28 Ocak 2018 Pazar

Kedi...

Günaydın dostlar…

Her ne kadar bütün çocukluğum birçok kedinin yaşadığı bir evde geçmiş olsa da, Şaşkınbakkal’ın ortasında, bir apartmanın 8. katında kedi bakmaya çalışmaya çok sıcak bakmıyordum. Ne demişler? “Kul kurar, kader güler”. Arabanın motoruna sıkışan minicik bir yavru kedi, bütün bu planları değiştirdi.
 
Arabanın motorunda seyahat edip, bir de tazyikli su ile motor yıkama seansından sağ çıkınca, “Allah bizim bu kediye bakmamızı istiyor” diye düşündük. Motordan çıktı zannedilen kedi, aslında hiç çıkmamış ve bütün başına gelenlerden canını kurtarmayı başarmıştı. Hatta vücudunun çeşitli yerlerinde minicik yanıklar bile vardı. O anda; iki kızı olan Emin’in, bir de erkek kedi sahibi olacağı belli olmuştu.
Kızlar da çok isteyince, hemen Giresun Nüfus Müdürlüğü’nü arayıp, nüfusumuza kaydettirdik. Allah’a şükür o gün 400 gram olan kedicik, bugün 4800 gramlık kocaman bir koyuna dönüştü. Daha da çok yolu var.

Veteriner, “Bu çok zayıf, bunu pahalı yaş mamalarla beslememiz” gerekir deyince, hemen döndük yaş mamaya. Neyse, artık koyun gibi oldu da, kuru mamaya geri dönebildik. Yaş mamayı artık sadece özel günlerde yiyebiliyor. Biraz daha yaş mama yeseydi, yakında evi satmak zorunda kalacaktık. Bu arada, veteriner ağabeysi de ayrı bir sorun. Kapıdan geçerken, “Merhaba, nasılsınız?” desen 300 TL giriyor. Şu anda evde en az masrafı olan canlı benim. Kedinin bile masrafları beni 5’e katladı.

Elimizden geleni yapıyoruz ama kedi mecburen devlet okuluna gidecek. Bir çocuğu daha özel okulda okutacak gücüm kalmadı.
Aslında, bugünkü konumuz bizim minik kedinin sürekli yiyerek şişmanlaması değil. “Kediler, akan su içmeyi sever” diye aldığımız, Melih amcasınınkine benzer fıskiye de değil. Bu sabahki konumuz, “kısırlaştırma”.

Dün sabah, aldık sapasağlam kediyi, mahalle baskısı ve veteriner ağabeyinin tavsiyeleri üzerine, kısırlaştırmaya götürdük. Aslında hayvanın hiçbir şikâyeti yoktu, sorun diğerlerindeydi. Bütün ev halkı olarak kendimizi bir garip hissettik. Aylin bir ara, “İnşallah bizi affeder” bile dedi.
İster istemez bu gibi durumlarda, bizim çocukluğumuzda annemin baktığı, beslediği kedileri düşünüyorum. Kimse bize gelip de, “Bunların kısırlaştırılması gerekiyor” demiyordu. Bizim kedilerin, bir tanesi hariç hepsi erkekti. Cinsel hayatları var mıydı bilmiyorum ama kucağına bebeğini alıp kapımıza gelen de olmadı.
Kısırlaştırmayı bilmediğimiz gibi, kedileri götürüp tırnaklarını kestirmeyi de bilmiyorduk. Bizim manikürcü çok daha ekonomik vallahi. Aşı mı dediniz? O yıllarda, konuyu bile anlamazdık herhalde.
“Ey kedicik; sen hep evde yaşayacaksın, hiçbir zaman bir cinsel hayatın olmayacak, o yüzden gel biz senin kullanmayacağın organlarını yok edelim”. Ne kadar kötü geliyor kulağa değil mi? Birçok beynini kullanmayan da var ama onlara gidip de, “Nasıl olsa sen bu beyni hiç kullanmayacaksın, hadi gidip aldıralım” demiyoruz.

