29 Temmuz 2020 Çarşamba

Ferda Emrali

Günaydın Dostlar,

Özel Yenişehir Koleji Ankara’nın en iyi eğitim veren okuluydu diyemesek de en yüksek seviyede dostluğu, arkadaşlığı olan okuluydu, diyebiliriz. Bir aile gibiydik. Bizler mezun olalı kırk yıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen halen irtibat halindeyiz ve fırsat buldukça görüşürüz.
Başarımızdaki (her zaman söylediğim gibi) en büyük pay sahiplerinden biri sevgili matematik hocamız Süleyman Tulgan’dır. Mekânı cennet olsun. Süleyman Hoca’dan matematiği çok iyi öğrenenlerden biri de okulumuzun güzel ve özel kızı Ferda’ydı. Hem çok başarılı bir öğrenciydi hem de çok zarifti.


Okulun yarısı Ferda’ya aşıktı. Her gittiği yerde her ortamda dikkat çekerdi. Kendine has bir dünyası vardı. Başarılı olmak onun için çok önemliydi. Bir sohbetimizde “Ben okul yıllarında ders çalışmaktan başka hiçbir şey yapmazdım.” demişti. Zaten netice de ortadaydı. Çok çalışırdı, bir yandan da çok akıllıydı.

Yenişehir Koleji’nden çıkıp Orta Doğu Teknik Üniversitesine girmek kolay bir iş değildi ama Ferda’dan söz ediyoruz, onun için zor diye bir şey yoktu. Her zaman en tepeye oynardı. Hem okulun en başarılı öğrencilerinden biri olup hem de çok popüler olmak kolay bir iş değildir. Başarabilmek için Ferda olmak gerekir.

Kendine özgü bir dünyası vardı sevgili Ferda’nın. Başkalarının ne yaptığı onu çok ilgilendirmezdi. Bir kere bile başkalarının hakkında konuştuğunu duymadım. Kendi hayatı, kendi çocukları, torunları, annesi ile kendi dünyasında çok güzel bir yaşamı vardı. Tabii onun da sıkıntılı günleri oldu ama hepsinin altından bir Ferda gibi kalktı.

Laf olsun diye iş yapmak fabrika ayarlarına uygun değildi. Oyalanırım diye başladığı işte sık sık Ankara birincisi oluyordu. Sonuçta Ferda’dan bahsediyoruz, gittiği bir yerde fark yaratamazsa akşam rahat uyuyamaz.

Konu ne olursa olsun, birincilik Ferda’nın yakasını bırakmazdı. Bir gölge gibi onu takip ederdi. Ne zaman onun ismini görseniz birincilik de oralarda bir yerdedir. Okul hayatındaki başarıları bütün yaşamı boyunca onu her gittiği yerde takip ettiler.
Briç oynamayı çok severdi ve orada da her zaman her katıldığı turnuvayı kazanmak için oynardı. En son yazıştığımızda da yine internette briç oynuyordu. Cevabını bildiğim halde “Kazanıyor musun?” diye sorduğum da, “Tabii kazanıyorum.” demişti. Ferda için başka bir seçenek yok ki.

Ferda çok iyi bir Fenerbahçeliydi. Fenerbahçe’nin maçlarını hiç kaçırmazdı. İster futbol olsun ister basketbol muhakkak seyrederdi. Fener’in son yıllardaki başarısızlıkları hepimiz gibi onu da üzüyordu. Bir bardak şarabını koyup Fener maçını izlemek üzere televizyonun karşısına oturduğu anlar en mutlu anlarıydı. Maç sırasındaki yazışmalarımızı, yorumlarımızı çok özleyeceğim.
Başta da söylediğim gibi kendi dünyasında yaşayan çok özel bir insandı. Hiçbir zaman kısır çekişmelerin, günlük dedikoduların içine girmezdi. Kendine ait bir kalitesi vardı. Son güne kadar da o kaliteli duruşundan hiç ödün vermedi.
Dertleri ile insanları huzursuz etmeyi de sevmezdi. Kendine saklar, kendi yaşar, kendi çözmeye çalışırdı. Şimdi benim bu yazıyı yazdığımı görse, “Neden insanları rahatsız ediyorsun?” derdi.
Ferda’cım, bu bir sabah yazısı değil. Kendi hayatını yaşayıp kendi doğrularını savunan ve sessizce bizleri terk eden çok özel ve güzel bir kadın için bu sabah içimden geçenler.

11-Fen sınıfı zaten çok büyük bir sınıf değildi. Bugüne kadar bazı arkadaşlarımızı da kaybetmiştik, hepsinin mekânı cennet olsun ama dün akşam aldığımız haber hepimizi bir kere daha derinden yaraladı. Mekânın cennet olsun Ferda’cım, her zaman kalbimizde olacaksın.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

28 Temmuz 2020 Salı

Bıdıcık...

