi kötü alışkanlıkları vardı. Bir türlü yakasını kurtaramadığı, uzun süreli tiryakilik, muhtemelen bu talihsiz hastalıkta da başrolü üstlendi. Yavaş yavaş ortaya çıkan belirtiler, görme bozukluklarına neden olduğunda bile ilk sözleri, “Ben göremezsem nasıl yazarım, nasıl okurum olmuştu?” Göremezsem günlük hayatımı nasıl yaşarım endişesinden ziyade, yazamazsam nasıl yaşarım endişesi kapladı bütün benliğini. Yazamazsa yaşayamayacağını çok iyi biliyordu.

Muazzam bir bilgi birikimi, muazzam bir tecrübe ve çok uzun yıllara yayılmış adanmış bir hayat. Benim tahminim günlük konular, Örcün teyzenin kafasında %10’dan daha fazla bir yer tutmuyordu. Çok fazla boş laf etmeyi de sevmezdi. Çok görüp, çok anlayıp, az konuşanlardı. Az konuşurdu dediğime bakmayın. Mert ve cesur bir insandı. İnandığı konuları sonuna kadar savunurdu. Kimseden çekincesi olmadığı gibi, herkese laf yetiştirebilecek kadar da bilgi birikimi vardı.

Boş işler hiçbir zaman ona göre değildi. Her gece televizyonda dizileri takip ettiğini veya futbol takımlarının peşinden koştuğunu hiç tahmin etmiyorum. Tanımayanlar için bir kere daha belirteyim; çok farklı seviyede bir insandan söz ediyoruz. Hepimizin bayılarak izlediği aylaklıklar hiç de ona göre değildi. Yaşananlar tabii ki onu da etkiliyordu ama asıl önceliği her zaman kendi konularıydı.
Sağlıklıydı da aslında ama içindeki sıkıntılar ve bu sıkıntıları söndürsün diye içine çektikleri onu negatif yönde etkiledi, ömrünü kısalttı. Bizleri erkenden bırakıp gitmesine neden oldu. Hastalıklara da çok fazla takılmazdı. En sıkıntılı günlerinde bile “Bir şeyim yok” demeyi başarabilen bir insandı.
Kimine erkek gibi kadındı, kimine de kadın gibi kadındı derler. Örcün teyze, her yerde, her ortama uyabilecek bir birikime ve zekâya sahipti. Başka bir coğrafyada yaşıyor olsa, belki de bundan yüz kat daha değerli olur, el üstünde taşınırdı.

Erken oldu be Örcün Teyze. Sen daha küçüktün. 18 yaşında hemen evlendiğin için, herkes seni daha büyük zannediyor. Çok kalabalık bir özgeçmiş ve birçok değerli eser; hepsi senden bize hatıra kaldı. Bizim etrafımızdakiler hep gidiyor, sevdiklerimiz hep gidiyor. Böyle takdir edilmiş, sen de git bakalım. O taraftaki sevdiklerimiz artık bu taraftakilerden fazla olmaya başladı.

Sen de git ama biz seni hiç unutmayacağız. Mekânın cennet olsun sevgili Örcün teyzem…
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

30 Temmuz 2017 Pazar

Güzel İnsan...

Günaydın dostlar…

Her ne yöne bakarsak bakalım sürekli içimizi sıkacak haberler duyuyoruz veya çirkinlikler görüyoruz. Etrafımızda hiçbir güzel şey kalmadı gibi hislere kapılıyoruz ama üzülmeyin, gerçek hiç de öyle değil…
Uzaklarda bir yerlerde çok güzel bir anne, melek yüzlü bir çocuk doğuruyor. Güzellik göreceli bir kavramdır. “İçi mi güzel, dışı mı güzel?” soruları da hiç bitmez. Bugün, bu dünyada ikisi birden güzel olan insanlar hiç mi yoktur. En azından bir tane vardır.