Bir canlının başka bir canlıyı onun aklı ermeden, haberi olmadan veya söyleyecek bir lafı olmadan götürüp ameliyat ettirmesi çok zor bir iş. İnsanın içini çok sıkıntılı bir boşluk kaplıyor. İşin gereksiz bir iş olması da, üzerine ekstra bir katman daha koyuyor. Bunun neden yapılması gerektiğine dair her türlü nedeni dinledim ama yine de sapasağlam bir hayvanı alıp götürüp ameliyat ettirmek içimde bir burukluk yaratıyor. Allah korusun, başına bir iş gelir, götürüp ameliyat ettirirsin. O durum çok farklı. Zaruretten ortaya çıkmış bir durumdur, başka da bir şansın yoktur. Bu “durup dururken” durumu, insanda farklı bir sıkıntı yaratıyor.
Bu sabah, artık yapacağımız bir şey yok. İnşallah çok kısa sürede de iyileşecek ama Aylin’in dediği gibi, umarım bizi affeder. Kusura bakma kedicik, biz insanoğulları böyleyiz işte. Senin iyiliğin için mi bu işi yaptık yoksa kendi iyiliğimiz için mi, açıkçası ben halen bilmiyorum.

Allah kimseyi başka bir canlıyı alıp da ameliyata götürmek zorunda bırakmasın. Ameliyat olman gerekiyordur, gider olursun ama başka birini götürmek, çok daha başka bir duygu. Önümüzdeki günlerde, istediğin kadar yaş mama yiyebilirsin, hem de en pahalısından.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

20 Ocak 2018 Cumartesi

Bekir...

Günaydın dostlar…

Anadolu çocukları olarak, herkese akıl sormayı çok severiz. İlgili, ilgisiz, konuyu bilen, bilmeyen herkesten akıl alırız. Akıl sorarız ama milleti konuşturup, bütün bildiklerini anlattırıp, sonra da kendi bildiğimizi yapmak gibi bir özelliğimiz de vardır.
Bazı insanlar, sadece aktif dinlemezler, aynı zamanda akıllı da dinlerler. Ne yazık ki, aramızda bu tip arkadaşlardan çok fazla yoktur. Sevgili Bekir, bu konuda bir istisnadır. Akıllı dinleme yapan bir insan olarak, Bekir’in en özel yönlerinden biri, dinlediklerini süzgeçten geçirip, doğru ve uygun olduğuna inandıklarını, hayatına ekleyebilme yeteneğidir. Bekir, her zaman diğer insanların tecrübelerinden faydalanan ve öğrendiklerini günlük yaşamına katmayı başarabilen bir arkadaşımızdır.


En iyi bildiği konuya bile, “Bir dinleyeyim bakayım, karşıdaki ne söylüyor, belki bir şeyler öğrenebilirim” tavrıyla yaklaşıyor. Birçoğumuzda olmayan bu özellik, Bekir’in herkes tarafından çok sevilmesinin en büyük nedenlerinden biridir.

Böyle bir şeyi yazması kolay ama uygulaması gerçekten de çok kolay değil. Her şeyi bilen insanlar olarak, başkalarının fikrine saygı göstermeyi çok da sevmeyiz. Bir de, dedikoduya bilimsel gerçeklerden daha fazla değer verme yönümüz vardır ama o konuya bu sabah girmeyelim. Bir kere girersek, bir daha çıkamayız.

Bütün yazılarımda, aynen yüce dinimizde olduğu gibi başlangıç noktasının “niyet” olması gerektiğini vurgulamışımdır. Bizim burada sözünü ettiğimiz “niyet” çeşidi de “iyi niyet”. İyi niyetli başlangıç noktası bizim Bekir’de fazlasıyla var. “İnsan karşısındakini kendisi gibi görürmüş” derler ya, Bekir de aynen öyle. Aksi ispat edilene kadar, herkese iyi niyetiyle, güler yüzüyle yaklaşır.

Şimdi bunları yazdım diye, gözünüzün önüne iyi niyetli saf bir insan gelmesin; doğumundan ODTÜ günlerine kadar, hangi sokakların tozunu yutarak büyüdüğünü de unutmayalım.

