14 Haziran 2020 Pazar

Hayal Etmek...

Günaydın dostlar…

Trenleri ve model trenleri çok sevdiğimi duymayan kalmadı. Küçüklüğümden beri her türlü raylı sisteme karşı özel bir ilgim vardır. Geçen gün sağır sultan aradı, trenleri sevdiğimi o bile duymuş.
Trenimi kuracak daimi bir yerim olmadığı için; yılda bir kere salonun ortasına kurar, üç dört hafta sonra da toplarım. Bu çok zahmetli ve ideal olmayan bir durum olmakla beraber şu anda başka bir seçeneğim yok. Aslında bırakın şu anı bu iş zaten yarım asırdır böyle yürüyor.


Böyle bir hobimin olması yakın arkadaşlarımın birçoğunun garibine gider. Ne zaman tren kursam, “Bu trenlerin dönüp durmasından ne zevk alıyorsun, anlamıyorum” şeklinde yorumlara maruz kalırım. Aslında bütün trenler eninde sonunda başladıkları yere dönerler. Tek fark benimkinin daha çabuk dönüyor olması.

Bu dünyada her şeyin hayal etmekle başladığına inananlardanım. Model trencilik işi de hayal edebilmeden hayatta olmaz. Sen onları boş boş dönüp duran trenler olarak görüyorsan zaten bu hobi sana göre değildir.

Hemen belirteyim, maddi ve manevi olarak zaten zahmetli de bir hobidir. Trenlerin bakımıyla, onarımıyla, kurulmasıyla, sökülmesiyle uğraşabilmek için gerçekten de bu işe gönül vermiş olmanız gerekir. Kendi trenini yapabilen arkadaşlarımız bile var ama bende maalesef öyle bir kabiliyet yok.

Hayal edebilen için; hem çok güzel, hem de çok rahatlatıcı bir uğraştır. O minik trenlerle dünyanın bütün dertlerini çözersiniz. Yeri geldiğinde vagonları umut ile doldurup günlerce taşıyabilirsiniz.

Hayal edebilmek sadece biz trenciler için değil, herkes için çok önemli bir başlangıç noktasıdır. Konunuz ne olursa olsun önce hayal edin. İş yerinde yıllardır beklediğin masa bir gün muhakkak boşalacaktır. O masada kendini hayal edebiliyor musun, görebiliyor musun? Göremiyorsan hiç boşuna bekleme.
Okula başladığın gün kendini kep atma töreninde hayal et. Bunu başarabilirsen yolun yarısına gelmişsin demektir. Umut etmekle hayal etmeyi karıştırmayalım, hepimizin umutları var ama hayal edip gözünün önüne getirebilmek bambaşka bir şey.

Olimpiyat şampiyonlarından sık sık “Küçüklüğümden beri hayalim olimpiyatlarda şampiyon olmaktı” gibi yorumlar duyarız. Bunu hayal edemeyen bir insanın yirmi yıl sonra elde edilecek bir başarı için motive olması mümkün değil. Her şeyden önce kendini o madalya kürsüsünde hayal edebilmen lazım.
Her şey bir hayalle başlar. Herkes birbirine “Ben seni çok seviyorum” diyor. Diyorlar demesine de, kendini sevdiğinle beraber her ortamda hayal edebiliyor musun? Kocaman kadehlerden kırmızı şarap içiyor musunuz? Önce hayal et, sonra nasıl olsa içersiniz. Edemiyorsan dönüp duran trenler gibi her zaman başa dönersin.
Anladık çok seviyorsun ama en sıkıntılı gününde yanında olduğunu hayal edebiliyor musun? Soruyu tersine çevirelim. En sıkıntılı gününde o senin yanında olur mu? Göremiyorsan, treni perona doğru yavaş yavaş getir.

Hayallerin karşıya bağlı olmasın. Sen kendi hayalini kur, karşının hayaliyle kesişip kesişmeyeceğini yaşayıp görelim. Olacağı varsa zaten doğal olarak gelişir. Hayalleri tesadüf ettirmeye çalışmak güzel bir süreç olmaz.

Çok sıkıntılı günlerden geçiyoruz. Bilim adamlarının çalışmaları ve fedakârlıklarıyla inşallah en kısa zamanda bu dönemi de atlatacağız. Bilim adamlarının tavsiyelerine uyarsak; hem salgın daha az yayılır, hem de dedikodular.
Ben güzel günleri hayal edebiliyorum. Bir gün yeniden başa döneceğiz ve Kadıköy’ün kalabalık sokaklarında, akrabalarınla bile o kadar yakın oturmadığın dip dibe masalarda hep beraber oturacağız.

Unutmayın her şey ilk önce hayal etmekle başlar..
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

3 Haziran 2020 Çarşamba

Hayat Bayram Olsa...

