15 Temmuz 2018 Pazar

Bülent Acar...

Günaydın dostlar…

Benden 3 yaş küçüktü. Bana da her zaman “ağabey” der, her zaman da gerçekten ağabeyiymişim gibi saygı gösterirdi. Babası da babama “ağabey” derdi. Bütün beraberliğimiz boyunca da bir gün bile saygısında, sevgisinde kusur etmedi. Nedenini bilmiyorum ama bu aralar sevgili kardeşim Bülent çok sık aklıma geliyor.
Aynen benim gibi o da bilgisayar okumak için gelmişti Amerika’ya.  Michigan’ın -30 derecelere varan soğuk havasında, gece gündüz beraberce uğraşıp durduk. Allah var, Bülent benden daha çalışkan bir öğrenciydi. Genelde bütün vaktini çalışarak geçirirdi. Ne zaman evine gitsem, çok sigara dumanlı bir ortamda sürekli çalışırdı.


Bilgisayar okumaya karar verdik ama ortada bilgisayar yok. Mevcut tek bilgisayar okulda 500 m2 bir odada duruyor. Allah bilir hafızası da benim şimdiki cep telefonumdan daha küçüktü. Bilgisayar tek olunca da sayılı sayıdaki terminallere günler öncesinden randevu almak gerekiyordu. Gece yarısından sonra genelde biz hep terminal odasında olurduk.

Sevgili Bülent ile güzel bir düzenimiz vardı. Gece yarısı çok fazla mekân açık olmazdı. Nadir açık olan yerlerden bir tanesi de (sadece arabaya servis) Burger King’ti. Genelde Bülent Burger King’ten whopperları alıp, benim eve Late Night With David Letterman seyretmeye gelirdi. O zamanlar gece kuşu gibiydik zira David Letterman’ın şovu gece 1.00 de başlayıp, 2.30’da biterdi. David Letterman, Türkiye de dâhil olmak üzere bugün dünyanın her yerinde yapılmaya çalışılan geç saatteki şovların atasıdır.

Şov bitince de istikâmet bilgisayar odası. Allah ne verdiyse otururduk. Hava aydınlana kadar oturup, birkaç saat sonra derse gittiğimiz de olurdu. Nasıl başarırmışız ben de bilmiyorum gençtik herhalde…
 Hep ders çalışmak da olmaz, zaman zaman diğer arkadaşlarla bir araya gelip sabaha kadar King oynadığımız geceler de yok değildi. Çok paramız da yoktu ama yine de viskinin iyisini içmeye çalışırdık. Zavallı Bülent hep sıkıntıdaydı. Ya bir elle çıkar, ya da çıkamazdı. Hiçbir zaman çok rahat bir oyun oynadığını hatırlamıyorum. Çok uğraştık, çok çalıştık, yazdığımız programları yerlere serip dizlerimizin üzerinde çok süründük ama çok da eğlendik.
Sonunda bilgisayar işi bitti, “Hadi MBA yapalım” dedik. Şımardık bir kere, artık kim tutar bizi. Bilgisayarda iyiydik ama MBA’de süperdik. Hiç mütevazı olamayacağım. Öyle bir senelik MBA’lerden de zannetmeyin, tam 78 kredi aldık. Normal üniversite zaten 128 kredi. Neredeyse bir üniversite daha okuduk. Master programına başlamadan önce işletme fakültesinde bir sürü ders almak zorunda kaldık.

MBA zevkliydi. Artık full-time çalışma hayatına da başladığım için paramız da vardı.