Bazı insanlar, güler yüzleriyle etrafa olumlu elektrik yaymak için doğmuşlardır. Bu insanların varlığı, bulundukları ortama da değer katar. Yakınları, uzakları herkes sever. Hiç tanımadıkları bile sever. Bunu rol yaparak yaşayamazsınız. Allah vergisi bir karakterdir ve doğal yaşandığı zaman güzeldir. Herkes onlar gibi olmak ister ve örnek alınan bir insan olurlar.
Birçok konuşmalar yapıldı, söylenebilecek her şey söylendi. Ne zaman bir yerlerde Bekir lafı açılsa; insanlar arka arkaya aklınıza gelebilecek bütün güzel sıfatları sıralıyorlar. Aynı listeyi bir kere de ben yazmak istemiyorum. Benim için en önemli olanı, karşısındakine verdiği değer ve iyi niyeti. Kimseyi kırmayan, herkese olduğu gibi değer veren fabrika ayarları, Bekir’in en büyük zenginliği.
Birçok çok sevdiğimiz arkadaşımız gibi, sevgili Bekir de dün itibarı ile binamızdan ayrıldı (malum kalplerden ayrılmak yasak) yeni ufuklara doğru yola çıktı. Biz, her gittiği noktada çok başarılı olacağına kalpten inanıyoruz ve her zaman yanındayız. Çalışkandır, zekidir, akıllıdır, iyi niyetlidir ama bunların hepsinden önemlisi; bizim için sadece bir iş arkadaşı değil, bütün yolu beraber yürüyeceğimiz bir dosttur…

Hiç üşenmedim, bu sabah “Bekir” ne demek diye İnternette araştırdım. Şöyle yazıyor; düzgün yetiştirilmiş, içi sevgi dolu, saygılı, dürüst, iyi niyetli insan. Bence birebir uydu. Eksiği var, fazlası yok…

Sevgili dostum, senin için her şey çok güzel olsun. Biz seni gözlerimizle arayıp, başarılarında kalplerimizle mutlu olacağız. Kafanı azıcık arkaya çevir bak, her zaman dibinde olduğumuzu göreceksin.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

15 Ocak 2018 Pazartesi

Uğur Dündar...

Günaydın dostlar…

Birçoğunuzun yaşı tutmaz ama bizim zamanımızda Orta Okul Mezuniyet Sınavları diye bir şey vardı.  Okullar kapandıktan sonra, haziran ayı içinde cebir, geometri, edebiyat, kompozisyon ve fen veya sosyalden bitirme sınavlarına girilirdi.
Ben de bu durumdan nasibini almış ve yanlış tercih yapmış bir öğrenci olarak, (detayları bu sabahın konusu değil) 10 dersten bitirme sınavına girme durumuyla karşı karşıya kaldım. Düşünün haziran ayı içerisinde, arka arkaya 10 tane sınava gireceksiniz ve mezun olabilmek için hepsinden geçmeniz gerekiyor.


Bunun pek mümkün olmayacağını, benim de çok iyi bir öğrenci olmadığımı bilen rahmetli babam, “Sınavların hepsinden geçersen seni arkadaşlarımın oğullarıyla beraber İngiltere’ye lisan kursuna yollarım” şeklinde bir taahhüt altına girdi.

İngiltere lafı ortaya atılınca, bizim tembel öğrenci Emin gitti, yerine okul birinciliğine aday bir öğrenci geldi. Bütün sınavlardan geçince, lafı her yere yaymış olan babamın da kıvırtma ihtimali kalmadı. Hemen hazırlıklar başladı ve biz üç çocuk İngiltere’ye gitmek üzere yola çıktık.

Emin’in o yaz 13,5 yaşında olduğu düşünüldüğünde, ailelerin yaptıkları da az cesaret değilmiş. Ben 13,5 yaşındaki çocuğumu iki arkadaşıyla beraber İngiltere’ye yollar mıydım? Çok kuvvetli bir ihtimalle yollamazdım.

Havaalanı asker uğurlaması gibiydi. Bütün aileler, eş, dost oradaydı. Aileler bu işe kalktılar ama bence biraz da endişeliydiler.

