24 Ocak 2017 Salı

Aydın Evrankaya

Günaydın Dostlar,

Aydın Evrankaya, benim babam. Bütün dostlarımızın Aydın amcası. Yeni neslin Aydın dedesi. Dört ana parametreye adanmış bir hayat. Araştırmaya, öğrenmeye, okumaya her zaman prim veren ve elinden geleni yapmaya çalışan bir insan.
Sevgili babamın bütün yaşamı dört temel üzerine oturmuştur. Çalışmayı çok seven bir insan olarak bütün ömrünü İller Bankası’nda çalışarak geçirdi. Ülkesi için bir şeyler yapmayı çok seven ve yapılanlarla büyük bir gurur duyan bir insandı.


Ne zaman yeni bir yolun, köprünün, tünelin yapıldığını duysa “Hadi hemen yeni yoldan geçelim.” diyerek gelirdi. Sağlıklı zamanına denk gelmiş olsa hemen İstanbul’a gelir, “Hadi yeni köprülerden, tünelden geçelim.” derdi. Geçerken de yapılanları büyük bir gururla izler ve yorum yapardı.

İkinci en büyük zevki kitap okumaktı. Evindeki binlerce kitap öksüz kaldı. Hiçbirinin sesi çıkmıyor artık. Ne zaman babamın yanına gitsem kitaplar gözlerime bakamıyorlardı. Bütün bir ömrünü adadığı, aldığı, takip ettiği, kendine göre sıraladığı kitapları; sessiz evin, karanlık duvarlarında tek başlarına kaldılar. Bütün ömrü boyunca topladığı kitaplarının o evden ayrılarak hiçbir yere gitmesini istemiyorum. Kitaplar zaten üzgün, bir de evden çıkarırsak yıkılırlar.

“Çok okuyan mı bilir yoksa çok gezen mi bilir?” derler. Aydın Paşa gibi her ikisini de yapanlar, hepimizden çok bilirler. Çok okurdu, çok seyahat ederdi, çok da bilirdi. Bu konuda da hiç de mütevazı değildi. Gerçekten de çok bilgili ve çok tecrübeli bir insanı kaybettik. Her konuda, her ortamda konuşabilirdi. Hele de keyfi yerinde olduğunda onunla sohbet etmek çok büyük bir zevkti.

Keyfinin en yerinde olduğu anlar da kalabalık olarak yenildiği, içildiği zamanlardı. Aile fertleri ve Sevgili Zeynep, Nurgül gibi dostlarımız, defalarca klasik cumartesi akşamı Evrankaya yemeklerinin parçası olmuşlardır. Hayatta en değer verdiği şey, dostlarla bir arada olmaktı. Sevgili Seher teyzeleri, Oktay amcaları ve diğer dostlarımızı “Ya siz gelin ya da biz gelelim.” diye arardı. Yemek, içmek ve sıcak sohbetler; yıllarca bitmeyen bir Evrankaya geleneğidir. Son yıllarda masanın başındaki yeri boş kalmış olsa da Evrankaya geleneği her zaman sürdü ve sürecek.

Yıllarca bu masanın etrafında bize eşlik eden çok kıymetli dostlarımız bizim en büyük kazancımızdır. Bitmeyen sohbetler, eskiler, yeniler ve defalarca aynı zevkle konuşulan konular. Üzülmemizi ve mutsuz olmamızı istemezdi. Biz de onun istediği gibi çok üzülmeden geleneklerimizi sürdüreceğiz.
Almanya’da ve Amerika’da yaptığımız gezmelerimizi düşününce bir yandan yanaklarıma yaşlar akıyor ama bir yandan da iyi ki yapmışız diyorum. Her zaman, “Zamanın ve paran varsa yapabileceğin her şeyi yapacaksın, bir daha o şansı bulabilir misin belli olmaz.” derdi. Çok haklısın babacığım, yapabileceğin zaman yapacaksın.

Sert mizaçlı bir insandı ama bütün o sert yapısının altında da merhametli, yumuşak ve çok bonkör bir yapısı vardı. Çocukların okumasını çok sevdiği için, maddi ve manevi olarak elinden gelen her şeyi yapmaya çalışırdı.

Yalnız kalmayı hiç sevmezdi. Benim gibi o da yalnız yemek yemeyi hiç sevmezdi. Son anına kadar da her zaman etrafı çok kalabalıktı. Tabii Ayşın’ın ve İbrahim’in elleri her an üzerindeydi ama son ana kadar Aydın Paşa’ya kendi babaları gibi bakan, Aynur Hanım ve ailesine, Sevgili Battal’a ve Şehzade'ye ailecek çok teşekkür ediyoruz. Kucaklarınızda taşıdınız, kaşık kaşık yedirdiniz, hakkınızı helal edin.

Aydın Paşa, sadece biz üç kardeşin değil; Aylin’den Nurgül’e, Zeynep’ten Ebru’ya kadar da çok geniş bir yelpazenin manevi babasıydı.
Her zaman masanın başında da, kalbimizin en derin yerinde de yerin saklı kalacak. Soğuk havayı da sevmezdin ama mekânın cennet olsun sevgili babacığım.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

21 Ocak 2017 Cumartesi

Ya Evde Yoksa

Günaydın Dostlar,

Kavganı edersin, laflarını söylersin, havanı atarsın, ağır takılıp arayıp sormazsın ama akşam olup da bulutlar yavaş yavaş ufukta kaybolmaya başladığı zaman “Ya evde yoksa” endişesi çökmeye başlar.
Gündüzler sorun değildir. Gün boyunca işinle gücünle, çarşıyla pazarla ilgilenirken zaman sorunsuz geçer. “Ya evde yoksa endişe virüsü” gece olunca ortaya çıkar. Gün boyunca, karşı tarafın ne yaptığı aklının ucundan bile geçmez ama gece olunca da aklında bu konudan başka bir şey olmaz.


“Ya evde yoksa” virüsü gelir ve aklındaki diğer düşüncelerin hepsini yer bitirir. Bir anda onun bu akşam nerede olduğunu düşünmekten başka bir şey yapamazsın. Karizmayı çizdirmemek için arayamazsın da yüzlerce senaryo yazar durursun. O pijamalarını giymiş, yatağına yatmış şiddetli bir grip olmuşken sen de onun şehrin en popüler barında bir sürü karşı cinsle eğlendiğini düşünürsün.

Kafana, beynine, midene boş kalmış her bölgene “Ya evde yoksa” virüsü girdiği için hiçbir zaman onu evinde hayal edemezsin. Senle küstü ya muhakkak hemen azmaya gitmiştir. Belki de gitmemiştir, belki de onun da aklı sendedir. O da seni aramak istiyordur ama arayamaz. Gururu müsaade etmez.

İçin içine sığmaz, odalar dar gelmeye başlar. Evde mi otursam, dışarı mı çıksam, dolaptaki bütün Karam’ları mı yesem acaba? Tabii seçeneklerden bir tanesi de gidip evine bakmaktır ama bir de ışığı yanmıyorsa bittiğin andır.

Böyle bir durumda sana yardım edebilecek tek bir şey vardır. Sosyal platformlar. Onlar da yardım etmez. Bir resim, bir yer bildirimi, bir etiket beklersin ama inatçı platformlar hiç yardımcı olmaz. Adım atsa ortalıkta paylaşan insan, bir anda hiçbir şey paylaşmaz olur. Doğal olarak karşı taraf da geri zekâlı değil. En az senin onu deli etmek istediğin kadar, o da seni deli etmek istiyor. Sen nasıl ne yaptığına dair ona bir ipucu vermezsen o da sana vermez. Bırakın ipin ucunu milimini vermez.

Düşündükçe de kendini salak gibi hissedersin. “O dışarlarda eğlenirken ben niye evde oturuyorum?” düşüncesi gelir bu sefer de. Daha “Ya evde yoksa” durumunu atlatamamışken bir de onun üstüne “Ben niye evdeyim?” virüsü gelir.
Bu iki virüs birden midenden kemirmeye başladı mı kısa sürede acil servislik olursun. Bu durumu tedavi edecek bir ilaç henüz bulunamadı. Çaresi nedir? Kafayı takmamak. Haklısınız, söylemesi kolay ama yaşaması çok zor bir durum. Sen kahroluyorken onun da seni düşünüp düşünmediğini bilmemek aç bir kurt gibi yer içini. Ne kalp bırakır ne de mide.

Bu duruma düştüğün zaman da hiçbir şeyden mutlu olamazsın. Kafanda iki ayrı kurt varken Tarkan’ın Kurt’una odaklanmak çok kolay bir iş değildir. Son çare giyinip, süslenip dışarı çıkmaktır. Hem dışarı çıktığın zaman onu görme ihtimalin de vardır. Doğal olarak onu görme ihtimalin yüksek olan mekânlardan birine gidersin ama büyük bir ihtimalle orada yoktur.

Orada yok, evde mi acaba? Nerede acaba? Nerede olduğunu bilemem ama kalbinde olduğu kesin. Zaten sorun da burada başlıyor. Kalbinde olmasa nerede olursa olsun. Keşke silgiyi eline alıp kalbinden silebilsen ama silemezsin. Kalbin yapısı kâğıda benzemez. Özel bir yapısı vardır. Kalp kat kattır ve en derindeki seviyeye yazdığın ismi kolay kolay silemezsin. Bekleyeceksin, zamanla mürekkebi kuruyunca zaten kendiliğinden silinip gider.

Allah kimseyi “Ya evde yoksa” virüsü ile baş başa bırakmasın. O da beni düşünüyor mu acaba diye tahminler yürütmek zor bir iştir. Kesin düşünüyordur, diye kendini rahatlatmak istersin ama ya evde yoksa?
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…