MBA programının bilgisayara yakın felsefede ve işleyişte olan derslerinden sürekli 100 alıyorduk. İş hukuku dersinde Bülent’in yaptığı bilgisayar kaynaklı çalışmanın çok benzerini ben de yapmıştım. Bulduğumuz her ortamda bilgisayara sığınıyorduk. İkimiz de 100 almıştık ama profesör üzerine “Çok teknik bir konu çok da bir şey anlamadım” yazmıştı. O devirde bilgisayarlar çok yeni olduğu için, bilgisayarlara yönelik çok fazla kanun maddesi de yoktu dünyada.
Bülent, sık sık bana çeşitli konularda fikir sorar, söylediklerime de değer verirdi. Uygular, uygulamaz o ayrı bir konu ama akıllı bir süzgeçten geçirirdi. Tecrübeye saygısı vardı.
Çalışkandı ama her ortama da uyardı. Bildiğiniz gibi ben dansöz gibi göbek atan erkekleri çok sevmem ama Bülent’e yakışıyordu. Çok da güzel oynardı…

Soğukla boğuştuk, karlarla boğuştuk, olmayan bilgisayarlarda sıra kapmak için boğuştuk, çok sık maddi sıkıntılarla boğuştuk ama sonunda üniversite de bitti, yüksek lisans da bitti. Ben Amerika’da çalışmaya devam ederken, Bülent Ankara’ya dönüp baba işinde çalışmaya başladı.
Ankara’ya döndükten kısa bir sonra da Gölbaşı yakınlarında bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Şaka gibiydi. Yıllarca her dakika bir arada olduğum, kardeşim dediğim insan artık yoktu. İnanması güçtü ama hayatın gerçeği de buydu.

8-9 sene okulları bitirmek için uğraşıp, okullar bittikten sonra 8 sene yaşayamamıştı. Onun da son noktası karanlık bir göcede Konya Yolu’ndaymış. Bir anda onu bizden aldı, götürdü.
Bu kazanın üzerinden belki 20 yıldan fazla zaman geçti. Sevgili Bülent şimdi Karşıyaka’da istirahat ediyor. Babamı zaten çok severdi, yine birbirlerine çok yakınlar. Artık Erdoğan amca da yok. Hepsinin mekânı cennet olsun.

Sevgili Bülent, aradan bu kadar yıl geçti ama ne kalbimdeki yerin değişti, ne de Burger King tiryakiliğim… Her zaman da böyle olacak.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

10 Temmuz 2018 Salı

Yağmur Yağdı Toprak Kaydı...

Günaydın dostlar…

“Yağmur yağdı, toprak kaydı” deniliyor. Aslında işin doğrusu öyle de denilmiyor. “Yağmur yağdı, toprak boşaldı, tren devrildi, insanlar öldü” deniliyor. Yaşamını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yarılılara da acil şifalar diliyorum. Yine önlenebilecek bir kaza yüzünden birçok insanımızı kaybettik. Mekânları cennet olsun.
Trakya’nın göbeğinde yağmur yağdı, toprak boşaldı. Bu işlerin uzmanı olmamakla beraber, doğru bir şekilde hesap edilip yapılsaydı; toprak da boşalmazdı, taş da boşalmazdı diye düşünüyorum. Rayların ortada kalmış hali son derece ürkütücüydü.


Demiryolu yapmak karayolu yapmaya benzemiyor. Bambaşka ince hesapları var. Altından geçireceğiniz her türlü çalışmanın çok iyi hesap edilmesi gerekiyor. Minicik bir su borusu bile geçirmeye kalksanız 50 çeşit izin almanız gerekiyor.

Demiryolu yapmanın çok pahalı olmasının en büyük nedenlerinden biri de altyapı çalışmalarıdır. Marmaray çalışmalarını izlerken, her gördüğümde “İnşallah bu köprüleri 3 trenin aynı anda üzerinde olma ihtimalini düşünerek yapıyorlardır” diyorum. Yapılan köprülerin dış görünüşleri sağlam ama iç dünyalarını Allah bilir.