Uçak saatini beklerken, yakışıklı, uzun boylu, güler yüzlü bir ağabey bizim arkadaşlardan bir tanesinin dayısının arkadaşı çıktı. O zamanlar meşhur muydu bilmiyorum ama sanki öyleydi diye hatırlıyorum.
Kısa bir sohbetten sonra, ismi Uğur olan ağabeyin de bizimle aynı uçakta seyahat edeceği ortaya çıktı. Tutunacak dal arayan aileler, “Aman Uğur Bey, çocuklar uçakta size emanet” gibi sözleri arka arkaya sıraladılar. “Siz hiç merak etmeyin, yol boyunca ben onlarla ilgilenirim” diye bizimkilere güven aşıladı. Anlayacağınız, bizim meşhur “güven” olayı 2000’lı yıllara özgü değil, 1970’lerden kalma…

Muhtemelen o yıllarda TRT’de çalışıyordu ama atıyor da olabilirim.
Birçok insan, “Sonuçta uçakta gidiyorsunuz, göz kulak olacağım da ne yapacağım?” diye düşünür ama onların adı Uğur Dündar değil. Yol boyunca en az üç-dört kere arka tarafa gelip bizim durumumuza baktı, bizle sohbet etti. Ailelere söz verdi, “İlgilenirim” dedi, Uğur Dündar’dan söz ediyoruz; verdiği sözü tutamazsa, akşam rahat uyuyamaz.
Şimdi hemen “Arkaya geldi” dedim diye Business Class seyahat ediyordu zannetmeyin, o zamanlar THY uçaklarında yer numarası bile yoktu. Uçağın en az yarısı da boştu. Neden bilmiyorum ama 13,5 yaşında uçakta sigara bile içmiştik. Bindiğimiz uçak da, daha sonraki yıllarda Paris yakınlarında düşen, DC-10 tipi Ankara uçağıydı.

Uğur ağabey, bu hikâyeyi bilmez; onun için sokaklarda, havaalanlarında yaşanmış binlerce hikâyeden bir tanesidir ama benim için hiç unutamayacağım bir anıdır. Umarım, “Neden yazıyorsun?” diye bana kızmaz. “Türkiye’nin en güvenilir insanı” diye bir sözü, bir kişi ile özleştirmek çok kolay bir iş değildir. Bu unvanı alacaksınız ve yarım asır boyunca koruyacaksınız! Bunun gereklilikleri zor. Her şeyler değişecek, sen hiç değişmeyeceksin. Rüzgâra göre yürümeyeceksin. Yolda size emanet edilen çocuklara da sahip çıkacaksınız, hakkı yenen yetimlere de…

Mayanda, iyi niyet, dürüstlük, insan sevgisi, samimiyet, sorumluluk duygusu, ülke sevgisi ve dik durabilme malzemeleri olmadan; Uğur Dündar olamazsın. Teşekkürler Uğur ağabey.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

7 Ocak 2018 Pazar

Her Şey Semtinde Güzel...

Günaydın dostlar…

Kadıköy’ün ortasında, Ortaköy kumpiri satan amca, bardağı taşıran son damla oldu…
Küçüklükten kalma alışkanlıklarımızın, bugün de değişmeyip olduğu yerde kalmasını istiyorum. Belli bir semt ile özdeşleşmiş bir konuyu, başka semtlerde görmek hiç hoşuma gitmiyor. Durun bir dakika acele etmeyin hemen açıklıyorum…


Çok fazla olmasa da, Beylerbeyi’nde yaz aylarını geçirdiğimiz dönemlerde, birkaç kere Kanlıca’ya yoğurt yemeğe gitmişliğimiz vardır. Ben çok yoğurt düşkünü bir insan olmasam da, Kanlıca’da deniz kıyısında yoğurt yemenin ayrı bir keyfi vardı. Şimdi aynı yoğurdu, Kadıköy sokaklarında görmek istemiyorum. Kanlıca yoğurdu yemek için Kanlıca’ya gidilmeli.