Kocaman kalpli, melek duygulu olmak günümüzde zor bir iştir. Şeytan ruhlu insanların arasında, iyi niyet denizinde suyun üstünde kalmaya çalışırlar. Sevgi dolu kalpleri sık sık günümüzün delileri ile sorun yaşamalarında neden olur.

Hani “İçinin güzelliği gözlerine yansımış” derler ya, bu özel insanlar tam da böyledir. Gözlerine baktığınız zaman kalplerine kadar görebilirsiniz. Göz ile kalp arasındaki bağlantı tertemizdir. Yolun etrafında hiçbir sürpriz birikim yoktur. Yol tertemiz olduğu için de, gözde ne görüyorsanız, kalpte de aynısı vardır. Haklısınız, bu durumun tersi de geçerli; kalpte ne görüyorsanız gözde, dilde de aynısı vardır.

Böyledir bu melekler. Uğraşsanız doğru olmayan bir şeyi yaptıramazsınız. İnsanlara yardım etmeyi, her zaman her yerde insanların yanında olmayı kendilerine misyon edinmişlerdir. Kendilerini bir gram umursamazlar. İster sabahın körü olsun, ister gecenin ikinci yarısı; onlar için hiç fark etmez. Günün her saati yanınızda olmak onlar için bir yaşam şeklidir.

Sevdikleri en önde olsun, onlar hep en arkada olsun; bu durumdan gerçekten de mutlu olurlar. Dünyanın en güzel insanı da olsa, hiçbir zaman onun ağzından “Ben çok güzelim” lafını duyamazsınız. Fabrika ayarları böyle bir cümle kurmasına müsaade etmez.

“İyi günde yanımda ol, kötü günde daha çok yanımda ol, hatta hep yanımda ol” felsefesi bu melekler için söylenmiştir. Kıçınızı yırtsanız bile, hiçbir ortamda sizi yüzüstü bırakıp gitmezler. Yere düştüğün zaman, sana uzanacak ilk el, onun minicik elidir. Minicik olduğuna bakma, tutar kaldırır seni.
Mütevazı olmanın kitabını yazmış olan kocaman kalpli melek; çok konuşmaz, çok fazla ön palana çıkmaz ama çok fazla dinler. Dinlediklerine de değer verir. Kalpten dinler. Kulaklarınla dinlemekle, kalbinle dinlemek arasında, milyonlarca kilometre fark vardır. Kulağınla dinlediğin, diğerinden çıkıp gidebilir ama kalbinle dinlediğinin çıkacak ikinci bir kalbi yoktur. Orada yıllarca kalır.
Mütevazı oldukları kadar, şımarmaya da hiç müsait değildirler. Doğal yapıları şımarmaya müsaade etmez. Şımartılma yönündeki sözleri, karşısındakinin iyi niyeti olarak algılarlar.

“Ben bilmem, ben yapamam, ben beceremem” lafları hiç de meleklere uygun laflar değildir. Bana bir şey sorsanız, “Ben o işten hiç anlamam” derim ama minik melekler hiçbir zaman demezler. “Nasıl yardımcı olabilirim acaba?” diye düşünmeye başlarlar. Gerçekten de kafaya takarsa apartmanın kalorifer kazanını bile değiştirebilir…

Moralinizi bozmayın, karamsarlıklara kapılmayın. Hayatı çok da zorlamayın. Bırakın işler iyi niyet, samimiyet, doğallık, cesaret ve zorluk temelleri üzerine kurulsun. Siz yolunuza devam edin; bir gün, bir yerlerde, bir melek muhakkak karşınıza çıkacaktır.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

15 Temmuz 2017 Cumartesi

Yardımsever...