Günaydın dostlar…

Ne yazık ki hayat bayram değil. Hele de bugünlerde hiç değil. Avusturalya’da aylarca süren yangınlarla başlayan yıl, yüz yılda bir kere görülen bir virüs salgınıyla devam ediyor. Ülkemizde 4.500’den fazla vatandaşımızı kaybettik, dünya bazında da toplam rakam 380.000’i geçti. Bunlar da kayıtlara geçebilen rakamlar.
Çok sıkı önlem aldığımız günler bu hafta başında bitti. Kısıtlamaların çoğu kalktı, kapalı mekân da hemen hemen kalmadı. Bir anda bayram havasına büründük ama şu anda sokaktaki hayat hiç de bayram değil. Biz sadece virüs bitmiş, bayram gelmiş gibi yapıyoruz. Anlayacağınız mahsusçuktan yapıyoruz.


Bayram eninde sonunda gelecek. O gün yarın olmasa da bir gün bu virüs de bitecek. Ya bulaşma özelliğini kaybedecek, ya da bir çare bulunacak. Önemli olan o günlere minimum hasarla ulaşabilmektir.

Hepimiz için en sıkıntılı parametre bu sürecin ne kadar süreceği hakkında hiçbir fikrimizin olmaması. Beş gün mü sürer yoksa beş yıl mı hiç kimse bilmiyor.  

Çok bulaşıcı ve kolay kolay gitmeye niyeti olmayan bir virüsle yaşadığımızın bilincinde olup her türlü tedbiri almak bizim görevimiz. Kimseden çok daha fazla bir şey beklemenin de bir anlamı yok. Yönetimler yapabileceğini yapıyor, gerisi bize kalmış. Bir yerler açıldı diye gitmek zorunda değiliz. Allah kullanalım diye akıl vermiş.

Çok sevdiğim bir arkadaşım, “Bir işyerinin gerekli tedbirleri almadığını görürsek kime şikâyet edeceğiz?” diye sordu. Dostlar çözüm çok basit; şikâyetle uğraşmaya gerek yok, gitmeyin. Salgını bahane ederek fiyatları ikiye mi katlamış? Gitmeyin.

Her yer açıldı, sokaklar çok daha kalabalık. Sokaklardaki insan sayısı artıyorsa biz de aynı oranda önlemlerimizi arttırmalıyız. Artık çok daha fazla önlem alma, çok daha dikkatli olma zamanı.
Yukarıda da belirttiğim gibi, bu salgın bir gün bitecek. Eninde sonunda bu virüsle başa çıkacağız. Burada sorulması gereken en önemli soru, başa çıkamayacağımız sorunlar gelince ne yapacağımız.

O hiç umursamadığımız çevre var ya, bir gün başımıza altından kalkamayacağımız dertler açacak ve onların altından kalkmak laboratuvarda aşı geliştirmeye çalışmak kadar kolay olmayacak.
Dünyanın bir bölgesi bir anda gölgede 70-80 derece hava sıcaklıkları ile boğuşmaya başlarsa ne yapacağız? Önlenemez yangınlar aylarca devam ederse ne yapacağız? Laboratuvarlarda atmosfer parçaları üretip yama yaparak bu işi çözemeyiz. Yaratabileceği zararı düşünmek bile istemiyorum. İstanbul’da en son ne zaman kar yağdığını hatırlayan var mı? Görülüyor ki, beton yağmur ve kar bulutlarını çekmiyor.
Bir gün sular 10-15 metre yükselirse kaç şehir sular altında kalır biliyor muyuz? Ben de bilmiyorum ama rakamın korkunç bir seviyede olabileceğini tahmin edebiliyorum. Mevsimler şimdiden ileriye doğru kaydı. Yaz sezonu artık 1-1,5 ay geç başlıyor ve kasım ayında hava 30 derece oluyor. Aralık ayında doğmuş bir insan olarak, her zaman “Ben kış çocuğuyum” derdim ama artık sonbaharda doğdum demem gerekecek.

Bunlar gibi yüzlerce örnek verebiliriz. Nehirlerin kurumasından tutun da şiddetli depremlere kadar her şey karşımıza çıkabilir. Görülmemiş boyuttaki yanardağ patlamaları bazı şehirleri hatta ülkeleri haritadan silebilir. Binlerce yıldır bizimle beraber olan buzullar dünyayı terk ettiler.

“Bir musibet bin nasihatten iyidir” demişler. Boşuna da söylememişler. Musibet şu anda bizlerle beraber yaşıyor. Hatta kendi yaşarken bizi yaşatmıyor. Bu yaşananlardan ve kaybedilen canlardan çıkardığımız dersleri muhakkak çevresel sorunlara da yansıtmalıyız.
Hepimiz gördük ki, doğanın şakası yok. Aynen virüs de olduğu gibi, yaşam şeklimizi bugün değiştirmezsek, yumurta kapıya geldiğinde hiçbir şeyi çözemeyiz.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…