Günaydın dostlar…

Bıdık sözcüğünü çok severim. Bende her zaman güzel şeyler çağrıştırır. Bu kelime ile ilgili hiçbir negatif durum düşünemiyorum. Hiç kimseyi karşısındakine “Pislik bıdık” derken duymadım. Kulağa bile doğru gelmiyor.
Bıdık kelimesi kulağa çok sevimli gelmekle beraber aslında işin yalın halidir. Bu kelimeye eklenecek her ek olayı daha da özel, daha da güzel bir hale getirir. Tabii sadece ekler de değil, önüne koyacağın bir sıfat da olayın şeklini tamamen değiştirebilir.


Akıllı bıdık sözü, bıdıklar ailesinde bir üst mertebedir. Bu durumda bıdık olmanın bütün sevimliliğini taşımakla beraber, bir de üzerine akıllısın. Hani böyle cin gibi laf eden sevimli çocuklar vardır ya, tam da öyle insanlardan bahsediyorum. Cin gibi laf edip insanın sinirini bozanlar da var ama onlar bu sabahın konusu değil.

Akıllı bıdıklar için bir yaş sınırı yoktur. Her insan akıllı bıdık kategorisine girebilir. Burada sözünü ettiğimiz akıllılık sevimli akıllılık. Bazı insanlar o kadar sevimlidirler ki, küfür bile etseler kulağa hoş gelir. Diğer türüne kısaca ukalalık diyoruz.

Bir kişiye “Sevimli Bıdık” dediğiniz zaman, artık onun sevimliliği tavan yapmış demektir. Benim gözümde bıdık zaten sevimli demek olduğu için, karşımızda bir anda sevimli çarpı sevimli durumu buluruz.

“Atom karınca” da çok güzel bir söz olmakla beraber onlar başka bir aileye mensuplar. Sevimsiz karıncalar da olabileceğini bilmekle beraber, atom karıncaları da her zaman çok sevimli buluyorum.
Bıdıklık seviyelerini Altı Sigma kuşak seviyelerine benzetirim. Çeşit çeşit bıdıklar vardır ve her bir seviyeyi hak etmeniz gerekmektedir. Beyaz kuşak, sarı kuşak, yeşil kuşak, siyah kuşak diye giden seviyeler, en sonunda dünyada birkaç tane olan unvanlara ulaşır. Bunları pek günlük yaşamımızda duymayız ama bunları bilen bilir.

Bıdıkların en üst seviyesi de bıdıcık seviyesidir. Bırakın kara kuşağı kapkara kuşaktan bile daha ileridedir. Buradaki en büyük fark bıdıcık seviyesinden dünyada sadece bir tane olmasıdır. Bıdık olmanın bütün özelliklerini taşımanız yetmez çok daha fazlası gerekir.
Her zaman söylediğim ve de yüce dinimizin de emrettiği gibi önce çok iyi niyetli olmanız gerekiyor. Yaptığınız her şeye iyi niyetle yaklaşmanız gerekiyor. İçinizdeki iyi niyetin, güzelliğin, yardımseverliğin dışarıya yansıması ve yüzünüze melek görünümü vermesi aranan niteliklerin ilk sırasında geliyor. Bu özellikleri olmayanların başvuruları kabul görmüyor.

Bıdıcık kelimesinin size çok yakışması da aranan diğer bir özellik. İnsanlar baktığı zaman “Ne kadar bıdıcık değil mi?” demeliler. Kalplerinde hiçbir şüphe kalmamalı.

Güzel olmak önemli bir kriter olmasına rağmen, güzel bakmak çok daha önemli bir parametre. Unutmayın ki her güzel olan insan güzel bakamaz. Kalbinin temizliği gözlerinden çıkmalı. Bütün kötü ve sevimsiz huylar diğer kardeşlere gidip, bıdıcık olana hiçbir şey kalmamalıdır.

Bıdıcık ile Polyanna’yı birbirine karıştırmayalım. Bıdıcık melek gibi olmakla beraber, “Aman da her şey ne kadar güzel, her şey ne kadar pembe” diyerek ortalarda dolaşmazlar. Gerçekçi insanlardır. Hatta pembeyi de çok sevmezler. Bir tane bile pembe giysileri yoktur.
Çok çalışarak belki siyah kuşağın en üst seviyelerine çıkabilirsiniz ama bıdıcık olamazsınız. Fabrika ayarlarınızın baştan bu şekilde ayarlanması gerekiyor.

Bıdıcık olmanın en önemli değeri de, bütün bu unvanlardan dolayı şımarmamış olmaktır. Bıdık seviyelerini birer birer geçerek, bir gram şımarmamış olarak bıdıcık seviyesine ulaşmanız gerekiyor.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

22 Temmuz 2020 Çarşamba

Çeneni Kapat...