Her zaman söylediğim gibi, Avrupa’da toprak boşalmaz, tren de devrilmez. Adamlar o tip çalışmaları her türlü ihtimali hesap ederek yaparlar. Almanya’da sürekli yağmur yağıyor ama gelip de demiryolunun altındaki toprağı boşaltmıyor. Bu gibi kazalar her zaman bizim gibi hesabını kitabını iyi yapmayan, masrafları minimumda tutmaya çalışan geri kalmış ülkelerde oluyor. Bir kere yap, masraftan kaçınma ama sağlam yap. Aynı şeyi 2 kere, 3 kere yapmak hem maddi anlamda, hem de manevi anlamda çok daha pahalıya mâl oluyor. Giden canlar geri gelmiyor.

Demiryolunun havada kalmış halini gördükten sonra, insan ister istemez “Acaba demiryollarımızın başka kaç noktasında bu tip altından toprak boşalma ihtimali olan yer vardır?” diye düşünmeden edemiyor. Çorlu’daki, toprağın akıp gitmesini önleyemeyen alt yapıdan kesin ülkenin başka yerlerinde de vardır. Umarım yoktur ama hislerim bana olabilme ihtimalinin yüksek olduğunu söylüyor. Böyle bir kazadan sonra yapılması gereken, bütün demiryolu güzergâhlarının tekrar gözden geçirilmesidir ama yapılacağı konusunda çok umutlu değilim.

Bir de hızlı trenimiz var. Unutmayın ki, geçmişte sadece treni hızlı sürerek hızlı tren yapabileceğimizi bile düşünmüştük. Raylar uygun olmayınca, hızlı sürdüğünüz zaman benim oyuncak tren bile raydan çıkıyor. Her yerde olmasa bile, birçok yerde saatte 250 km hız yapan bir trenin altyapısında da toprak boşalmasına aday bölgeler var mıdır acaba? “Kesinlikte yoktur” diyebilmeyi çok isterdim ama maalesef diyemiyorum.
Çok daha hızlı giden bir trenin havada kalmış raylarla karşılaşması durumunda neler olabileceğini düşünmek bile istemiyorum. Allah hepimizi daha beterinden korusun.
Mevsimler sertleşti, doğal afetler arttı. Hiç görülmemiş yoğunlukta yağmurlar da yağabiliyor, kuraklık da olabiliyor. “Hiç bu kadar çok yağmur yağmamıştı” şeklinde cümleler artık bir işe yaramıyor. Demek ki hesap kitap şeklimizi değiştirmememiz gerekiyor. “Görülmemiş yağmur yağdı, aktı gitti”, “Görülmemiş kar yağdı, çöktü” şeklindeki cümlelerden bıktık artık.

Altyapı yetersizliği bizim ülkemizin yüz yıllık sorunudur. Bu konuya yapılan yatırımlar çok net bir şekilde politik kazançlara dönüşmediği için, hükümetler her zaman gözle görülen, çabucak kazanca dönüşebilecek yatırımlara yönelmişlerdir. Ara sıra yaşanan bu tip kazalara da “Allah’ın takdiri” der, yolumuza devam ederiz. 

Soma’da yüzlerce insanımızı kaybettik. Binlerce ailenin hayatı perişan oldu. O günden bu güne kadar madenlerde ne değişti? Bütün madenler gözden geçirilerek daha sağlam olmalarını sağlayacak çalışmalar yapıldığını ben hiç duymadım. Belki ufak tefek bir şeyler yapılmıştır ama kapsamlı bir çalışma hiç yapılmadı. Neden mi? Ne böyle bir paramız var, ne de böyle bir arzumuz var da ondan.
Her zaman “Allah korusun” diyoruz ama bir yandan da bu tip kazaların bir gün, bir yerde yine olacağını da biliyoruz.

Çöken çatılardan, yıkılan köprülerden, kamyon çarpan üst geçitlerden, uçan tabelalardan, akan topraklardan, denizle karayı birleştiren sellerden, taşan nehirlerden, düşen çığlardan Allah baba hepimizi korusun. Görülüyor ki, biz kendimizi koruyacak tedbirleri alamıyoruz, altyapıyı yapamıyoruz.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…