“Hakiki Kanlıca yoğurdu burada” şeklinde bir afiş gördüğüm zaman, “Burada ne işi var, Kanlıca’da olmalı” diye düşünüyorum. Bir de üstüne, adamlar yalan söylüyormuş gibi geliyor…

Tabi ki, sorunlarımız yoğurt ile sınırlı değil. Sarıyer’den başka her yerde bulunan Sarıyer Börekçileri de sinirimi bozuyor. Bizim çocukluğumuzda, Sarıyer, gidilmesi zor ve uzak bir yerdi. Gerçi, şimdi de kolay gidilmiyor ama Sarıyer Börekçisi’ne gitmenin bir anlamı vardı. O börekçiye ulaşmak için, şehirlerarası seyahat etmen gerekirdi. Şimdi her yerde olduğu gibi, bir de “Tarihi Sarıyer Börekçisi veya Öz Sarıyer Börekçisi gibi türevleri de çıktı. Olmaz kardeşim, ya gider Sarıyer’de yerim, ya da hiç yemem.

Sarıyer demişken hemen komşusu Kireçburnu’ndan da söz edebiliriz. Meşhur Kireçburnu kurabiyeleri artık her yerde var. Küçücük bir fırında yapılan kurabiyeler, maşallah artık bütün süpermarketlerde satılıyor. Gerçekten Kireçburnu ile alakası var mıdır, yok mudur; onu da bilmiyoruz.

Beylerbeyi’nden Küçüksu’ya gitmek kolaydı ve oradaki mısırların tadına doyum olmazdı. Yan yana kocaman kazanlar dizilir, hepsi de mısır dolu olurdu. Herkesin de kendi mısırcısı vardı. O mısırlar da yok artık. Her mahallede mısır kaynatılmalı mı, ona da karar veremedim. En iyisi herkes kendi kararını kendi versin. Benden uyarması; çocukluğumuzun Küçüksu mısırlarının tadını hayatta bulamazsınız.
Çocukluğumuzun ve büyüklüğümüzün mahallesi Beylerbeyi, profiterolü ile meşhurdur. Bir de rakısı meşhurdur ama o konuyu şimdilik başka bir yazıya bırakalım. “Profiterol Beylerbeyi’nin” diyoruz ama bazı semtlerde, Beylerbeyi’nden daha çok Beylerbeyi profiterolü satan dükkân var. Böyle olmaz ki, canınınız profiterol istiyorsa; gidin Beylerbeyi’ne, alın pastaneden profiterolünüzü, oturun deniz kıyısına, çayınızı da alın, keyfini çıkarın. Bilmem ne mahallesinin dar sokaklarında ne işiniz var?
Beylerbeyi’nin bir tarafında Kuzguncuk, diğer tarafında da Çengelköy var. Kuzguncuk’un neyi meşhur (İsmet Baba haricinde) bilmiyorum ama Çengelköy’ün hıyarları çok meşhurdu. Kabak oyacağı ile soyulmuş, bıçak ile ortadan ikiye kesilip tuzlanmış Çengelköy hıyarlarını yemeye doyamazdık. Uzunlamasına ortadan keserken, son kısmını da kesmeyeceksin, yoksa bütün hıyar yeme zevkimizin içine edersin. Söylememe gerek var mı bilmiyorum ama bu olay da bitti. Artık her semtte istemediğiniz kadar hıyar bulabiliyorsunuz.

Bu arada, mademki çay konusuna girdik, bizim çocukluğumuzda çay içmeye Emirgan’a gidilirdi. Şimdi her sokakta çay içme mekânlarının olmasını da hiç hoş karşılamıyorum. Şaka yaptım,  şaka yaptım, her yerde çay içebilirsiniz. Tavsiyem çok koyu içmeyin, siz de sinirlenip benim gibi “her şey mahallesinde güzel” konusuna takarsınız.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

4 Ocak 2018 Perşembe

Hızlı Geçiş Sistemi...

Günaydın dostlar…

Pazar akşamı İstanbul’dan dönerken, Yalova – Bursa otoyolundaki ışıklı panoda şöyle bir yazı okudum. OGS/HGS alın, gişelerde hiç beklemeden geçin. Sonra da kendi kendime, “Ulan benim arabada HGS var ama bir kere bile beklemeden geçemedim” diye düşündüm.
Sizlerin de bildiği gibi, güzel otoyollarımızı kullanırken iki adet sistemden yararlanabiliyoruz. Birincisi OGS (Otomatik Geçiş Sistemi), ikincisi de HGS (Hızlı Geçiş Sistemi). Bu kartlardan birini alıp, arabanızın ön camına taktıysanız, nakit gişelerinde sıra beklemeden çabucak geçebiliyorsunuz. En azından panodaki yazı öyle diyor ama gerçek hiç de öyle değil.