Günaydın dostlar…

Etrafımda çok fazla yardımsever arkadaşım, dostum var ve hepsinin faaliyetleri ile gurur duyuyorum. Birçoğu İstanbul gibi zor bir şehirde, zamanlarını ve paralarını harcayarak ellerinden geldiği kadar bu faaliyetlerin içinde olmaya çalışıyorlar. Şehir o kadar zor bir şehir ki, çok istesen bile, bir yerden bir yere ulaşma zorlukları, seni yolundan döndürebilir.
Son günlerde çok fazla kötü haberler izliyor olmamız, bizleri karamsarlığa sürüklemesin. Bazen insan sanki etrafımızdaki herkes çok kötüymüş gibi bir hisse kapılıyor ama inanın gerçek öyle değil. Etrafımız kocaman kalpli, yardımsever insanlarla dolu.


Bu kocaman kalpli insanlar, sokakta kalmak zorunda olan talihsiz insanlardan tutun da, aç kalan köpeklere, susuz kalan kedilere kadar; önlerine gelen her şeyi beslemeye çalışıyorlar. Hemen belirteyim, bu insanlar fabrikatör değil. Milyoner de değiller. Hepimiz gibi kendi yağlarıyla kavrulmaya çalışan insanlar. Üstelik ortalıklarda yaygara da yapmıyorlar. Tesadüfen görmesek, yaptıkları yardımların hiçbirinden haberimiz olmaz.

Köpeği olmadığını bildiğim bir arkadaşımı, bagaj dolusu köpek maması alırken gördüğümde, bu alımı yiyecek bulmayan köpekler için aldığını itiraf etmek zorunda kaldı. Yıllardır tanırım, ilk defa şahit olmuştum.

Sürekli borç içinde olan bir arkadaşımın, olmayan parasını gidip daha fazla ihtiyacı olduğunu düşündüğü insanlarla paylaşmasına ne demeli? Verebileceğimiz tek bir cevap var. Bazı insanların gönülleri zengindir ve kocaman bir kalp ile doğarlar. Ceplerinde olmasa bile, kalpleri zenginlik doludur. Onlar cepten değil kalpten dağıtır.

Kimseler duymadan yazlığında yıllardır Suriyelileri konaklatan kardeşim. Sen büyüksün. Sen benim bunu öğrendiğimi bilmiyorsun ama ben bütün detayları öğrendim. 3 minik çocuğun sokaklarda kalmasına gönlün razı olmadı. Bir şey daha söyleyeceğim, bütün yaşam masraflarını karşılamaya çalıştığını da biliyorum. Kocaman bir kalp ile yürekli bir davranış nasıl mı olur? Bundan daha canlı, bundan daha gerçek, bundan daha güzel bir örnek olabilir mi?

Bütün hafta çalışıp, hafta sonu kendine kalan bir, iki saatini huzur evlerinde teyzelerle, amcalarla geçiren, onlara hediyeler götüren, hikâyelerini dinleyen güzel kardeşim, seni de kutluyorum. Bir araç sahibi dahi olmadan birçok noktaya ulaşabilmek, herkesin altından kalkabileceği bir iş değildir. Büyük bir azim ve kocaman bir yardımseverlik gerektirir.

Yıllar boyunca, İstanbul’da, Ankara’da, Eskişehir’de, Mersin’de, İzmir’de çocuklar için bir şeyler yapmak isteyen birçok arkadaşım oldu. Çok zor şartlar altındaki bir okula sınıflar, yatakhaneler, mutfaklar yaptıran sevgili kardeşim ve Mersinli arkadaşlarımdan tutun da, Eskişehir’deki düşünceli bölüm arkadaşlarıma kadar hepsi büyük bir faaliyet içindeler. Bu işlerin azı, çoğu olmaz; bu işlerin niyeti olur. Kalbinde niyetin var mı, sen ilk önce ondan haber ver…
Hiç haberimiz olmadan, dünyalar kadar güzellik yapmaya çalışan, birilerinin elinden tutmaya çalışan arkadaşımız, dostumuz var. Naçizane görüşüm, zaten bu tip işlerin bu şekilde yapılması yönündedir. Her zaman, her şeyin ortaya dökülmesi gerekmiyor. Sosyal platformlarda paylaşılan yardımseverlik resimlerinin, işin güzelliğini azalttığını düşünüyorum. Yap bir güzellik; sen bil, bir de Allah Baba bilsin yeter; bizlerle paylaşmana gerek yok…
İçinden geleni yap, karşındakinin ayakkabılarını giy, ama ne olur her platformda paylaşıp işin değerini azaltma… Unutma benim için değil, kendin için yapıyorsun…

Bir iyilik yap, sonra bir tane daha yap ama kalbinde paylaş, sosyal platformlarda değil...

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

24 Haziran 2017 Cumartesi

Yazmak Çizmek...

Günaydın dostlar…

Eline bir kâğıt, kalem verseler “Hayalindeki insanın bütün özelliklerini yaz ve de resmini çiz” deseler, yapabilir misin? Bütün özelliklerini alt alta sıralayabilir misin? Unutma hayalindeki mükemmel aşkı, sevgiliyi yazacaksın. Çok güzel bir resim çizeceksin.
Herkese göre farklı olmakla beraber, güzellik konusu önemli bir parametre. Kesinlikle çok beğeneceğin bir insanı çizmelisin. Saçları kıçına kadar mı olsun yoksa kabak mı olsun ona sen karar ver ama aşık olacağın, seveceğin insanın dış görünüşünü beğenmek çok önemli bir konu. Ben, “Dış görünüş önemli değil” diyenlerden değilim. Dış görünüş önemli kardeşim. “Ben senin her şeyini çok beğeniyorum, her zaman çok da güzel vakit geçiriyoruz ama dış görünüşünü beğenmiyorum” gibi bir muhabbet asla olamaz… Dış görünüşünü çok da beğenmediğin bir insanla yola çıkmak, insanları yanlış yönlendirmek ve hisleri ile oynamaktan başka bir işe yaramaz.


Tabi ki dış güzelliği ile iş bitmiyor, içi de güzel olmalı. Kocaman bir kalbi olmalı ve iyi niyetli olmalı. “Tok açın halinden anlamaz” sözünü boşa çıkartmalı. Kendi kadar şanslı olmayanların halinden anlamalı, hem de yürekten anlamalı. Çuvaldızdan önce iğneyi kendine batırma konusunda uzman olmalı. Karşısındakini üzmeden, kırmadan önce; 2 değil, 3 defa düşünmeli…

İçindeki sıcaklık avuçlarının içine, gözlerindeki bakışlara yansımalı. Gözlerine bakıp, ellerini tuttuğun zaman; kalbindeki sıcaklığın avuçlarından çıkıp, gözlerinden yansımasını hissetmelisin. Kendi kendine, “Gerçekten de çok iyi bir insan” diyebiliyor musun? Boş ver ona söyleme; kalbi gerçekten de tıka bası iyi niyet ve samimiyetle dolu olan bir insan, zaten bu tip cümleler duymak sevdasında değildir. Kalplerdeki kocaman iyilik sepeti zaten onların doğal halidir.

Böyle bir listede en unutulmaması gereken konu, seveceğin insanın sana mutluluk ve huzur vermesidir. Senle yan yana girdiği her ortama değer katabilmesidir. Sadece varlığı ile seni mutlu edebilen insanlar var mıdır bir yerlerde? Bence kesin vardır. Böyle birinin hayatında olduğunu bilmekten oluşan mutluluk tatlısı tadından yenmez. İnsanı “yersem biter” korkusu kaplar… Sadece bir kelime, bir cümle, bir resim, bir ses, bir mesajla hayatının değerini arttırabilen insanlar var mı? Girdiği her ortamda ışıkları yakabilmeli.

“Davul dengi dengine çalar” diye boşu boşuna söylememişler. Aşık olacağın insan, konuşabileceğiniz, kültürlerinizin uyuşabileceği bir insan olmalıdır. Saatlerce sohbet edebilmek kolay bir iş değildir. Gerçekten de aranızda bir “sohbet uyumu” varsa, insan bitsin istemez. Restorana mı gittiniz? Sandalyeleri masaların üzerine ters kapatma anına kadar sohbet edebilmelisiniz. O an geldiğinde de “Hiç yetmedi” diyerek ayrılabiliyor musun? Ne der Emin? “Bazen 7 dakika geçmez, bazen de 7 saat yetmez”.

Tropik adaların kumsallarında herkes güzel vakit geçirir. Peki, onunla dar bir sokaktaki havasız bir süpermarkette insanlar tepene çıkarken dolaştığını düşünebiliyor musun? Bunu gözünü önüne getirip de mutlu olduğun gün, aşık olacağın insan karşında duruyor demektir. Hayat büyük bir yelpazedir. Kendini romantik Alaska Gemi Turlarından, Kadıköy’ün dar sokaklarına kadar, her yerde onunla görebilmelisin.
Hastayken seni şımartsın mı? Tabi ki şımartsın. Hemen listeye ekleyelim. İyi gün dostu değil ki, o çok özel bir insan. Hani hep denir ya “iyi günde kötü günde” diye; işte bu insan öyle bir insan. İyi günde her zaman yanında, kötü günde daha çok yanında olan birinden söz ediyoruz. 
Bu listeler sonsuza kadar uzayıp gidebilir. İnsanoğlunun istekleri bitmez. Bütün bunları yazdık ama belki de bu kadar yırtınmamıza gerek yoktur. Bir yerlerde senin listesini bile yapamayacağın o insanı, çok özel bir anne doğurmuştur. Senin aklına gelen, gelmeyen bütün özellikleri ve fazlasını taşıyordur.

Bazı işler ısmarlama olmaz. Özel üretimse hiç mümkün değildir. Kalbe liste yazmak kolay bir iş değildir. Senin yazıp, çizip listeleyemediğin o insan, bir gün bir yerlerde muhakkak karşına çıkacaktır. Hem de hiç beklemediğin bir yerlerde…
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

6 Haziran 2017 Salı

Kalpten Yürek

Günaydın Dostlar,

Sonuçta herkeste olan bir organdan söz ediyoruz. Yaşamak için çok gerekli bir organ olduğunu da hepimiz biliyoruz. İstersen bu kalpleri üst üste, yan yana ekleyerek kocaman bir yürek de yapabilirsin. Hemen “Yürek ne işime yarayacak?” deme. Kalp ile kanını temizlersin, nefes alabilirsin, yaşamını devam ettirirsin ama yürek ile aşık olursun.
 
Duyduğuma göre, kalbin varsa büyüklüğü en fazla yumruğun kadar oluyormuş ama yüreğin varsa dünyalara sığmıyormuş. Kalp ile yüreğin malzemeleri aynı olsa da ebatları çok farklı. Yüreğin içinde barındırdığın şeyleri bir kalbin içine sığdıramazsın. Amaç, göğüs boşluğundaki küçük kalbini alıp ondan kocaman bir yürek yapabilmektir.
Önemli olan aşkı arayıp bulmak değildir. Oyunun adı aşk karşına çıktığında yürekli olabilmektir. Şartlara göre, hava durumuna göre, yağmurun şiddetine göre aşk yaşayamazsın. Sen ilk önce yüreğini aç, cesaretini göster; sonra bakarız şemsiye gerekli mi değil mi diye. Belki de yağmur umurunda bile olmaz. Aşkı sokak parametreleri değil, yürek parametreleri belirler.

Birçok arkadaşım, “Bırak aşık olmayı, benim hayatımda sohbet etmek istediğim biri bile yok.” diyorlar. Önemli değil, sorun etme. Zaten aşkı sokaklarda veya yemek kurslarında arayarak bulamazsın. Çıkacağı varsa o zaten senin karşına çıkar. Güzel olanı da kendiliğinden karşına çıkmasıdır. Bırak aşk saklandığı yerden kendi çıksın. Çıkmıyorsa da şansını zorlama, tango kurslarına yazılma. Tek başına otur daha iyi. Karşına ya kocaman bir aşk çıksın, en kocamanı çıkmıyorsa da hiç çıkmasın.