Günaydın dostlar…

Sabah sabah buraya yazdığıma bakmayın, bu aslında çok sıkıntılı bir sözdür ve kavga çıkartır. Karşınızdakine “Çeneni kapat” dediğiniz zaman her türlü kavgaya hazırlıklı olmanız gerekir. Kim bilir bu yüzden ne sorunlar yaşanmıştır. Ters bir laftır.
“Çeneni kapat” dediği için karşısındakinin boğazına sarılanlardan tutun da birbirlerini öldürenlere kadar her şey yaşanmıştır. Her ne kadar “Lütfen biraz susar mısınız” ile aynı anlama gelse de, “Çeneni kapat” çok daha sonuç odaklı bir yaklaşımdır. Allah var, çok da sevmeyiz çenemizi kapatmayı. Her konu hakkında muhakkak söyleyecek birkaç tane lafımız vardır.
Lüzumsuz konuşmayı da severiz. Yardım etmeye kalkışırız; gereksiz yere lafa karıştığımız için arkadaşımızın, dostumuzun başını belaya sokarız. Öyle durumlar ortaya çıkar ki, biraz daha yardım etse astıracak nerdeyse dostunu. İçimizden “Allah aşkına kapa çeneni, senin yardımına ihtiyacım yok” deriz.

Fabrika ayarlarımız her konuda yorum yapabilecek şekilde ayarlanmıştır. Yorum yapamayacağımız hiçbir konu yoktur. Donanımımız güçlü, hafızamız geniş kapasitelidir. Komşunun devlette çalışan kızının, kayınbiraderinin hastanede çalışan arkadaşının söylediği her şeyi depolayabilecek kadar yer vardır.

Böyle güzel bir düzenimiz varken, çenemizi kapamayı hiç sevmezken, bu uğurda kavgalar etmiş, insanlar öldürmüşken; bir anda salgın dönemi geldi ve bütün alışkanlıklarımızı değiştirdi.
Çenesini kapatmaktan nefret eden bizler bir anda çenelerimizi kapar olduk. Çok sık sokaklara çıkmasam da her çıktığımda çenesi kapalı insanlar görüyorum. Demek ki bu konuyu bu kadar da abartıp kavgalar çıkaracak bir durum yokmuş. Artık kimseye “Çeneni kapat” demenize gerek yok, zaten kapalı.

Görülüyor ki bu işleri iyi bilen ve hastanede çalışan bir komşu, “Virüs çeneden bulaşıyormuş” diye bütün mahalleyi uyarmış. Bize haber gelmedi, biz de halen ağzımızı, burnumuzu kapatmaya çalışıyoruz. Gözümüzü kapatmayı bile düşündük ama çene hiç aklımıza gelmedi.
Bir dostum, “Onlar sigara içtikleri için çenelerini kapatıyorlar” dedi ama bana hiç inandırıcı gelmedi. Böyle bir dönemde, hele de virüsün sigara içenlere çok daha fazla zarar verdiği bilinen bir ortamda, insanlar neden sigara içsinler ki? Onlar bu çene koruma işini bir şekilde öğrenmişler. Biz evden dışarı çıkmadığımız için konudan hiç haberimiz olmadı.
Bir başka arkadaşım da, “Bu sıcakta nefes alamadıkları için çenelerine takıyorlar” tezini ortaya attıysa da, ona da inanmadım. Kimse akılsız değil, yoğun bakımda solunum cihazına bağlı yatarken nefes almanın (hatta alamamanın) da çok büyük bir sıkıntı olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Tekrar söylüyorum, bu iş kesinlikle çenede.
En komik dedikodu da insanların ceza yememek için çenelerini kapattığı yönünde. Çenelerinde tuttukları maskeleri, gerektiğinde hemen yukarı çekiveriyorlarmış. Neden ceza yesinler ki, ben birçok maskesiz dolaşan insan gördüm ama kimse ceza filan yemedi.

Etrafınıza bir bakın. Ağzını, burnunu kapatan kadar, çenesini kapatan da var. Sayılar neredeyse eşit. Çene korumasının bir önemi olmasaydı bu kadar çok insan çenesini kapatır mıydı?
Bilgi paylaştıkça değerlenir, güzelleşir. Sevgili dostlar, bu çene korunması konusunda bir şeyler biliyorsanız lütfen bizlerle de paylaşın. Biz de saçma sapan şeyler düşünmeyelim. Ben burada acaba yün don da mı giysem diye düşünürken, dostlarımız çenelerini kapatarak kendilerini sağlama almışlar.

Sağlıklı kalın, mutlu kalın…

16 Temmuz 2020 Perşembe

Azerbaycan'ı Çok Seviyoruz...