Bu kartları almak da çok kolay değil. Az da olsa bir emek gerektiriyor. Gidip alacaksınız, içine para yükleyeceksiniz, hatta isterseniz otomatik yenileme tanımlayacaksınız gibi birçok işlemi var. Neden insanlar bütün bu işlerle uğraşıyorlar? Her otoyoldan veya köprüden geçtiklerinde para derdine düşmemek için, bir de nakit gişelerinde 40 saat beklememek için.

Düşünüyorum da bir de KGS vardı galiba ama o rahmetli oldu.

Bu sistemlerin ayrı gişeleri var. Üzerinde HGS veya OGS yazıyor. Hatta bazı gişelerde her ikisi birden var. Aldınız kartınızı, taktınız ön cama, yıldırım gibi gişelerden geçeceksiniz ama ufak bir sorun var. Önünüzdeki amca para ödemeye çalışıyor, hem de kredi kartıyla…
Bu da nereden çıktı? Burası HGS gişesi değil miydi? Evet, öyle ama yeni yollarda ve köprülerde, geçiş kartınızda yeterli bakiye yoksa gişelerden geçemiyorsunuz. Hemen, “Nakit mi yoksa kredi kartı ile mi ödeyeceksiniz?” diye soruyorlar.
“Benim kredi kartım da yok, param da yok” diye cevap verdiğiniz zaman size 2 seçenek sunuluyor. Ya kaçak geçip, korkunç oranlardaki cezaya razı oluyorsunuz, ya da geri geri gişeden çıkıyorsunuz. Geri çıktıktan sonra da bu insanlar ne yapıyor, onu da bilmiyorum.

Bu geri çıkma olayını geçen gün yaşadık. Ortalıkta dolaşan çocukların da marifetiyle 7 tane araç geri geri çıktı. Tabi ki ondan sonra da, “Bakiyen yok ne giriyorsun kardeşim?” bağrışmaları başladı. Bildiğim kadarıyla eski otoyollardan veya köprülerden bakiyeniz olmadan geçmenin de bir cezası var ama cezanın büyüklüğü yeni otoyollar boyutunda değil.

Eski usule alışık olan vatandaş, doğrudan HGS/OGS gişelerine dalıyor. Bariyer kalkmayınca da şenlik başlıyor. Ya para verip geçiyor, ya da dünya âleme eziyet yaratıyor. Tabi ki hemen şunu da belirteyim, birçok konu da olduğu gibi, burada da para her kapıyı, her bariyeri açıyor.
Hiçbir geçiş kartınız olmadan da bu gişelere girerseniz (zira nakit gişelerinde kuyruk oluyor) sizi kırmayıp, sıcacık paranızı alıp sizi geçiriyorlar. Bunu bilen vatandaş da, hemen aklını kullanıp hızlı geçiş gişelerine yöneliyor. Malum bizim ülkemizde açıkgözlük her zaman prim yapar.
Geçiş kartında yeterli bakiyen yoksa eski Boğaziçi Köprülerinden geçebiliyorsun. Sonra o parayı nasıl alıyorlar, onu da bilmiyorum. Ama gördüğüm kadarıyla bizim yeni köprücü amcalar, o riske girmek istemiyorlar. “Ben hemen paramı alayım, ne olur ne olmaz” yaklaşımı içindeler.

Sevgili kardeşlerim, biliyorum sizin omuzlarınıza büyük bir sorumluluk yüklüyorum ama hızlı geçiş gişelerine girmeden önce, kartınızda yeterli bakiyenin olup olmadığından haberdar olsanız, çok mu zor olur? Hele kartınız yoksa hiç girmeyin o gişelere. Gece karanlığında o gişelerden geri geri çıkmaya çalışmak insanlara büyük eziyet oluyor…

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

1 Ocak 2018 Pazartesi

Küs Olduklarım...

Günaydın dostlar…

“Bayramlarda küslük olmaz” veya “Bayramlarda küsler barışır” sözlerini hepimiz duymuşuzdur. Gerçekten de küs olmak, bayramların ruhuna uymayan bir durum. Bayramlarda küslük olmaz da, yeni yılın ilk gününde olur mu?
Ben, yeni yılın da küslükleri bitirmek için çok uygun bir zaman olduğunu düşünüyorum. Şimdi herkes otursun ve bütün küs olduklarının listesini yapsın. Sonra da onları, hemen barışabileceklerim ve orta vadede barışabileceklerim diye iki gruba ayırın.


Hemen barışılacaklarla başlayıp, en barışılacak olanını hemen arayalım. Tamam, aramak konusunda ısrar etmeyeceğim, WhatsApp veya Facebook da olur. Yeter ki siz bir el uzatın. Böyle bir çabaya karşı taraf da karşılıksız kalamaz. Karşılık vermezse, anlarsınız ki o kişi hemen barışılacaklar kategorisinde değilmiş. Orta vadede bile değil, onu hemen uzun vadede barışabileceklerim grubuna atın.

Çok da detaylarını bilmediğim hadisler konusunda ahkâm kesmeyeceğim ama ben dinimizin küs kalmaya sıcak bakabileceğine inanmıyorum. Bütün detaylarını toplumun huzuru ve mutluluğu üzerine kurmuş olan yüce bir din, bireylerin birbirleri ile küs kalmasına sıcak bakamaz. Hele hele karşılıklı kin tutmak, nefret beslemek hiç olacak bir iş değil.

Kin ve nefretin olduğu bir toplumda mutluluk, kardeşlik ve beraberlik mümkün değildir.

Bu sabah neden bu konuya taktım bilmiyorum ama yeni yılın yeni başlangıçlar için iyi bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Küslükleri bitirmek de, bu başlangıçların en güzellerinden biri olurdu. Unutmayın ki, Sezen Aksu ve Yıldız Tilbe bile barıştı. 25 yıllık uzun bir zamandan sonra, onlar bile barışabiliyorsa, biz de yapabiliriz diye düşünüyorum.

“Evrankaya, sabah sabah bir araba laf ettin, sen küs olduklarınla barıştın mı?” dediğinizi duyar gibiyim. Ben de kendi listemi düşündüm ama listemde hiçbir kimse yok. Birileri bana küsmüş ise, bundan da haberim yok.
Küs olduğunu düşünen sevgili dostlarım, arkadaşlarım varsa, onlara hemen bildirmek isterim ki, ben size küs değilim. Herhangi bir tartışmadan veya fikir ayrılığından dolayı, benim küsebileceğimi sakın düşünmeyin. Ben bu iki konuyu çok iyi ayırabilen bir insanım.

Elektriğiniz tutmaz, çok da bir arada olmak istemezsiniz; bu ayrı bir konu. Nadiren de olsa, rastlaşınca selamlaşırsınız. Benim açımdan, bu durumda bir sorun yok. Elektriğimizin uyuşmadığı veya negatif elektrik yayan insanlardan uzak durmak, ayrı bir konudur. Bu durumu küslük sayamayız. Küs olmayacağız diye, herkesle de görüşmek zorunda değiliz.

Yay burçları iyi niyetli insanlardır. Biz kolay kolay kimseye küsmeyiz. En fazla 24 saat soğuk yaparız. Küsmek bünyemizde yok. Aramızda, “Ben aylarca, yıllarca küs kalabilirim” diyen yay burçları varsa, onların da yorumlarını görmek isterim. Bu satırları yazarken de, “Acaba en güzel hangi burç küsebiliyordur?” diye de ayrıca düşündüm.

Hayat kısa, hiç kimsenin yarının garantisi yok. Bu kısa yaşamda, yıllarca küs kalmanın da bir anlamı yok. Zaman her şeyin ilacı, o gün çok önemliymiş gibi görünen nedenler, bugün çok komik olabiliyor.
Yeni yılın ilk sabahında yeni bir başlangıç yapalım. Hadi hemen listenizi çıkarın ve ilk olarak kiminle barışacağınıza karar verin. Bakalım en büyük barışmayı kim başarabilecek. Bugün barışmazsanız, yarın barışacak kimse bulamayabilirsiniz…

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…