“Ben sevecek birini arıyorum, aşık olacak birini değil.” Bu cümle hayatımda duyduğum en saçma laftır. Öyle karar vererek gelişecekse zaten onun adı aşk olmaz ki. Sevmeye belki sen karar verebilirsin ama aşka veremezsin. En ummadığın anda gelir bulur seni. Aşkla pazarlık edemezsin. Sevme işine çok meraklıysan git eve kedilerini sev.

Yürekli insanlar, karşılarında kendileri gibi insanlar görmek isterler. Tavuk pisliğinden bir gram daha fazla cesaretle, bu insanlarla bir yere varamazsınız. “Yürekli ol, çık karşıma.” şeklindeki sözler, hep böyle bir düşüncenin ürünüdür.
Doğru zaman, doğru mekân şeklindeki kavramlar, kendiliğinden gelişmeyen ısmarlama işler için geçerlidir. Sen doğru zamanı, doğru ortamı bekleyip, düşüne düşüne adım atarken doğallık ve cesaret treni de yanından hızla gelip geçer. Trenin son vagonunun arkasındaki kırmızı ışığa bakar, onun kırmızı kazağı zannedersin. Gördüğün hiç olmayacak bir aşkın, hiç olmayacak kırmızı türküsüdür. Artık kırmızı ışık yanmıştır.
Bahane üretmek dünyanın en kolay işidir. Yetmiş tane bahane duvarının arkasına saklanarak aşkı bulamazsın da yaşayamazsın da. Karar vermen gereken konu, duvarların mı seni fethedeceği yoksa senin mi duvarları ezip geçeceğin konusudur. Duvar aradıktan sonra, her köşe başında bir tane bulursun.

Unutma; iyi niyet, samimiyet, doğallık, cesaret ve zorluk parametrelerinin üzerine oturmayan bir aşkın, temellerinden bir tanesi kısa kalmış demektir.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

27 Mayıs 2017 Cumartesi

Önce İyi Niyet...

Günaydın dostlar…

Hayatını beş ana temel prensibin üzerine oturtmuş bir insan olarak, Allah’ın bize bir kere daha Ramazan Ayı’nı görmeyi nasip ettiği bu günlerde, düşünüyorum da bunlardan en önemli olanı, niyet. Daha da net olmamız gerekiyorsa, iyi niyetten söz ediyoruz.
Ramazan, dinimizin gerekliliklerini yerine getirmektir, verdiği nimetler için Allah’a şükretmektir ama her şeyden önce niyet etmektir. Bizim dinimizin en önemli başlangıç noktası niyet etmektir. Her şey niyetle başlar. Neden? Niyet olmadan başlayan hiçbir şey yolun sonunu göremez de ondan. Niyetin olacak, yaptığın işe yönelik samimiyetin olacak. Göstermelik iş yaparsan Emin’i aldatırsın ama Allah’ı aldatamazsın…


Yaptığın işin temelleri kalbinde olacak. Temeller elinde, dilindeyse her an, her yerde yıkılabilir. Adı ne olursa olsun; günlük sorumluluklardan önce bütün dinlerin temelleri iyi niyet ve insanlık üzerine kurulmuştur. Binayı yapmaya ikinci kattan başlarsan o inşaatla ancak sen kendini aldatırsın. Konu ne olursa olsun, kalbinde iyi niyet ve samimiyet olmayan insanların tutacağı oruçların bir yanının eksik kalacağını düşünüyorum.

İkinci önemli temel taşımız, samimiyet. Yaptığın işte samimi ol. Yapıyormuş gibi yapma, insanları aldatmak için yapma, günlük kişisel menfaatler elde etmek için de yapma. Yaptığın işi samimiyetle yap, içinden geliyorsa yap. Samimi ol, içinden gelmiyorsa da başkaları görsün diye horana kalkma.