Günaydın dostlar…

Bilgisayarımda ve telefonumda yıllardır biriktirdiğim resimleri düzenlemek gibi aslında hiç başlanılmaması gereken bir işe kalkıştım. Binlerce resimle uğraşmak tam bir deli işi. “İğneyle kuyu kazmak” tabirine tam da uyan bir durumun içindeyim.
 
Rahmetli babam: “Başlamak bitirmenin yarısıdır” derdi ama ben hiç yolun yarısına gelmiş gibi hissetmiyorum. İki aydır yapıyorum, daha mahalleden çıkamadım. Yay burcu olduğum için; sadece gruplamakla kalmıyorum, bir de altlarına tek tek ne olduklarını yazıyorum. Bulamadıklarımı günlerce araştırıyorum, soruyorum.
Çok sıkıcı bir iş olmakla beraber, bir yandan da çok güzel yanları var. Bir anda eskilere dönüyorsun. Aklın o günlere gidiyor. Şu anda düşündüm de işin yavaş yürümesinin bir nedeni de resimlerdeki anılar. İnsanı oyalıyorlar.

İş için veya gezmek için yaptığım bütün seyahat resimleri tek tek karşıma çıkıyor. Uzun uzun bakıyorum, “Ne güzel dostlar, anılar biriktirmişim” diyorum. Pakistan’dan Suriye’ye kadar her yerde çok güzel vakit geçirmişim. Bugün dahi hepsiyle irtibat halindeyim.

Bütün bu ülkeler çok güzeldi, çok da severdik ama bir ülke vardı ki orada kendimizi evimizin dışındaki evimizde hissederdik. Orası bizim de evimizdi, dostlar kardeşimizdi. Orayı çok sevmemizin nedeni Sulu Tepe’deki bina değildi. Başka bir bağımız vardı.
Lisanımızın çok yakın olmasından tutun; konuşma tarzımıza, espri anlayışımıza, vücut dilimize kadar her şeyimiz aynıydı. Bütün Orta Asya Cumhuriyetleri arasında dili bize en yakın olan Azerbaycan’dı. Hemen hemen hepsi bizim konuştuğumuz Türkçeyi bile gayet pekiştirmiş durumda.

Dizileri bizden iyi takip ediyorlar, gittiğiniz mekânlarda Tarkan’ın, Serdar Ortaç’ın şarkıları çalıyor (Otto’da Duman şarkıları çalıyordu ama o ayrı bir konu), Türkçe kitaplar her yerde, dostluk zirvede; daha ne olsun?
Azerbaycan bizim iş için gittiğimiz bir ülke olmasına rağmen; tamamen işten bağımsız olarak, sadece oradaki dostlarımızı görmek için bir seyahat organize etmiştik. Vardığımızda büyük bir kavuşma, ayrılırken de çok büyük bir burukluk vardı. Kimse beraberlik bitsin istemiyordu. Kahvaltı bittikten sonra havaalanına gitmek üzere yola çıkacağımızı bildiğimiz için, kalkmamaya yönelik çay sayısı arttıkça artıyordu. Bu ziyaretin üzerinden sekiz yıl geçmiş olmasına rağmen halen her ortamda konuşuyoruz.

Hazar Denizi’ne karşı balık yediğimiz yer de çok güzeldi, parkta dondurma yediğimiz yer de. Boşuna dememişler “Mekânlar çok önemli değil” diye. Sevdiğin insanlarla olunca her yer güzel geliyor.
Bizi o kadar güzel ağırladılar, o kadar güzel gezdirdiler ki hepsinin tadı damağımızda kaldı. Misafirperverlik zirvesi vardı. Bakü Havaalanı’na vardığımız andan ayrıldığımız ana kadar her detay düşünülmüştü. Üç gün kuş gibi uçup gitti. Zaten bir şey çok çabuk bitiyorsa anlayın ki çok güzeldir.

Düşünün ki, hiçbir işimiz gücümüz olmadığı halde sadece arkadaşlarımızı, kardeşlerimizi görmek için, cebimizden para harcayarak Bakü’ye gittik. Üstelik görmediğimiz bir yer de değildi. Resimlerden de gördüğünüz gibi sayımız da az değildi. Ayrılık çok zor oldu. Üç gün daha kalma imkânımız olsa hemen kalırdık.
“Azerbaycan bizim komşumuz, dostumuz” diyorlar. Komşularımızı severiz, yakın da oluruz ama Azerbaycan ile komşuluktan öte bir bağımız var. Biz kardeşiz. Kardeşin komşun olabilir ama her komşun kardeşin olamaz.

Efsane bir seyahatti ama bütün dünya bilir ki, bizim dostluğumuz, kardeşliğimiz birkaç günle veya bir seyahatle sınırlı değildir. Bu dünya durdukça bizim kardeşliğimiz de, beraberliğimiz de her zaman baki kalacaktır.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın…