25 Ocak 2019 Cuma

Benim Gördüğümü Sen de Gör...

Günaydın dostlar…

İşte sorun da tam bu noktadan kaynaklanıyor. Senin gördüğünü o görmüyor veya göremiyor. Belki de görmek istemiyor. “Çok açık bir şekilde ortada olan bir şeyi nasıl göremez?” diye dertlenmenin de bir anlamı yok, zira görmek işine gelmiyor.
Onun bugüne kadar gelmesini sağlayan bütün parametrelerin (yetiştirilme tarzı, tecrübesi, tahsili, yaşadıkları, bakış açısı, çevresi) toplamı, bu yaşananlara senin gibi bakmamasına neden oluyor. Sen karşında korkunç bir insan görebilirsin, o baktığı zaman İstanbul’un en büyük aşkını görebilir.


Gerçekleri göstermek çok mu zor? Gerçekten çok zor, senin gerçeklerinle onun gerçekleri arasında bir tane bile ortak küme yok. Hani derler ya “Ayrı tellerden çalıyorsunuz” diye, tam da öyle bir durumdasınız.

Konu ne olursa olsun, bu durumdaki bireylerin takım olmalarına, başarılı olmalarına da imkân yok. Oyun oynayabilmek için ilk önce aynı bahçede olmak gerekiyor. Hedefler o kadar farklı ki, sen maç yapmak istiyorsun, onlar körebe oynamak istiyor.

Bilhassa işyerlerinde görmemenin, duymamanın, karışmamanın bu topraklarda ciddi bir avantajı da vardır. İşine gelmeyen veya düzeltemeyeceğini bildiğin şeyleri görmezden gelmek, çok sık kullanılan bir çalışma (veya çalışmama) şeklidir.

Görmemek kısa vadede sana avantaj sağlar ama uzun vade de “Onu görmedim”, “Bunu görmedim” diyerek bir yere varamazsın. En sonunda birileri çıkar “Neden görmüyorsun kardeşim, her şey gözünün önünde oluyor?” der. Bu gibi durumların en güzel çaresi de, insanların görme açısını görmeleri gerekmeyen lüzumsuz açılara kaydırmaktır.

Açı kaydırma oyunu yüzyıllardır büyük bir başarıyla oynanır. Herkes konuyu istediği açıya çeker ve arka planda devam eden yangının görülmemesini sağlamaya çalışır. Yangını gördüğünü belli edersen, “Yangını gördün de neden söndürmedin?” derler, bu da kimsenin işine gelmez. Yangınla uğraşmak bilgi ister, aynı zamanda da sıcak insanı terletir.
İşyerlerinde görüş açısı değiştirme konusunda yüksek lisans yapmış insanlar vardır. Bu durum ayrıca sadece bizim ülkemize özgü bir durum da değil, dünyanın her ülkesinde var bunlardan. Toplantılarda bir konuşurlar, bir sunumlar yaparlar zannedersin ki toplantı çıkışında hemen gidip dünyayı değiştirecekler. Toplantı biter bitmez de her zaman yaptıkları gibi hiçbir icraata el atmadan, her zamanki gibi boş işler yapmaya devam ederler.

Bunlar boş işler yapıp yoğun görünürler ama bir de bunların hiçbir iş yapmayan türleri vardır. Bu türler boş iş yapmaya bile üşenirler. Yıllardır boş oturdukları için kan dolaşımları da zayıflamıştır. Dedikodular artar da artar. Herkes birbirine “Yöneticileri bunu görmüyor mu?” diye sorar. Yıllar geçer ama kimse bu duruma bir cevap bulamaz. Kim bilir, belki görmüyordur, belki de bizim kan dolaşımı yavaşlamış arkadaş koruma altındadır.

Belki de zavallı yönetici görme açısı değiştirme olayına öyle alışmıştır ki, artık doğru açı ile bakamıyordur.

Düşüncelerimizde ve duygularımızda o kadar katıyız ki, duygusal olarak bağlı olduğumuz her ne varsa onunla ilgili hiçbir kötü şey göremeyiz. Bu durum tuttuğumuz takım için de geçerli, sevdiğimiz insan için de geçerli.
Sen bakarsın “Fenerbahçe kötü oynuyor” dersin, ben bakarım “Fenerbahçe çok iyi top oynuyor” derim. Durun bir dakika; bu iyi bir örnek olmadı, Fenerbahçe’nin çok kötü top oynadığını anaokulundaki çocuklar bile biliyor.

Konu ne olursa olsun; görmek istediklerimizi veya insanların bize göstermek istediklerini değil de, gerçekleri gördüğümüz gün çok yol almış olacağız…
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

4 Ocak 2019 Cuma

Zaman Kalmadı...