Doğallık, benim için çok önemli bir kavram. Doğal ol. Bırak su aksın, yatağını bulsun. Bir şeyin olacağı varsa, sen istemesen de zaten olur. Bir takım gelişmelerin doğal sürecini yaşamasına müsaade etmemek, o sürecin tadını kaçırıp değerini azaltmaktan başka bir işe yaramaz. Büyük de konuşma. “Ben onu hayatta yapmam” gibi büyük sözler, genelde tükürdüğünü yalamana neden olurlar. Rahmetli Neşe abla, “Oğlum büyük konuşma, öyle bir durumla karşılaşırsın ki, yapmam dediğin şeylerin hepsini, çok isteyerek, bayılarak yaparsın” derdi. Bir kere daha çok haklısın Neşe abla.

İlişkiler de böyledir. İster arkadaşlık olsun, ister aşk, meşk. Gelişeceği varsa, sen “İstemiyorum” diye yırtınsan da, kendiliğinden gelişir. Bir bakarsın arkadaş bile olamamışsınız, bir bakarsın Batı Yakası’nın en büyük aşkı oluşmuş. “İnsan kendi kaderini kendi yaratır” denilir ama kadar diye bir şey olduğu da kesin.

İyi niyete, samimiyete, doğallığa sahip çıkabilmek; cesaret gerektirir. Karşına çıkabilecek her ortamda, iyi niyetini koruyabilir misin? Bildiğin yoldan ayrılmadan yürüyebilir misin? Sen iyi niyetlisin ama etrafın sahtekârlar kaplıcasına dönüşmüşse, sıcak suda çırpınır durursun. Sadece iyi niyetle ve doğallıkla suyun üzerinde kalamazsın, bu durum yürek de gerektirir. Sıcak suda kalbin yanar ama yürek seni suyun üzerine çıkartır. Biz ona kısaca “cesaret” diyoruz…

Son temel prensibimiz de, zorluk. Hayır, bilemediniz, sağda, solda zorluk çıkarmaktan söz etmiyorum. Önüne çıkan zorluklarla başa çıkabilir misin? Şartlar ne olursa olsun, dik durabilir misin? Bu kadar eğilip, bükülen dal varken, sen bir çınar gibi dimdik ayakta kalmayı başarabilir misin? Pes edip gitmek dünyanın en kolay seçimi olabilir. Zorluklar mücadele gerektirir. İmkânsız diye bir şey yoktur, sadece zorluklara mücadele etmeye cesareti olmayan insanlar vardır. Unutma dalgalardan korkarsan, denize açılamazsın. Senin gösteremediğin cesareti gösterebilen insanlar, senden daha uzağa giderler.
“Ne olacak?” deme. Git yolun sonuna kadar, belki de yolun sonunda rüyaların seni bekliyordur.

Ramazan geldi, beş temel prensibimiz her daim kalbimizde olsun; iyi niyetli olalım, samimi olalım, kendimiz kadar şanslı olmayanları unutmayalım. Tok açın halinden anlasın.

Bütün dostlarımızın oruçları yüce rabbim tarafından kabul edilsin, duaları iyiliklere vesile olsun, Ramazan Ayı’nız mübarek olsun… Unutmayın önce niyet, iyi niyet...
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

21 Mayıs 2017 Pazar

İlk Görüşte Aşk

Günaydın Dostlar,

İlk görüşte hissedilen şey aşk mıdır yoksa hoşlanmak mıdır tartışmaları hiç bitmiyor. Hatta birçok arkadaşım bu işleri kronolojik bir sıraya da diziyor.
İlk önce beğenirmişsin, sonra severmişsin, sonra da aşık olurmuşsun. Vallahi bu sıralama hiç Yay burçlarına göre değil. Hele Emin’e hiç uymuyor. Hani “Sevdim mi tam severim.” lafı var ya, ben de bu konulara aynı şekilde bakıyorum. Bir yerler de karşına çıkarsa hepsi bir anda oluverir. Hoşlanması, beğenmesi, aşkı, şunu, bunu bir paket halinde yüreğinden aşağıya doğru iner. Kademe kademe aşk olmaz. Aşk dediğin ilk görüşte olur.


Arkadaşlarım bana, “Sen ilk gördüğün anda sevip sevmediğine karar veriyorsun.” diyorlar. Gerçekten de öyle, ilk anlar benim için çok önemli. Ufak değerlere, ayrıntılara çok önem veriyorum. Bu devirde değer vermek veya değer verebileceğin bir insanın karşına çıkabilmesi çok zor bir konu ama şımartılmayı, değer verilmeyi hak eden birini de bulduysan korkma şımart şımartabildiğin kadar.

Zor olur, kolay olur hiç fark etmez. Aşk bir anda gelir, çalar kapıyı. Bir görüş, bir bakış, bir söz, beklenmedik bir yorum; bir anda bütün ortamı değiştiriverir. Bir sıraya sokmamakla beraber; ben de kalbine girene heyecan, midene kadar gidene aşk diyorum. Saatte 1300 km hızla midene iniverir, bir daha da onsuz yapamazsın.

Benim için aşk demek farklılık demektir. Seni kendine çeken şey farklılıktır. Hiç kimsede olmayan şeydir. Kimsenin söyleyemeyeceği bir lafı olmadık bir ortamda söylemek, bir farklılıktır. Bir anda kalbinin kapakçıkları açılıverir. Miden de bağırır aşağıdan, “Hazırım, gelsin.” diye. Takılır aklına o laf. Araba kullanırken nereye gittiğini bile unutursun.

Gözlerdir aşk. Gözlerde yaşanmadan aşk olmaz. Gözlerin içinde kaybolmak, gözlere bakarken ağlamak istemektir aşk. Üzüntüden değil, aşktan.

Meltem rüzgârıdır aşk. Kusursuz bir gecede onun kokusunu sana getirir, bir daha da rüzgâr hiçbir zaman öyle esmez. Gittiğin her yerde o kokuyu alırsın. Daha doğrusu aldığını zannedersin.
Farklılık aşktır. Bu dünyada bu kadar insan varken neden gidip de ona aşık oluyorsun? Çünkü o farklı, o hiç kimseye benzemiyor. Çünkü sen onun herkesten farklı olduğuna karar verdin. Onunla savaşa da gidilir, Migros’a da.

Bir kırmızı kazak, bir pembe ceket, bir beyaz gömlektir aşk. Kırmızı bir kazak bugüne kadar hiç kimseye bu kadar çok yakışmamıştı. O bir pembe ceket değil, asil bir kuğuydu.

Kalptir aşk. Kocaman bir kalptir. Üzerinde oturduğu çok önemli temelleri vardır. İyi niyet, samimiyet, cesaret, doğallık ve zorluk temellerine kalbini oturtup üzerini de aşk ile kaplarsın. Zırh gibidir maşallah, kolay kolay delinmez.

Bu dünyada her şeyin bir tersi bir de düzü vardır. Büyük aşklar, büyük kaybetme korkularını da ceplerinde sana getirirler. Korkma, temellerin sağlamsa hiçbir şey olmaz. Zor mu olacak? Haklısın ama unutma ki “En güzel aşk zor olanmış.” demişler. Kolay olsa herkes yapardı. Aşk farklılıktır, aşk herkesin yapamayacağıdır.
Aslında belki de doğru olanı, mide kalp karayolundaki hisler yarışına bir ad koymaya çalışmamaktır. Adı ne olursa olsun; midende bir heyecan, kalbinde bir sıcaklık, beyninde bir salaklık yaratıyorsa bırak adı ne olursa olsun. Her şeyin bir adı veya bir tarifi olması gerekmiyor. Tabii duymak hoş olur ama önemli olan hissetmek ve hissettirebilmektir.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…