Günaydın dostlar…

Bir türlü içindekileri söyleyemezsin, yarın söylerim, daha sonraki günlerde söylerim diye düşünüp durursun. İçin içini yer ama bir türlü söyleyemezsin. Hepimiz, yarınların her zaman olacağına inanırız. Hiç kimse, ya yarın olmazsa, ya yarın burada değilsem diye düşünmez.
Zaten bizleri yaşatan, hayata bağlayan da içimizdeki “yarın olma” ümididir. Yarın olmazsa derken ille de toptan öbür dünyaya göçmekten söz etmiyorum. Öbür dünyaya göç etmek de bu denklemin bir parametresi olmakla beraber, ben her türlü göçten bahsediyorum.


Bulunduğun şehri terk etmen gerekebilir veya bir türlü söyleyemediğin terk edebilir. Okul bitebilir, yaz tatili bitebilir veya kader kısmet devreye girebilir. Bu hayatta her türlü olasılık var. Sen söyleyemedin, o da söylemedi veya söyleyemedi. Günler kuş gibi uçup gitti, söyleme imkânı ortadan kalktı. Sen de sadece baktığınla kaldın.

Diyeceksiniz ki, “Günler gittiyse WhatsApp diye bir şey var kardeşim”. Tabii WhatsApp var, hatta yüzlerce çeşit türevi de var ama yüz yüze, göz gözeyken söyleyemediğin hislerini mesaj olarak mı yazacaksın?

Bazı dostlarımız, “Mesaj olarak yazmak daha kolay” diyebilir. Yazının arkasına saklanmak her zaman insana bir cesaret getirir ama sizce aynı etkiyi yapar mı? En başta işin doğallığı kaybolur. Doğal bir ortamda kendiliğinden gelişmek varken elektronik ortamda büyüyen bir çiçek aynı tadı vermez. Hele de aynı kokuyu hiç vermez. Sosyal platformlarda onun kokusunu alamazsın.

Konu ne olursa olsun, içindekileri söylemek bir cesaret işidir. Karşı tarafın duymak istediği şeyleri düşünerek konuşuyorsan, en başta cesaretin yok demektir. Popüler olabilirsin, kısa bir müddet yol da alabilirsin ama hiçbir zaman cesur olamazsın. Hele doğallık hiç olmaz.

Kafandaki düşünceleri, gözündeki bakışları kendine saklarsın. Ne yapacaksan, bir türlü onlardan kopamazsın. Bazen insanlar içindekileri dışa vurmaya çekinir, utanır; bazen de, niye içlerinde sakladıklarının hiçbir nedeni yoktur. Günler hızlı bir şekilde biter ama içeridekiler hep içeride kalır.
Hadi aşkını, sevgini açıklayamazsın ama negatif duygularını da açıklayamazsın. Onlarda hep bohça gibi senin elinde kalırlar. Aşkını açıklayınca karşılıksız olma riski var, negatif düşüncelerini açıklayınca da, popüler olmama, kara listeye alınma riskin var. İnsanlar çatışma sevmez, her zaman herkes duymak istedikleri şeyleri söylesin isterler.

Herkes arabanın duvara çarpacağını görür ama kimse sesini çıkarmaz. “Hey araba duvara çarpacak” diye bağırırsan, bu durum bir anda senin sorunun haline gelir. Hâlbuki hiç sesini çıkarmadan oturursan, araba duvara çarpınca herkesin sorunu olur. Ülkeleri, kulüpleri, şirketleri bu hale getiren de, “Aman ben söylemeyeyim sonra bana bir şeyler girer” düşünce tarzıdır.

Hepiniz sosyal platformlarda görmüşsünüzdür, yıllardır dönüp dolaşan bir paylaşım var. “Seviyorsan söyle”, “Özlediysen ara”, “Görmek istiyorsan git gör” gibi cümleler var içinde. Bu düşünce tarzına kesinlikle katılıyorum.

Ne demiş atalarımız? “Bugünün işini yarına bırakma”. Bu durum sadece ödev yapmak veya odun kırmak içim geçerli değil. Bugün söyleyemediğin hislerini (her ne yönde olursa olsun) söyleyebilmek için yarın çok geç olabilir.
O zaman; doğal ol, iyi niyetli ol, samimi ol, zorluklardan korkma, en önemlisi cesur ol ve seviyorsan git konuş, hatta konuşmakla kalma, her yere yaz. Kalbine de, kâğıtlara da, suya da, havaya da, bakışlara da, gülüşlere de; hatta WhatsApp’a da.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…